23 Ocak 2012 Pazartesi

vahşi batı ve "Türk'ü imha" mutfağı.,,,,,,

inkâr'a reddiye ve terör-tedhiş mutfağı AB.,

TERÖR-TEDHİŞ MUTFAĞI VE LOZAN‏
Mustafa Nevruz SINACI
Türk düşmanı dâhili ve harici bedhahların kirli işlerini gördürmek, ezel-ebet haset edip hasım belledikleri asil antiemperyalist TC’ni akamete uğratmak ve nihayet; Satılık kirli beden ve beyinleri kullanmak amacıyla kurdurdukları organize suç örgütü; Sahibi batılı vampirlerin eşgüdümünde, (daha düne kadar) ülkemizden kopardıkları küçük lokmalarla yetiniyordu..
Rantiyelerini “Kürt Sorunu” kisvesiyle maskelemeyi başarmaları üzerine, gördükleri uluslararası destek sayesinde, nispi de olsa kesintisiz adımlarla ilerlemeye başlamışlardı. Bu süreçte, iğfal edilmiş beyinler, maşa ve kuklalar ile her milletten maceraperest lejyonerlerden müteşekkil lâğım fareleri, vahşi batının (AB) diplomasi, pis işler ve istihbarat merkezlerinde hazırlanan programlar dâhilinde koordine ve işbirliği içinde gelişme kaydediyorlardı...
Bu uyum ve ilerlemenin temelinde, menfur eşkıyanın yurt içinde uygulamaya koyduğu her faaliyetin, batıda yapılan ön hazırlıkları yatmaktadır. Özellikle son dönemlerde, en yetkili resmi ağızlarca, itiraf ve pek çok somutla ispat edildiği üzere; Başta, daha Lozan’ı tanımamış olmak gibi bir alçaklık ve küstahlığın zanlısı ABD olmak üzere, İngiltere, Fransa, Yunanistan, Macaristan hariç bütün AB ülkeleri ile Ermenistan maddi-manevi himaye ve lojistik destekleri ile (mezkür örgüt nezdinde) topyekun Türkiye aleyhine seferber olmuş bulunmaktadırlar..
Türkiye’de mukim kriptolarca silâhlı kuvvetlerin baş edemeyeceği değerlendirilen bu anarşist, faşist ve terörist çıkışın “mutfak çalışması”; Aslında daha önce batıda yapılmış bir projenin yurt içindeki uzantı ve uygulaması olup; Tatbikatta ilk adım, malum menfur örgütün 3. Bülent Ecevit hükümeti eliyle dönme-devşirme memurin’e (7 Kasım 1978) kurdurulması ile başlatılmıştır. Meselâ iki binli yılların başında fırtınalar koparan eşkıyanın, Kürtçe isim ve yer adlarının kullanılması taleplerinin zemini de batıda hazırlanmıştır. 
Anadilde eğitim, özerklik ve günümüzde dile getirilen ayrılıkçı taleplerin gerekçeleri, batının doğu araştırmaları, AB Üniversiteleri ve Kürt enstitülerinde belirlendi. Ondan sonradır ki, içeri havale edildi ve “em zımanê xwe dıxwazin-dilimizi istiyoruz” kampanyaları başladı. Akabinde, “bu anayasa ile asla, 1982 faşist ve antidemokratiktir” teraneleri ve ağababaları AB domuzlarının dayatması ile “yeni ve sivil anayasa” teraneleri yükselmeye başladı.
Yeni ve sözde sivil Anayasa’dan maksat 1961’de açılıp, 1982’de “milli devlete” dönüş ile tekrar kapanan “bölme ve parçalama” yolunu açmak. AB’ye katılım süreci bile bu amaca hizmet edecek biçimde hazırlanıp ("Presidency Conclusions", Md: 23. "..müzakerelerin yalnız Türkiye'yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini... Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına...; Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi'nin "Türkiye" başlıklı bölümünden…) biçiminde düzenlendi… 
Aynı şekilde Alevilerin geçmişi, günlük hayatları, inançları ve devletle ilişkileri didik didik edildi. Dernekler kurduruldu. Kıvam tutunca yurt içinde Dersim Soykırımı yalanı ortaya atıldı. AK ve AP dönemsel Türkiye raporlarında, Lozan’da attıkları imzaları bir kenara ittiler ve Fener patriği ekümenik, Kürtler azınlık sayıldı. Ayrı millet olma özelliklerini bünyesinde toplayan anadilin anayasa ya girmesi halinde, Kürt azınlık süreci hukuken başlayacak; Asuri, Pontus, Laz, Çerkes yalanlarına da hukuk temeli oluşacaktır. Ermeniler, dünyanın büyük bir bölümüne yalan ve iftiralarını kabul ettirmiş bulunuyorlar. Diğerleri de bu yolu izleyecektir.
Tehdidi görüp, harekete geçilmezse yakın bir gelecekte ülke ve devletini seven Türk, Kürt, Zaza, Laz, Çerkes, Asurî başını eğip, esaret hayatı yaşayacaktır.. Ermeni yaftalı Etnik -terörist (sözde) Kürtçü hareket; Hükümetin acz ve müsamahası sayesinde uluslararası hukukta kendine azınlık yeri açmaya çalışıyor. Bu konudaki delice hayallerini Sudan, Ömer el Beşir ve Ruanda yargılanmaları, AİHM, Uluslararası Ceza Mahkemeleri, Uluslararası Adalet Divanı, (Russell Mahkemeleri), BM anayasası  ve sözde Kürt soykırımı süslüyor. Ne var ki; Paris’te, San Remo’da şeklen elde ettikleri azınlık statüsünü tekrar kazanmalarının önünde sadece Lozan engeli bulunuyor.
 “Hepimiz Ermeniyiz” Feryadı ve Dink Furyası
Mustafa Nevruz SINACI
“Dinkçilere soruyorum!” Katılın veya katılmayın, sokaktaki vatandaş bakın ne diyor: “İnsan olarak Hrant Dink'in öldürülmesine karşıyım. Ama Dink’in arkasından gözyaşı döken ve “hepimiz Ermeni’yiz” diyenlere aklımdan hiç çıkmayan şu soruları yöneltmek isitiyorum:
1. Dink’in; “Türk’ten boşalacak (akacak) o zehirli kan’ın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan ile kuracağı asil damarında mevcuttur…” dediğini;
2. Katıldığı televizyon programlarında “1915 tehciri soykırımdır” diyerek, Türkleri soykırımcılıkla suçladığını bilmiyor musunuz? Biliyorsanız, ne çabuk unuttunuz? “Hepimiz Ermeni’yiz” diyenler, ASALA diplomatlarımızı alçakça, haince, kalleşçe katlederken ayni tepkiyi gösterdiler mi? Hayır!.. Asla göstermediler.
Öyleyse, bu çifte standart neden?,
İkiyüzlülük ve “vatana ihanet derecesine varan” fanatik tarafgirlik neden?”.
ESKİ HİKÂLER VE DOĞUM LEKESİ!..‏
Aslında Dink üzerinden yürütülen tartışmaların bir anlamı, bir değeri yok. Tarafgirler Hrant Dink'e birazcık saygı duyuyorlarsa, haklı ve hukuki ‘Ermeni Tehciri’ sonucu Türkiye'de müthiş ölçekte zenginliklere el koyup, büyük hanedan oligarşilerine dönüşen, gerek toprak ve gerekse finansta, doğuştan tekelci bir gücü elde eden kapitalist ailelere baksınlar.
Bir yanda Topyekün bütün millet katillikle suçlanırken, herhalde çok yoğun bir delil araştırması yapmak lâzım. Elbette bu anlamda dedelerimizin hepsini tenzih ediyorum ve bunu zaten kabullenmiyorum. Eğer, ‘Ermeni tehciri’ ve sonrasında yaşanan mukatelelerde, sorumlu arıyorlarsa kapitalist hanedanları büyüteç altına koysunlar.
Ciddi, objektif ve tarafsız bir araştırma yapıldığında açıkça görülecektir ki; Patronlar kulübü TÜSİAD'ın en önemli ve ileri gelen isimleri Ermeni çiftliklerine, Ermeni topraklarına, Ermeni servetlerine el koyarak bu duruma gelmişlerdir.
İşte, şimdi ülkeyi haraca, mezata çıkaranlar da bunlar.
Bu yapıyı iyi analiz etmek lâzım… Belli basitleştirmeler içerisinde "bu bir tarih görevidir, bunu tarihçiler yapsın" demekle olmaz. Tarih en zehirli ve en ideolojik bilimdir. Hangi tarihçiler neyi yapacaklar, neyi tartışacaklar? Ki bunlar politik meseleler. Politik olduğu ölçüde de sınıfsal meselelerdir. “Ermeni Tehciri” meselesini niye tarihçilere bırakacağız? Çünkü bu meselenin dediğim gibi başka yönleri de var. Bu meselenin, Türkiye kapitalizminin semirmesiyle, görülmedik ölçüde tekelci bir güç olarak daha başlangıçta doğumuyla, gelişmesiyle ilgili yanları var. Bu noktada tutup da koskoca bir halkı siz nasıl suçlarsınız? Bu kadar basit mi? Buradaki düzeneğin başka yönlerinin iyi araştırılması lâzım...
    Emperyalist güçlerin bu olaylardaki rolünün iyi incelenmesi lâzım...
    Bu böyle kendiliğinden gelişen bir trajedi değildir. Bu mesele, 19. yy itibaren gelişen kapitalist birikim süreciyle yakından alakalıdır. Sömürgecilikle, emperyalizmin yerleşme, insansızlaştırma ve yok etme süreçleriyle yakından alakalı bir meseledir. Dolayısıyla, burada Hrant Dink üzerinden tartışma yapılacaksa, işin bu boyutlarına girmenin herhalde en azından belki bir saygı borcu olduğu da söylenebilir. Hrant Dink'in aklına bunların ne ölçüde geldiğini ya da gelmediğini bilemem. Hrant Dink’in Yazılarını takip etmedim. Ama işin bu boyutu da çok önemlidir. “Ermeni Tehciri”, Türkiye kapitalizminin "doğum lekesi"dir. Türkiye kapitalizminin “doğum lekesi”, nedense Türkiye kapitalizminin en büyük servetlerine sahip olan sermaye gruplarının televizyonlarında tartışılmadı. Hiç biri cüret edip de, bunu sormadı. Ne ilginçtir ki, bu büyük televizyon gruplarının başında bulunan isimler de, “Ermeni Tehciri”nin en yoğun yaşandığı bölgelerden gelen insanlardır. Türkiye kapitalizminin “doğum lekesi” tartışılmadan, bu meseleyi ancak üzerini örtmek için ele almış olurlar.
Tekrar başa dönersek; bir "derin sistem" var ve o derin sistem meselelerin çok açık ve uyarıcı bir biçimde tartışılmasını istemiyor.
Onun dışında kalanlar da, zaten işin polisiye yönleridir...
İNKÂR’A REDDİYE VE TBMM
Mustafa Nevruz SINACI
Fransa Meclisi’nden geçirilen “Soykırımın İnkârının Reddine Dair Yasa Tasarısı”nın, büyük bir ihtimalle 23 -24 Ocak tarihlerinde Senato gündemine getirilmesi bekleniyor. 
Fransa, yangından mal kaçırma; Sarkozy, Donkişotluk ve seçim telâşında...
Yanı sıra, geçen hafta Bulgaristan’da prova edildiği biçimde menfur yasanın bütün AB ülke Meclislerinde kabul ettirilerek, nihayette bir “AB Parlâmentosu kararı”na dönüştürülmek istendiği apaçık ortada… Gerçi, Hocalı Soykırımı’nı parlâmento gündemine taşıyan Türk Hun devleti Macaristan olmak üzere; Halihazır AB üyesi 27 ülkenin bu furya kapsamında gaflet ve dalâlete düşmesi pek de mümkün görülmemektedir.
Ancak, Dışişlerinin bu süreçte çok akil, uyanık, ilkeli, onurlu ve sorumlu olması şart...
Hakeza AB müktesebat müzakerelerinin de askıya alınmasında zaruret vardır.
Zira Türk Milleti adına, özgürce ifa ve icra edilecek ilkeli, onurlu ve sorumlu bir dış politika; Bilumum düşmanlıklar ve her türlü misillemeye karşı ‘mukabele-i bil misil (misliyle karşılık vermeyi) zorunlu kılar. Hükümranlık hakkı ve milli meşruiyetin olmazsa olmaz şartı budur. Aksi takdirde özgür, hâkim ve hükümran bir dış politikadan bahsedilemez... Şahsiyetli, haysiyetli, onurlu ve sorumlu, meşru bir dış işleri bakanından ise asla!...
Bilinen ve belli olan, binlerce yıllık Türk dış politikasının icabı ve şiarı budur.  
Şu hale nazaran; Cari “mülkiyette mütekabiliyet” esasının kaldırılması için uğraşan ihanet şebekelerinin menfur uzantıları “tedip ve terbiye edilerek” TBMM ve Türkiye Millet Vekillerine;, Mukabele-i bil misil istikametinde çok hızlı, doğru, isabetli, istikrarlı ve kararlı hareket etmek; Dönem itibarıyla şartların, tarih, tabiat ve kader’in yüklediği görevi, hakkıyla ve lâyıkıyla yapmak düşer... Bundan kaçmak veya kaçınmak, şüphe ve şaibe nedenidir.
Düşmanın açık tehdit, adalet, hak ve hukuku tahdit, yalan-dolan ve menfur iftiralara istinaden misillemesine, misliyle karşılık vermemek; Ya düşmandan yana olmak veya özgür irade yoksunluğu, yahut koza, kripto, alçak, sünepe, dalkavuk ve korkaklık anlamına gelir..
İşte buna çok dikkat edilmeli; Bütün Türk âleminin geleceğini karartmaya ve istikbali ipotek altına almaya yönelik Ermeni-Fransız kalkışması, kalleş, âdi, ahlâksız, küstah tehdidin, aleni saldırı, düşmanlık, kahpelik ve kancıklığın def-i ve diğerlerine gözdağı verebilmek için; Mutlaka mukabele-i bil misil yapılmalıdır.
HEDEF KİTLE VE STRATEJİ NE OLMALI?.. MESELÂ!..
ABD’nin Kızılderili Soydaşlarımıza ve İngiltere Krallığının 1788 -1938 tarihleri arasında Avustralya`da yerleşik Aborjinlere karşı sistematik olarak uyguladıkları soykırım;
Almanların 1891 Güney Batı Afrika (Namibya) Herero ve Nama katliamları;
İkinci Dünya Savaşı bitimi Rus Ordusunun önünden kaçan 250 bin Alman mültecinin, Danimarka`da, “tel örgülerle çevrili toplama kamplarında” jenoside edilmelerini;
Almanların, 1933-45 yılları arasında mükemmel Alman ırkını yaratmak hedefiyle 21 milyon insanı kurşuna dizerek, yakarak, gaz odalarında zehirleyerek uyguladıkları soykırımı;
Dresden’e sığınan Alman göçmenlere, 3 gün süreyle havadan 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm bombası atılarak yapılan soykırımı;
1700 yılından itibaren Avrupa ülkeleri ve Çarlık Rusya’sı tarafından, 200 yıl süreyle ve sistematik olarak uygulanan zorunlu tehcir; 1909–1915 arası Anadolu’da alçakça, kahpece, haince uygulanan Ermeni soykırımı, vahşet ve katliamı sonucu “Bir Milyon 650 Bin” Türk ve Müslüman’ın yok edilmesini; Hiroşima, Nagazaki ve Fransızların Cezayir katliamlarını;
İngiliz ve Rum-Yunan’ların 1912 -1974 döneminde Kıbrıs Adası ENOSİS ve EOKA tehcir, katliam ve sistematik soykırımlarını; Nihayet, Postmodern insanlık suçu ve soykırım diyebileceğimiz Srebrenica, Hocalı +abd ve ortaklarınca işgal edilen Irak`ın Felluce  kentinde 1 milyon 500 Türk’ün sokaklarda vurulup çürümeye terk edilmesini; Dahası Irak’ta 1.600.000 katliam ve kadınların % 75’ine tecavüzle uygulanan vahşet, insanlık suçu ve soykırım’lardan “her hangi birisi veya tamamı” yasal olarak kabul, tescil ve ilân edilmelidir!..