15 Kasım 2014 Cumartesi

ANKARA KALESİ; TÜRKİYE CUMHURİYETİ 100 YILLIK PARANTEZ DEĞİLDİR, Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

ANKARA KALESİ   
                          TÜRKİYE CUMHURİYETİ
           100 YILLIK PARAN TEZ DEĞİLDİR
                                                                      Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
              Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yıldönümü yaklaşırken, bazı ulus devlet karşıtı çevreler Atatürk’ün çağdaş cumhuriyet devletini yüz yıllık parantez olarak ilan etmeye başladılar. Dünyanın merkezi coğrafyasında kendi konumlarına göre özel çıkarları doğrultusunda plan ve programlar geliştirenler ile emperyalizmin çıkarları doğrultusunda belirli projelere angaje olarak, ortalık alanı bu gibi yaklaşımlar için hazırlamaya çalışanlar, Türk ulusunun bir ölüm kalım savaşı verdikten sonra ilan etmiş olduğu bağımsız halk cumhuriyetini, geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkan dünya koşulları ve konjonktürünün dayatmış olduğu bir geçici bir siyasal yapılanma olarak görmekte ve bu doğrultuda uluslar arası konjonktür doğrultusunda açılmış bir parantez olarak ifade etmektedirler. Şeriat devleti peşinde koşan siyasal İslamcısından tutun da, küresel sermayenin militanlığına soyunmuş olan neoliberal gruplara kadar, geçici  bir parantez değerlendirmesi öne çıkarılmakta, cumhuriyetin yüzüncü yılına kadar gelemeden tasfiye edilmesi gerektiği vurgulanarak, bu doğrultuda artık bu paranteze bir son verilmesi gerektiği, açıkça dile getirilmektedir .
Yüz yıl önceki koşulların ortadan kalktığı öne sürülürken, o dönemin koşulları yüzünden açılmış olan parantezin , değişen koşullar dikkate alınarak kapatılmasının zorunlu olduğunu, bazı inançlı militan siyaset adamları her fırsatta söyleyerek , Türk devletinin geleceğini n olmadığını ,artık bu tür bir devlet yapılanmasının merkezi alanda barınamayacağını bir  yıkıcı tez olarak siyaset sahnesine getirmektedirler .
            Türkiye Cumhuriyeti karşıtlarının ,bu devletin geleceği ile ilgili olarak tasfiye kararı  almaya hakları olmadığı gibi , Türk ulusunun  dünyanın en büyük emperyalist güçlerine karşı büyük bir mücadele vererek  elde etmiş olduğu bağımsız bir devlet çatısı altında yaşama  güvencesini de  tümüyle ortadan kaldırmaya çalıştıkları görülmektedir . Herkesin hem etnik kökeni , hem de dinsel ya da kültürel kimliği birbirinden çok farklı olabilir . Herkes kendi kimliğine  veya çıkarlarına göre farklı devlet modelleri peşinde koşabilir . Siyasal hareketler ve örgütler bazen kendi devletlerini kurmak üzere yola çıkabilirler, ya da koşullar ayrı bir devlet kurmaya elverişli değilse, o zaman da var olan devlet yapısını kendi kimliklerine ya da çıkarlarına göre değiştirmeye  kalkışabilirler . Dünya tarihi  bu çekişmenin çeşitli örnekleri ile dolu olan bir devletler mezarlığı olarak görülebilir .
Her devlet  belirli bir aşamada dünya sahnesine çıkmış olabilir , daha sonraki dönemde koşullar değişti ise, o zaman da var olan devlet yapısını yeni ortaya çıkan koşullar doğrultusunda yeniden yapılanmaya zorlayan oluşum ya da  siyasal hareketler gündeme gelebilir . Bu gibi süreçlerde  halen var olan ya da   geçmişten gelen devletler ,kendilerini yeni koşullara uygun bir biçimde yenileyebilirse o zaman gelecek yüzyılda da yollarına devam edebilirler .Kendini yenileyemeyen ya da zaman içinde zayıf kalarak gücünü kaybeden devletler, hızla çöküşe  ya da dağılmaya doğru sürüklenmektedirler . Bu açıdan yeryüzü haritasında yer alan bütün devletler benzeri bir gelişme sürecinden geçmişlerdir . Tarihin ortaya koyduğu gerçekler açısından konu ele alınırsa , her devletin tarihin belirli bir aşamasında dünya sahnesine çıktığı , geçen zaman dilimi içinde kendini yenileyenlerin  başarılı devletler olarak yollarına devam  ettikleri , kendini yenileyemeyenlerin ise ,başarısız devletler olarak tarihin tozlu sayfalarındaki yerlerini istemeden almak zorunda kaldıkları görülmektedir .
            Türkiye’de cumhuriyet düşmanları Atatürk Cumhuriyetinin defterini  dürme doğrultusunda yüzüncü yıldönümüne gelmeden devletin tasfiyesini zorlarlarken ,bir de Türkiye’nin doğu bölgelerinde ayrı etnik ya da dinsel yapılanmalar üzerinden farklı devlet modellerini devreye sokmaya çalışan kesimler , Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde  ülkeyi kurtarmak isteyen son Osmanlı hükümetinin tehcir uygulamasını tersine çevirerek ,tehcirin yüzüncü yılında  tekrar Türk ve Müslüman kimliğinin dışında devlet yapılanmaları arayışı içine girenler , gene bir  parantezin kapatılmasından söz etmektedirler . Osmanlı İmparatorluğu sonrasında , Misakı Milli sınırları içerisinde güçlü bir ulusal  devletin ,ya da çağdaş  cumhuriyetin  yapılanmasını bir türlü  kabül edemeyenler , Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığını  parantezcilik oynayarak sürdürmek istemektedirler .Bu doğrultuda  birinci dünya savaşı ile doğu Anadolu tehcirinin yüzüncü yıllına gelindiği aşamada  Türk devleti için parantez eleştirileri ve suçlamalarının sayısı artmakta ,her türlü yayın organında Türkiye Cumhuriyeti , merkezi alanda zorunluluklar nedeniyle ortaya çıkmış olan siyasal  bir parantez olarak açıklanmaya çalışılmaktadır .
Türk devleti açısından küçültücü ve aşağılayıcı bu tutum ve davranışların cumhuriyet düşmanlarının sözlerinde her geçen gün daha fazla yer alması karşısında ,Türk kamuoyunda bir parantez tartışması son aylarda giderek artmıştır . Başta Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olmak üzere  siyaset sahnesinin diğer aktörleri de , Türk devletinin bugün gelmiş olduğu aşamayı bir parantezci yaklaşım çerçevesinde ele alarak anlatmaya çalışmaktadırlar . Uluslarası  ilişkiler alanında kariyer yapmış olan Türkiye’nin yeni başbakanı  , biraz kamu hukuku okusaydı ya da devlet olgusu üzerine birkaç kitap karıştırsaydı , Türkiye’nin geleceği ile ilgili olarak kasten çıkarılmış olan parantez tartışmalarına girmeyerek , ülkeye ve devlete zarar verebilecek bu tür tartışmalardan uzak  durmayı tercih edebilirdi .
            Kasıtlı olarak parantez kavramını  Türkiye’nin geleceği doğrultusunda kullanan  kararlı kişiler ,yakın gelecekte Türkiye Cumhuriyeti gibi güçlü  ve çağdaş bir ulus devleti  orta alandan kaldırmak istedikleri için, parantez kavramını bilinçli olarak öne çıkarmakta ve bu kavramdan hareket ederek Türk devletinin kalıcı esas devlet olmadığını ve bu nedenle de ancak bir parantez durumu ile açıklanabilecek geçici bir statüye sahip olduğunu ,Türk kamuoyuna genel anlamda  benimsetmeye çalışan Türkiye karşıtları , Türklerin bağımsız devletini bir parantez kıskacı içine alırlarken ,  bu devletin aslında kalıcı olmadığını ve  tüm parantezler gibi geçicilik gösterdiğini ,Türk kamuoyuna  anlatmaya çalışmaktadırlar . Parantez kavramının her zaman için genel doğrunun dışına çıkan durumları ifade etmesinden yararlanmak isteyen cumhuriyet düşmanlarının , Türk devletini de genel doğru çizgisinin dışında kalan bir siyasal oluşum olarak tarih sahnesine çıktığını , normal duruma dönülme noktasına gelindiğinde bugün sınırları içinde Türk devletinin egemenlik düzeninin geçerli olduğu  Misakı Milli yapılanmasının, söz konusu  olamayacağını açıkça dile getirmekten  çekinmemektedirler .
Normal bir yazı düzeninde  nasıl normalin ötesindeki kelimeler ya da açıklamalar yazının içinde belirtilirken parantez içine alınıyorsa ,Türkiye Cumhuriyetinin varlığı da istisnai durum gibi düşünülerek ,geçicilik parantezi içinde  açıklanmaya çalışılmaktadır . Parantezci yaklaşım içinde Türk devletini ele alanlar , parantez olarak kabül ettikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin geçici bir devlet olduğunu , bu nedenle hiçbir zaman kalıcılık iddiasında bulunamayacağını , tüm diğer parantez içinde belirtilen geçici durumlar gibi ,Türk devletinin  de tarih sahnesinde geçicilikten öteye gidemeyeceğini , her aşamada dile getirmekten kaçınmamaktadırlar . Siyaset biliminin ortaya koyduğu bilgiler doğrultusunda ,ancak başarısız olan ya da zayıf kalan devletler için geçicilik ya da  istisnai durum konumu öne sürülebilmektedir . Ne var ki , bütün devletler ,geleceğe dönük bir biçimde sonsuzluk iddiasına dayalı olarak kurulduğu için, her devletin içinde bulunduğu gerçek durum ve koşullar  genel olarak devletlerin geleceğini belirlemektedir .
            Siyaset  bilimi açısından konu ele alındığı zaman , Oswald Spengler isimli bir bilim adamının medeniyetler teorisi olarak ortaya konulan kuramı doğrultusunda  değerlendirme yapmak gerekmektedir . Spangler’in teorisine göre , devletlerin hayatı da tıpkı diğer canlılara benzemekte  ve bu doğrultuda tıpkı diğer canlı varlıklar gibi doğmakta , büyümekte ve belirli bir süre yaşadıktan sonra ölmektedirler . Sosyoloji  ve siyaset bilimi teorisi açısından ,devletlerin de yaşayan diğer canlılar gibi böylesine bir var olma sürecinden geçtiği görülmektedir . Her devletin  önce  bir var olduğu ,bir en güçlü ve tepe noktada varlığını güçlendirdiği ama belirli bir zaman dilimi içinde de zayıflayarak güç kaybetme noktasına geldiği görülmekte ve bu aşamadan sonra da çöküş ve dağılma  oluşumları  ile devletler tarih sahnesinden çekilmektedirler . Yıkılan devletlerin ahalisi hemen yok olmamakta ,vatan topraklarını oluşturan ülke de bir toprak parçası olarak varlığını devam ettirdiği için ,aynı ülke üzerinde eski ahalinin yeniden örgütlenmesi ile eskisinden çok farklı doğrultuda yeni devlet yapılanmaları ortaya çıkabilmektedir .
Parantez kavramını kullanarak Türk devletini ele alanlar , bu tezleri dikkate alarak hemen bir devletin sonunu hızlandırılmış bir siyasal gelişmeler doğrultusunda hazırlayarak   ve sona erdiren örneklerden yararlanarak  bir devletin geleceği ile oynayabilmektedirler Devlet karşıtlarının iyi bildikleri bu durumları var olan devletlerin kurumları da aynı derecede iyi bildiği için ,parantez teorilerinden ya da yaklaşımlarından hemen sonuç çıkmamaktadır .  Devlet güçleri , değişen siyasal  ve sosyal koşulları iyi izleyerek önlemler almaya başladığı zaman , geçicilik suçlamasıyla öne çıkan parantezciler geri adım atma durumunda kalabilmektedirler . Aksi durumlarda ise , devlet yapılarının devlet düşmanları tarafından çökertilerek dağıtılma aşamasına sürüklenildiği ortaya çıkmıştır . Devletlerin büyüklüğü ya da güçlülüğü gibi kriterler ,siyasal yapılanmaların  devam edip etmemesi  ,ya da sona erip ermemesi gibi durumlarda etkin bir role sahip bulunmaktadır .
            Bir devlet yapılanmasının kalıcı olması ya da geçici olarak kalması gibi durumlar daha çok dünya konjonktüründeki gelişmelere göre belli olmaktadır . Bu noktada , bütün devletlerin dünya haritası üzerindeki yerinin jeopolitik açılardan gösterdiği  konum ile birlikte, büyük devletler arasındaki  hegemonya çekişmesi sürecinde  güç merkezleri arasındaki çekişmeler ya da  öne geçme gibi durumlar da  belirleyici olabilmektedir . Bu çekişme süreci içinde , devletler birbirleriyle rekabete kalkışırlarken,  hem kendilerini korumaya  öncelik vermekte hem de  diğer devletlerden öne geçerek  kendi çıkarları doğrultusunda  dünya haritasının belirli bölgelerinde  emperyal  hedefler  için  etkili olabilmektedir . Bu gibi durumlarda , bazen büyük devletlerin dağılmasıyla küçük devletler gündeme gelebilmekte, ya da bazen da bu durumun tamamen aksi bir yönde  bir devletin komşularını ele geçirerek bulunduğu bölgede daha güçlü ya da büyük bir yeni devlet  modeli yapılanması ortaya koyduğu görülebilmektedir .
Devletlerin parçalanmaları ya da komşuları aleyhine genişleyerek büyümeleri de , bölgesel ya da küresel güç merkezlerinin   yeni jeopolitik konumlarına göre belirlenebilmekte , bu gibi durumların kalıcı olabilmesi ya da kısa bir zaman dilimi sonrasında geçicilik göstermesi de gene  , siyasal güç  merkezleri arasındaki çekişmelere bağlı olduğu gibi , bunların dışında ortaya çıkan başka faktörlerin yansıması olarak da  farklı sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir . Bu çerçevede , bir devletin geçici bir parantez olarak belirtilebilmesi ,ya da geleceğe dönük olarak  sonsuza kadar yaşayabileceğinin ifade edilebilmesi  genel anlamda dünya düzeyindeki evrensel gelişmeler ile açıklanabilmektedir . Konjonktürel gelişmelerin ya da güç merkezleri arasındaki değişikliklerin küresel düzeyde çevreye yayılması ile, bir çok devletin kaderleri  belirlenebilmekte  ve bu doğrultuda  dünya haritası yeniden biçimlenmektedir . Devletler arası ilişkilerde hiçbir zaman tam anlamıyla eşitlik ya da istikrar sağlanamamakta ,bu yüzden de küçük ve orta boy devletlerin geleceği  devler arasındaki çekişmelerin gösterdiği  yeni durumların  etkinliği ile değerlendirilebilmektedir . İki yüzün üzerinde bir devlet sayısı ile dünya haritası değişkenliğe her zaman için gebe  bir durumdadır .
            Türkiye Cumhuriyeti , dünyanın merkezi coğrafyasında yer alan  orta boy bir devlet olarak her zaman için evrensel alandaki güç merkezleri arasındaki çekişmelerin ya da  emperyal  projelerin hedefine aldığı bir ülkedir . Dünyanın merkezinde yer alan bir büyük devlet olan Osmanlı İmparatorluğunun  yıkılması  üzerine ortaya çıkan otorite boşluğu alanında , Türk ulusunun bir var olma savaşı vermesiyle kurulmuş olan Türk devletinin ,varlığını koruyabilmesi ya da geleceğe dönük olarak yaşam süresini sonsuza kadar sürdürebilmesi için de, böylesine bir mücadele verilmesi gerektiği görülmektedir ,çünkü parantezci yaklaşımlar  ile Türk devletine ömür biçilmekte ve kısa bir zaman dilimi içerisinde bu ulusal siyasal yapının ortadan kalkacağı ya da kalkması gerektiği   açıkça ifade edilebilmektedir . İmparatorluklar devri devam ederken varlığını koruyabilen Osmanlı İmparatorluğu , ulus devletler çağına geçilmesi aşamasından sonra giderek zorlanmış ve bir Osmanlı ulusu yaratamadığı için, hem küçük küçük devletlere bölünerek Balkanizasyon sürecine alet olmuş hem de bu dönemin hemen ertesinde gündeme gelen Birinci Dünya Savaşında yenilerek teslim olmuş ve böylece devlet olma durumu da sona ermiştir .
Osmanlı İmparatorluğu varlığını sürdürürken , hiç kimse bu büyük devlet için parantez ifadesini kullanarak Osmanlı hegemonyasının geçiciliği iddiasında bulunmamıştır . Ne var ki , Birinci Dünya Savaşının sonucunda ortaya çıkan yeni  güç dengeleri içinde  Atlantik güçleri olan İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu bölgesine gelerek ortak bir hegemonya düzeni kurmaları üzerine ,Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden geri çekilirken , geride bıraktığı merkezi topraklar üzerinde bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti doğal bir sonuç olarak ,ulusal kurtuluş savaşı  zaferi sonrasında dünya haritası üzerindeki yerini almıştır .Osmanlı devleti hiçbir zaman  geçici bir parantez konumunda olmamış ama , cihan savaşı sonrasında değişen dünya koşulları çerçevesinde teslim olarak bitme aşamasına  zorla getirilmiştir .
            Osmanlı sonrası dönemde ,bu büyük merkezi devletin üzerinde egemen olduğu on milyon kilometre karelik geniş alan üzerinde, bütün büyük güçlerin yeni projeleri olmuş ve bu doğrultuda çekişmeler ikinci bir dünya savaşına kadar sürüp gelmiştir . İlk proje , üzerinde güneşin batmadığı büyük dünya imparatorluğunun patronu konumunda olan İngiltere’nin olmuştur . İngilizler  , geri çekilen Osmanlı devletinin hinterlandı üzerinde gene İstanbul merkezli bir büyük merkezi bölgesel yapılanma olarak Yakın Doğu Konfederasyonu adı altında  dörtlü bir federasyon modelini ,kendisinin merkezinde yer aldığı yeni bir siyasal yapılanma doğrultusunda düşünmüş ama gücü yetmediği için ve de Fransa ile tam olarak anlaşarak ikili bir merkezi modeli gerçekleştiremediğinden ,böylesine bir emperyal  bağımlılık  projesi hazırlayıcılarının  planları doğrultusunda gerçekleştirilememiştir .
Britanya İmparatorluğu merkezi alana tam olarak egemen olamazken , ortağı konumundaki ikinci emperyalist imparatorluk sahibi Fransa da istediği gibi kendisine bağlı bir büyük bölgesel yapılanmayı gerçekleştirememiştir . Birinci Dünya Savaşı sırasında büyük bir çöküş ile yıkılan Rus Çarlığı yerine bir sosyalist devrim sayesinde dünya sahnesine çıkmış olan  Sovyetler Birliği projesi de, dünyanın kuzey yarıküresinde bölgesel bir devlet yapılanması ile ortaya çıkarken  ,bu yeni güç merkezi yapılanmasının sıcak denizlere doğru yayılabilmesi doğrultusunda,  merkezi alanın tam ortasında yer alan Anadolu yarımadasını  da coğrafi bölgeleri esas alarak ,yedi ayrı devletçik olarak kendi oluşturduğu ideolojik birliğin çatısı altına alabilmeyi hedefliyordu . Bir anlamda Sovyetler Birliğinin de Anadolu topraklarına emperyal amaçlı bakması , Anadolu yarımadası üzerinde geride kalan Osmanlı ahalisi olarak Türkleri  tam anlamıyla ortada bırakmıştı . Kalıcı olması gereken bir büyük imparatorluğun  bir cihan savaşı sonrasında ortadan kaybolması üzerine, en az onun kadar güçlü olabilecek ve asırlar boyunca güçlü bir biçimde merkezi alanda  devlet olarak varlığını sürdürebilecek  bir yeni devlet olarak  Türkiye Cumhuriyeti ,Türklerin batılı emperyal güçlere karşı verdiği bir ulusal kurtuluş savaşı sayesinde  tarih sahnesine çıkıyordu .
            Yirminci yüzyıla girerken Avrupa emperyalizminin iki büyük devi olarak İngiltere ve Fransa dünyanın merkezi coğrafyasına el koyarak ,dünyanın merkezi imparatorluğunu dağıttıkları için  tam anlamıyla bir küresel hegemonya düzeni kurmayı hedefliyorlardı . Ne var ki , bu aşamada  artık Avrupa emperyalizminin rakibi olarak Amerikan emperyalizmi dünya sahnesine çıkarken , Japon savaşı ile çökertilen Rusya’da  ikinci bir çöküş Birinci dünya savaşı ile gündeme getirilerek , bu durumdan yararlanan yeni bir siyasal yapılanma sosyalist devrim görünümünde  uygulama alanına getiriliyordu . Orta Doğu’ya girmiş olan İngiliz ve Fransız emperyal güçleri tam Kafkaslar üzerinden Hazar  bölgesine doğru yöneldikleri aşamada ,Amerikan sanayicilerinin ve küresel sermayenin denetimi altındaki  New York borsasından sağlanan yüz milyonlarca dolarlık maddi destek ile , Troçki Moskova’da  Kızıl Orduyu kurarak  Sovyetler Birliğinin önünü açıyordu . Kızıl Ordu daha bütün Rusya’nın kontrolunu ele geçirmeden, Almanya destekli Osmanlı ordusunu Azerbaycan’dan çıkartmak üzere Kafkasya seferine çıktığı aşamada, İngiliz ve Fransız ordularının  Anadolu üzerinden kuzeye doğru yönelerek  Hazar bölgesine girmelerinin önü kesilmiş bulunuyordu .
Böylece , Birinci dünya savaşı sırasında cephelerde savaşmayan Amerika Birleşik Devletleri  , Avrupa devletleri birbirini yok ederken ,dünyanın gelecekte merkezi konumuna gelecek Hazar bölgesini  ideolojik bir yeni yapılanma ile yönlendirerek , Avrupalı emperyalistlerin bu bölgeyi ele geçirmelerini önlüyordu . Böylesine bir emperyal amaçlı operasyon ,geleceğe dönük Amerika ve Avrupa emperyalizmlerinin  çekişmeleri yüzünden gündeme geliyordu .  Karl Marks’ın öngörüsü ile çok gelişmiş kapitalist ülkelerde gerçekleşmesi gereken komünist ihtilal , Avrupa ve Amerika çekişmesi yüzünden dünyanın  kuzey yarıküresinde ve kırsal alanda yayılmış bir  bir köylü toplumunda dışarıdan ithal edilen  Bolşevik kadro sayesinde  gerçekleştiriliyordu . I871 Paris komününden ders alan kapitalistler , kendi gelişmiş ülkelerinde böylesine bir komünist ayaklanmayı önlemek üzere , hiç işçi sınıfının olmadığı bir kırsal alan ülkesinde  dışarıdan destekli ve manüplasyonlu bir  hareket ile  Komünist ihtilal yaratarak  , İngiliz-Fransız ortaklığının bütün dünyayı ele geçirmesini önlüyorlardı .
             İki dünya savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri dünyanın hegemon süper gücü haline gelirken , Rusya’da kurulu bulunan Sovyetler Birliği sanki bunun dengeleyicisiymiş gibi gösterilerek , yer yüzü kıtalarını beş yüz yıl yönetmiş olan Avrupa’nın önde gelen emperyal güçleri  iki büyük kutbun arasına çekilerek hapsediliyorlardı . İşte böylesine bir süreç içerisinde ,kuzey yarıküresinde yer alan sosyalist blokun temsilcisi olarak Sovyetler Birliği’nin  güney yarıküresine inmesini ve sıcak denizlere çıkmasını önleyecek bir merkezi tampon devlete gereksinme duyulduğu aşamada , Anadolu halkı  ayağa kalkarak  bir ulusal kurtuluş savaşına yöneliyor ve bu doğrultuda bir mücadeleyi zafere ulaştırarak , çağdaş bir cumhuriyet devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ni kuruyordu .
Sovyet ihtilali sonrasında  bir de Anadolu ihtilali Atatürk’ün önderliğinde  Türk ulusu tarafından gerçekleştiriliyordu . Yeni kurulan Türk ulus devleti sahip olduğu jeopolitik konumuyla , batı emperyalizmi ile  Doğu kutbu olan Sovyetler Birliği arasında yeni oluşan bir tampon ülke olarak devreye giriyordu . Rus jeopolitiği Antalya’yı kendi kızıl elması olarak ilan ettiği için , Türkiye gibi orta boy  bir devletin merkezi alanda bağımsız bir devlet olarak meydana çıkması ,  savaş yıllarında bozulmuş olan dünya dengelerinin yeniden kurulması doğrultusunda  katkı sağlıyordu .
Bu nedenle , bazı batılı ülkeler  Türklere bu coğrafya  da bağımsız bir devlet vermek istememelerine rağmen , karşı kutup olan Sovyetler Birliği’nin  güneye doğru yayılmasını önlemek üzere, Türkiye Cumhuriyetini bir tampon devlet olarak benimsemek zorunda kalmışlardır . Lenin ve arkadaşları batılı emperyalistleri Anadolu toprakları üzerinde görmek istemezken , Avrupa ve Amerika ülkeleri de Sovyetler Birliği’ni Akdeniz’de görmek istememiş ve bu  durumdan yararlanan Türk ulusu da , Osmanlı imparatorluğunun merkezi bölgesinde  bağımsız bir cumhuriyet devleti kurma şansını elde etmiştir .
            Anadolu toprakları üzerinde  Sevr haritasını çizerek Balkanizasyonu  Orta Doğu’ya taşımak isteyen İngiltere ile birlikte bütün batılı devletler  doğu blokuna karşı ortaya çıkan Türk devletini öncelikle bir tampon devlet olarak kabül ederek ,Türklerin  Anadolu topraklarından Orta Asya’ya doğru  sürülmesi operasyonunu bir süre için ertelemek  zorunda kalmışlardır . İşte böylesine bir tampon devlet oluşumu ile gerçek  emperyal planların ertelenmesi  projesine ,dünya dengeleri açısından bir yüz yıllık süre tanımışlardır . Batılıların son yıllarda Türkiye için bu yüz yıllık süre olgusunu bir parantez olarak ortaya atmaları , yüzüncü yıla gelinmeden Türkiye Cumhuriyetini haritadan silmeye çalışmaları nedeniyledir . Onlara göre , Sevr planının tamamen red edilmesi anlamına gelen Türkiye Cumhuriyeti projesi , kuzey bölgesinde oluşturulan  sosyalist blokun  yayılmasının önlenmesi için, benimsenmiş olan bir geçici uygulamadır ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bu yapılanmanın da ortadan kaldırılması gerekmektedir . Sosyalist blokun yaşadığı sürece , Türkiye Cumhuriyeti bir tampon devlet olarak merkezi alanı Ruslara kaptırmamış ve daha sonraki aşamada da Nato yapılanması Türkiye’ye taşınarak , Türk devletinin batı  ittifakının sınır karakolu konumuna gelmesine yol açılmıştır . Bu yüzden Türkler kendi ülkelerinde büyük baskılar altında yaşamak zorunda kalmışlar , daha sonraki aşamada da  Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte  Avrasya kıtasının bütün bölgelerinde ortaya çıkan sıcak çatışmalar , Türkiye Cumhuriyetini bir ateş çemberinin içine çekmiştir .
            Batılılar kuruluşuna yardımcı oldukları Sovyetler Birliğinin ömrünü  varolan dünya dengeleri  nedeniyle , yüz yıllık bir zaman periyodu içinde düşündükleri için , doğu ve batı blokları arasında yer alan Kemalist Türkiye’nin ömrünü de buna dayanarak belirlemeye çalışmışlar ve bu yüzden Türkiye için bir çok yerde yüz yıllık parantez   tanımlaması kasıtlı bir biçimde  dile getirilmiştir . Cumhuriyet yüzüncü yılına doğru yol alırken  ve bir asırı geride bırakırken , batılı emperyal çevreler artık yüz yıllık parantezin kapatılması gerektiğini açıkça dile getirerek , Türkiye Cumhuriyetinin tasfiyesine giden yolları açıktan desteklemektedirler .
Osmanlı devletinin tarihe mal olmasından sonra merkezi alanda gerçekleştirmeyi düşündükleri asıl projelerini bir türlü uygulayamadıkları için ,bunların önünde koskoca bir engel olarak duran Türk devletini ortadan kaldırabilmenin arayışı içine girerek,  istemeden tanımak zorunda kaldıkları yüz yıllık paranteze bir son vermeyi hedeflemektedirler . İki öge arasında yer alan bir durumun ifade edilmesi olarak tanımlanan parantez kavramı , Türkiye ile ilgili olarak kullanıldığı zaman , yirminci yüzyılın başlarında  dünya haritasının ortalarında  yerini alan ,bir  siyasal yapılanmanın yirmi birinci yüzyılın başlarında ortadan kaldırılmak istenmesinin bağlantısını açıklamak üzere yeniden siyasal gündeme getirilmektedir . Yüz yıl öncesinin dünya dengelerinin  gündeme getirdiği Türkiye Cumhuriyeti gibi bir devlet modeline , soğuk savaş sonrasında hiç ihtiyaç bulunmadığını ve hele küresel ya da emperyalistlerin güdümündeki bölgesel projelerde kesinlikle böyle bir devlet modeline yer verilmemesini isteyen işbirlikçi ve mandacı çevreler , yüz yıllık parantezin kapatılmasını yüzleri kızarmadan talep edebilmektedirler .
            Bu yıl içinde yayınlanan bir kitapta ,Ermeni meselesinin kamuoyundaki tartışmacılarından birisiyle yapılan  söyleşiler gene “yüz yıllık parantez” başlığı altında  sunulmaktadır .Türkiye’nin doğu Anadolu bölgesinde bir Hrıstıyan devlet kurmak ve  Gregoryen Klisesinin hegemonyasını  binlerce yıllık Türk toprakları üzerine taşımak isteyen  gayrimüslim lobiler ,açıktan yüz yıllık parantez tartışmalarına kalkışarak , Atatürk’ün çağdaş ulus devletini tarihin tozlu sayfalarına geri göndermeye çalışmaktadırlar .Türk ulusunun ve devletinin kendisini yok edecek böylesine bir girişimin farkında olduğu ama uluslar arası hukuk ve demokratik rejimin gerekleri doğrultusunda hoşgörülü davranarak  barış içinde bir çözüm arayışı içine girdiği son dönemlerdeki gelişmeler ile iyice açıklık kazanmıştır .
            Yüz yıllık parantez olgusunu başlığına taşıyan kitap incelendiği zaman ,açılan parantez yüzünden  özgürlüklerin eksik kaldığı ve özgürlükçü dönüşümün yarım bırakıldığı ileri sürülmektedir . Türk milliyetçiliğinin diğer etnik kesimlerin özgürlüklerinin önünü kestiği  ve bu yüzden  özgürlükçü bir yapılanmaya gidilemediği ortaya konulmaya çalışılmaktadır . Türk ulusu ,yirminci yüzyılda yeni bir dünya düzeni kurulurken  ,yeryüzü haritasında yerini almaya çalışmış ama  toplumun diğer kesimlerinin  bu doğrultuda kendi yapılanmalarına gitmelerine izin verilmemiştir . Bir anlamda dolaylı bir Sevr haritası savunması olan kitapta , batı emperyalizminin Anadoluya Balkanizasyonu taşıması gerektiği  ve bu  doğrultuda tıpkı Balkanlarda olduğu gibi küçük küçük devletçiklerin Anadolu coğrafyasında Sevr haritası doğrultusunda oluşturulması gerektiği ,dolaylı yollardan ifade edilmeye çalışılmaktadır . Balkanlardaki küçük devletçikler benzeri yapılanmalar ile , Anadolu’da yaşayan çeşitli topluluklara kendi devletlerini kurma şansının tanınmasını savunan  gayrimüslim entelektüel  , Türk devletinin ulusal ve üniter yapılanmasına dolaylı yollardan karşı çıkmaktadır .
            Yüz yıllık parantezi konu alan kitabın son bölümünde başlık olarak parantezin kapanması ele alınmış ve  2015 yılına doğru gidilirken  , Anadolu’nun doğu bölgesinde yeniden bir Hrıstıyan yapılanmanın gündeme getirilmesi gerektiği açıkça vurgulanmaktadır . Birinci dünya savaşı sırasında Doğu Anadolu’da meydana gelen kendi devletini kurma mücadelesini Türkler ve Müslümanlar kazandığı için  , Misakı Milli sınırları içerisinde ulusal ve üniter bir devleti Türkler kurabilmiştir . Devlet kurma mücadelesini kazanan Türkler , bugün soykırım yapmakla suçlanmakta ve bu doğrultuda yabancı mahkemelerde yargılanarak mahkum edilmeye çalışılmaktadır . Toprak talebi ile birlikte ayrı bir devletin Türkiye’nin doğusunda tanınması ve bu doğrultuda  Türklerin  ülkenin doğu bölgelerinden geri çekilmesi açıkça talep edilebilmektedir .
Rusların sıcak denizlere inme hattı ile Fransızların Suriye’den Hazar bölgesine   çıkma hattı olan bölgede Büyük Ermenistan kurmak hayalleri peşinde koşanlar , Türkiye Cumhuriyetini yüz yıllık parantezin içine kapatarak , böylesine bir devletten kurtulabilmenin hesaplarını yapmaktadırlar . Batı ülkelerinin bir çoğunda alınan parlamento kararları ile Türkiye geçmişteki olaylar nedeniyle suçlanmakta  ,karşılıklı çekişme ve sürgünler sırasında  Osmanlı devletinin var olduğu unutularak , Osmanlı yönetiminin kusurları ve suçları Türk devletinin sırtına yüklenmeye çalışılarak, ciddi bir haksızlık yapılmaktadır . Osmanlı devletinden sorulması gereken hesabın Türkiye’den sorulması , tıpkı İsrail’in Romalılar döneminde sürgün edilmelerinin suçunu  zavallı Filistinliler’den sorması gibi  ortaya hukuka son derece aykırı bir durum yaratmaktadır . Osmanlı döneminden Türk devleti sorumlu tutulamayacağı gibi ,Roma imparatorluğu döneminde gerçekleşen sürgünün suçu da Filistin halkının üzerine yüklenemez . Uluslar arası hukuk böylesine çelişkili durumları ortadan kaldırabilmek üzere  günümüzde  yeni açılımlar yapmak zorundadır .
Türkiye Cumhuriyeti , ne tez , ne anti tez,ne de parantez değildir . İmparatorlukların tarih sahnesinden çekildiği bir aşamada ortaya çıkan çağdaş bir ulus devlet projesi olarak Türkiye Cumhuriyeti, günümüzde uluslar arası bütün kuruluşların hem kurucusu hem de üyesi  konumuyla  çağdaş uluslar ve devletler ailesinin onurlu bir üyesi olmaya çalışmaktadır . Bir çok engel ya da manüplasyon ile karşı karşıya kalan Türkiye Cumhuriyeti, kurucusu  büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün  söylediği gibi,  ilelebet payidar kalabilmenin çabası içerisinde olduğu için, böylesine güçlü bir devleti yüzyıllık parantezlere sıkıştırmak mümkün değildir. Üç kıtaya yayılmış bulunan Türk dünyası ile çeşitli ülkelerde yaşamını sürdürmekte olan üç yüz milyonun üzerindeki Türk asıllı toplulukların Türkiye Cumhuriyetini parantez olmanın ötesine taşıyarak, her türlü parantez kıskacının aşılmasında, Türk devletinin en büyük yardımcısı olarak dünya sahnesinde yerlerini almaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti tez, antitez ya da parantez olmanın ötesine giderek, çağdaş bir sentez olarak, yeni dönemde bütün dünyaya örnek gösterilen bir devlet konumuyla öne çıkmaktadır. 

7 Kasım 2014 Cuma

BU BİR VAHŞET VE DALÂLET; EKOLOJİ VANDALLIĞI, VATAN VE İNSANLIĞA İHANETTİR...

Köylüler barakaya kapatıldı, 6 bin zeytin ağacı kesildi!
Manisa'nın Soma ilçesi Yırca Mahallesi'nde termik santral yapılmaya çalışılan arazide Kolin Grubu'nun özel güvenlik elemanları nöbet tutan mahalleliyi barakaya kapattı. İş makinaları ile 6 bin zeytin ağacı kesildi
Kolin Grubu, dün saat 20.00 sıralarında, santralin yapılacağı Yırca Mahallesi’ndeki zeytinliklerin bulunduğu bölgeye ağaç kesimi yapmak üzere iki otobüs dolusu özel güvenlik görevlisi ile birlikte iş makinelerini gönderdi. Bu sırada bölgedeki zeytin ağaçlarının kesilmemesi için 16 gündür nöbet tutan yakınlarına yemek getiren aralarında kadınların da bulunduğu mahalle sakinleri, tepki gösterip engel olmak istedi. Tel örgülerle çevrili alana girişine izin verilmeyen mahalleliler ile termik santrali inşa edecek firmanın özel güvenlik görevlileri arasında tartışma çıktı. Tartışma özel güvenlik görevlileri ile mahalleliler arasında arbedeye dönüştü.
KÖYLÜLER KELEPÇELENİP BARAKAYA AKAPATILDI
Yaşanan arbedede, mahalle sakinlerinden Mehmet Öksüz, Kamile Çiftçi, Kerem Özkılınç ile Yırca’da zeytinliği bulunan Avukat Hasan Namak, özel güvenlik görevlileri tarafından kelepçelendi.
Karga tulumba bir kamyonete bindirilen 4 kişi iddiaya göre, inşaat sahasına yaklaşık 4 kilometre uzaklıktaki Kül Barajı olarak kullanılan mevkideki bir barakaya kapatıldı.
Özel güvenlik görevlilerinin arbede sırasında kullandığı ileri sürülen gaz fişeğinin kapsülünün isabet etmesi sonucu mahallelilerden Emin Özkılınç, başından yaralandı. Özkılınç, Beşyol Devlet Hastanesi’nde ayakta tedavi edildi.
Arbede sırasında bekçi kulübesi ile alanda bulunan bir aracın camları da kırıldı. Mahalle sakinlerinin alana girmelerine izin verilmezken, olay yerine jandarma ekipleri sevk edildi. Olaylar saat 03.00’e kadar sürdü.
MUHTAR AKIN: 6 BİN ZEYTİN AĞACI KESİLDİ
3 saat sonra da dozerlerle termik santralin yapılacağı alana girilip, aralarında hasat edilmemiş asırlık olanların da bulunduğu zeytin ağaçları kökünden söküldü. Takviye olarak jiletli tellerle çevrilen alanda termik santrali inşa edecek şirketin özel güvenlik görevlileri etten duvar örerek nöbet tutan mahalle sakinlerinin alana girişini engelledi.
Ağaçlar kesildikten sonra olay yerine giden jandarma ekiplerine, köylüler tepki gösterdi. Yırca Köyü Muhtarı Mustafa Akın "Kesilecek ağaç kalmadı, 6 bin zeytin ağacı kesildi gitti" dedi.
KÖYLÜLER YOLU KAPATTI
Mahalle sakinleri ve çevreciler, santral yapılması düşünülen bölgeye giden yolu sabah trafiğe kapattı. Jandarma yolu açmaları için köylüleri uyardı. Ancak köylüler, jandarmayı dinlemedi.
Soma Kaymakamı Bahattin Atçı da köylüleri ikna etmek için olay yerine geldi. Köylüler Kaymakam Atçı’ya, "Bu devlet bu sabah neredeydi? Burada devlet yoktu. Santrali yapacak şirket, jandarmalara rağmen ağaçları kesti. Burada dedelerimizden kalan asırlık ağaçlar vardı. Bu ağaçların hepsi katledildi. Bir zeytin ağacı 20 yılda yetişiyor. Biz şimdi ne yapacağız?" dedi.
'YERDEYKEN BİLE SALDIRDILAR'
Köylülerin bekleyişi sürerken, akşam yaşanan arbedede kelepçelenip götürülen ve ağaçların kesilmesinden sonra serbest bırakılan Turgutlu Çevre Platformu üyesi avukat Hasan Namak, yaşadıklarını şöyle anlattı:
"Yırca’da köylülerden kiraladığım 6 dönüm kadar zeytinliğim var. Ağaçların kesilmemesi için bir süredir çadırda yatıp, nöbet tutuyorum. Akşam ziyaretime gelen misafirlerim vardı. Ancak, santrali yapacak şirketin özel güvenlik görevlileri içeri almadı. Bu nedenle çıkan tartışma, arbedeye dönüştü. Bunun üzerine kendimizi hep beraber yere atıp, bekledik. Etkisiz halde olmamıza rağmen özel güvenlikler, üzerimize saldırdı. Olayların başlamasından 2 saat sonra gelen jandarmalar, müdahale edip, darp edilmemizi önledi. Gerginlik yatışınca jandarma bölgeden ayrılmak istedi. Ancak, Kolin Grubu’nun özel güvenlik görevlileri yine bize saldırmaya kalktı. Bağrışmamız üzerine jandarma geri dönmek zorunda kaldı. Bu dört kez böyle tekrar etti. Savcıyla telefonda görüşüp, ağaçların ve kendimizin can güvenliğinin olmadığını söylemek istedik ancak bu da mümkün olmadı. Gecenin ilerleyen saatlerinde jandarma, ’Şu an ağaç kesimi yok. Sabah kaymakam, savcı ve diğer yerel yöneticilerle görüşüp, orta yolu bulursunuz. Ancak, şimdi siz içeri girin, arkadaşlarınız dışarıda kalsın. Bu sorunda şimdilik böyle çözülsün’ dedi. Bunun üzerine çadıra gidip yattım. Ancak, bir süre sonra ne olduğunu anlayamadan, 10-15 kadar özel güvenlik müdahalesiyle karşılaşıp, karga tulumba uyku tulumum içinde beni götürdüler. Ardından iş makineleriyle arazilere girip, zeytin ağaçlarını katlettiler."
CHP’Lİ ÖZEL: HESABINI MUTLAKA SORACAĞIZ
Haberin devamı için ikinci sayfaya geçiniz
Köylüler barakaya kapatıldı, 6 bin zeytin ağacı kesildi!
CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, Manisa’nın Soma ilçesi Yırca Mahallesi’nde kolin Grubu tarafından termik santral kurulması planlanan alanda bu sabah tüm zeytin ağaçlarının kesilmesine ve köylülere yapılan müdahaleye tepki gösterdi. Özel, "Yırcalılar’a, zeytinliklere, hukuku ayaklar altına alarak yapılan vicdanlarımızı sızlatan bu müdahaleye, bu zihniyete yazıklar olsun?" dedi.
Milletvekili Özel, santralin kurulacağı alanda etrafı tel örgülerle çevrili olan ve köylülerin her gece başında nöbet tuttuğu kalan, 6 bin ağacın da bu sabah ani bir baskınla kesildiğini belirtip, "Haksız, hukuksuz bir şekilde Yırcalıların gözü gibi baktığı, 17 Eylül’den bu yana da korumak için savaşını verdiği toplam 6 bin zeytin ağacı katledildi. Mahkeme arifesinde, Yırca’da kesilecek hiçbir ağaç kalmadı. Şimdi, Danıştay, ’Kamulaştırma dursun’ derse bu kesilen ağaçları vali mi kaymakam mı geri verecek?" dedi.
Müdahaleler sırasında sadece zeytin ağaçlarına değil, insanlara da biber gazı ve copla saldırıldığına dikkati çeken Özgür Özel, şunları söyledi:
"Çok sayıda kişi yaralandı. Orayı korumak isteyen bir avukat, özel güvenlik görevlileri tarafından zorla 5 kilometre ötede bir yerde tutuldu. Bugün Malatya’da olmam nedeniyle Yırca’ya yetişemedim. Ama telefonda duyduğum teyzelerin çığlıkları, ağlamaları da ömürüm boyunca unutamayacağımız bir acıyı yaşattı. 16 Ekim günü Manisa Valiliği önünde Yırcalılar ile birlikte yaptığımız basın açıklamasında makama vekalet eden vali yardımcısına 70 yaşında bir amcanın söylediği şu sözleri hiç unutmayacağız, ’Askere çağırdınız geldik. Vergi istediniz verdik. Elektriği 3 gün geç ödemesem kesersiniz. Madem siz devletsiniz. Şimdi bize sahip çıkmayacaksanız ne zaman çıkıverceksiniz?’ İşte bu sözler AKP’nin vatandaşla devlet ilişkisini ne hale getirdiğini gösteriyor."
Yetkililerin köylülere hak, Kolin Şirketi’ne de yol verdiğini söyleyen Özgür Özel, "İdareciler adeta ’tavşana kaç, tazıya tut’ misali herkesi kandırdı. Şimdilik, bu mücadele zeytinler için kaybedilmiş olabilir ama Yırca’dan kolektif bir mücadele ruhu yükseldi. Eninde sonunda da kazanan bu mücadele ruhu olacak. Unutmamalı ki dün gece yaşananların bugün olmazsa yarın ama mutlaka hesabını soracağız. AKP’ye ve hükümete güvenerek kamu görevini aksatanlar da elbet birer birer hesabını verecekler" diye konuştu.
GRENPEACE’DEN TEPKİ
Greenpeace avukatı Deniz Bayram, konuyla ilgili olarak, "Güvenlik güçlerinin Yırca’daki köylülere uyguladığı şiddet ve Kolin Şirketi’nin zeytinlikleri yasalara aykırı bir şekilde yok etmiş olması kabul edilemez" dedi.
Kömür yatırımcılarının sadece zeytin ağaçlarını kesmekle kalmadıklarını belirten Bayram, "Gelecek nesillerin sağlığı ile oynuyor. Greenpeace olarak, bu süreçte köylülerin yanında olmaya devam edeceğiz, hukuki mücadele de devam edecek"  diye konuştu.
***
Zeytin Ağaçlarına Kıymayın!...
Eğitimci, Şair - Yazar
ARZU KÖK
Arzu Kök
“Manisa'nın Soma İlçesi Yırca Mahallesi'nde, yapılacak olan termik santralin kurulacağı alandaki zeytin ağaçları, bu sabaha karşı dozerlerle söküldü. Engel olmaya çalışanlar ise tartaklandı. “ Termik santral için yüzyıllık zeytin ağaçları sökülüyor, insanlar dövülüyor. Doğaya ve insanlığa ihanet değil de nedir bu?
Zeytin ağacı = Ölmez Ağacı = Sonsuzluğun Simgesi olarak adlandırılır bu ağaç. 3 büyük dinde geçen Zeytin Ağacı için söylenen ilk Latince cümle:  “olea prima arborum umnium est” yani “Zeytin bütün ağaçların ilkidir” Ve o,  yeryüzündeki ağaçların en uzun yaşayanıdır. İnsanlığın yaralarını iyi edecek merhemdir o. Lezzetli, bol enerjili besin maddesidir. Ve Karanlıkları aydınlatacak bir alevdir. 
Herkül’ün silahı  “Zeytin Dalı”ndan yapılmıştı. Zeytin Ağacını kesmek günahların en büyük olanıydı. Mısırlıların zeytin ağacının yapraklarını ezerek elde ettikleri, krallarını mumyalamakta kullandıkları kıymetli yağ... Sezar’ın Tacı da Zeytin dalındandı. Yapılan müsabakalarda kazanan sporculara Zeus’un kutsal korusundan alınan Zeytin Dallarından yapılan taç takılırdı. Ayrıca Kazanan Atletlere 140 Amfora Zeytinyağı verilirdi. Zeytinyağı, maddi zenginlik ve sağlık kaynağıydı. 
Yaşamın sürekliliğini gösteren ağaç... Barış, sevgi, dostluk, sağlık, zafer, ölümsüzlük, bilgelik, akıl, başarı ve adalet simgesi... İşte bu yüce ağaç, gövdesi kurusa bile köklerinden yeniden filizlenir. Ve yaz - kış daima yeşildir zeytin ağacı...
Hâkimler Kitabı'nda geçen bir öykü, ağaçların kendilerine kral seçmek için ilk olarak zeytin ağacına başvurduklarından bahseder: "Vaktiyle ağaçlar, kendilerine kral meshetmek için gittiler ve zeytin ağacına dediler: Bize kral ol. Ve zeytin ağacı onlara dedi: Allah'ın ve insanın bende sena ettikleri (övdükleri) yağımı bırakayım ve ağaçlar üzerinde sallanmaya mı gideyim?" Zeytin ağacından "hayır" yanıtını alırlar. Çünkü o insanlığa hizmeti görev kabul etmiştir. Başka şeyde gözü yoktur. Şimdi ise bu kutsal ağacı kesmek için, üstelik doğaya aşırı derecede zarar verecek, doğanın ve o bölgedeki belki de insanların yok olmasına neden olacak bir Termik Santral için kıyılıyor bu ağaçlara. Değer mi?
Tapusu köylülerin elinde olmasına rağmen zeytin ağaçlarının olduğu araziler köylü geçişine engellenmiş. Zeytin ağaçlarına ve arazisine sahip çıkmak isteyen köylü ise darp edilmektedir. Üstelik devlet buna seyirci kalmaktadır. Arazisine sahip çıkmak isteyen köylü darp ediliyor bir de kelepçeleniyor, hukuk ayaklar altında çiğneniyor ve devlet sessiz. Şirket nasıl ve hangi gücü arkasına almış ki böyle pervasızca hareket edebiliyor? Ahmet Arif’in şiirinde dediği gibi Yırca’da taşları bağlamışlar, köpekler başıboş geziyor. 
Soma’da tam bir hukuksuzluk hali, yargısal körlük yaşanıyor. Acele kamulaştırma, bütün her şeyin mutlak kararı gibi gösteriliyor. İlçe Tarım Müdürlüğü, kendilerinin zeytin kesme izni vermediğini söylüyor. Soma ve Manisa belediyeleri, bölgenin planlarında tarım alanı olarak geçtiğini belirtiyor. Yani orada ancak zeytincilik yapabilir deniyor. Ancak vali, kaymakam, savcının tutumu nedeniyle jandarmanın da elini kolunu bağlayan bir idari zafiyet var. Devlet köylüye sahip çıkmıyor. Oysa Atatürk “Köylü milletin efendisidir” demişti. Ve bugün gelirken “Milletin hizmetkarı olacağız” sloganı gelenler milletin efendisi köylüye her türlü eziyeti reva görüyor.
O bölge 1. sınıf tarım arazisi olarak geçiyor. Soma’nın oksijen kaynağı aynı zamanda o zeytin ağaçları. Şimdi onları keserek o bölgeyi nefessiz bırakmak, hatta daha da beteri yok etmek istiyorlar.  Bu şirket ve diğerleri yaşamı tehdit ediyorlar ve devlet bunlara kol kanat geriyor. Bu güzelim ülkenin doğası ve insanları yok olsa kimsenin umurunda olmayacak gibi.  Umarım ki bu gidişe bir son verilir. Termik santralı yerine neden rüzgar santraları yapılmıyor? Neden doğaya, insanlara zarar vermeyecek yöntemler devreye sokulmuyor? Bu güzelim ülkeden ve insanlarından bu kadar mı nefret ediliyor?
İlerleme zannediliyor bu yapılanlar. Oysa asıl ilerleme doğaya tek bir zarar vermemektir. Evet elektrik üretilmelidir ama tek bir ağaç kesilmeden, tek bir nehir yok edilmeden. Ki doğa bize bunu yapmamız için türlü imkanlar vermiş. Rüzgar enerjisinden faydalanabiliriz. Güneş enerjisinden faydalanabiliriz. Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili, dalgalardan faydalanabiliriz. Ama ne yapılıyor ülkemizde ha bre termik santral açılıyor, yapılıyor. Üstelik termik santrallerin doğaya, bulunduğu bölgedeki insanlığa zararları bilinmesine rağmen.
Unutulmasın ki kesilenler zeytin ağacıdır ve mitoloji zeytin ağacına zarar verenlerin kaderini çok iyi anlatmıştır. Rant uğruna insanlığa ve doğaya zarar verenler kendilerine ve çocuklarına da büyük zararlar verdiklerinin farkındalar mı acaba? Zeytin ağaçlarını kesmeyin efendiler. Doğaya kıymayın. Köylülere kıymayın efendiler…

24 Ekim 2014 Cuma

Bizde, "ASLAN YÜREKLİ OLDUĞUNU" iddia edenlere ithaf olunur!...

Aslan yürekli olmak! 
Dişi (Anne) aslan avladığı ceylanı yemeğe başlarken, karnında yavrusu olduğunu fark eder. Yavruyu ölmüş ceylanın karnından çekip çıkarır, lâkin iş işten geçmiş, yavru çoktan ölmüştür. 
Anne (dişi) Aslan, Anne Ceylan'ın yavrusunu yavaşça yere koyar ve ağır adımlarla bir kenara çekilip uzanır...
Yukarıdaki fotoğrafları çeken fotoğrafçı uzun süre aslanın hareketsiz kalmasından şüphelenir. Ancak bir süre sonra bütün cesaretini toplayarak aslanın yanına yaklaştığında, hayretle onun öldüğünü görür.
Alır aslanı bir Veteriner’e götürür. Dişi Aslan’ın ölüm nedeni için karnını yaran veteriner, kalbinin patlayarak parçalandığını tespit eder....
Bu fotoğrafı gördükten ve altındaki bu yazıyı okuduktan sonra anladım ki; 
Aslan yürekli olmak: “Gücüne dayanarak senden zayıfların hayatına kast etmek değil; masum bir annenin ya da mazlum bir yavrunun ölümüne sebebiyet vermiş olmanın üzüntüsüne yüreğinin dayanamaması” demekmiş...
Bizim aslanlara (!) ithaf olunur.
“Aslan Yürekli Olmak” ne demekmiş, herkes bilsin…
Sahte, sanal, sahtekâr aslancıklara da kapak olsun.

30 Eylül 2014 Salı

LÂNETLİ MUHALEFET SÖYLESİN!.. BUNLAR NEYİN NESİ? NEYİN BELGESİ?...

SK (yüksek seçim kurulu) Türk tarihine karşı sorumludur
   Ümit Yalım
CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal da Yüksek Seçim Kuruluna Başvurarak Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına itiraz etti. 09 Temmuz 2014 tarihinde Yüksek Seçim Kurulu’na Özel Kalem Müdürü vasıtasıyla 5 sayfalık bir dilekçe gönderdim. Dilekçenin ekine, Erdoğan ve Demirtaş’ın icraatlarının belgelerini koydum. Dilekçenin sonunda da,  “Yüksek Seçim Kurulu’nun değerli üyeleri, Erdoğan ve Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığını çok iyi değerlendirmeli ve verecekleri karar ile Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atmamalıdır.”  açıklamasını yaptım. Ancak Yüksek Seçim Kurulu, MHP ve CHP’nin itirazlarına ve benim göndermiş olduğum dilekçeye rağmen Erdoğan ve Demirtaş’ın adaylıklarını onayladı ve 11 Temmuz 2014 tarihinde yayımlanan Resmi Gazetede Erdoğan ve Demirtaş’ın adaylıkları kesinleşti. YSK’ya gönderdiğim dilekçe ekindeki belgeler aşağıya çıkarılmıştır.
YÜKSEK SEÇİM KURULU’NA VERİLEN DİLEKÇEYE EK-A, ERDOĞAN’IN İCRAATLARI İLE İLGİLİ BELGELER
1. 2004 Yılından bugüne kadar tam 10 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’ne ait 16 ada ve 1 kayalık Yunanistan’ın işgali altındadır. İzmir Aydın ve Muğla illeri, birisi Türk diğeri Yunanlı olmak üzere, iki vali ve iki belediye başkanı tarafından yönetilmektedir.  Vatan topraklarında Yunan askerleri dolaşmaktadır.

2.Vatan topraklarının işgal edildiği, adalarda Yunan askerinin bulunduğu ve Yunan bayrağının dalgalandığı, 18 Mayıs 2011 tarihinde Ümit YALIM tarafından belgelenmiştir.

3. Adaların Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğu İngiliz ve Amerikan haritalarında açıkça gösterilmektedir.

 4. MHP ve CHP Milletvekillerinin verdiği soru önergeleri üzerine, adaların Yunanistan tarafından işgal edildiği AKP Hükümeti tarafından kabul edilmiştir.

5. Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olan Bulamaç Adası’nda suç işleyen Türk vatandaşını, Türk Milleti adına Yunan mahkemesi yargılamıştır. AKP Hükümeti, alenen verdiği adalardaki yargılama yetkisini de Yunanistan’a devretmiştir.

6. Yunanistan işgal ettiği Türk topraklarında vergi topluyor.
7. Soma’da 301 madencimiz bir avuç kömür için hayatını kaybederken, Yunanistan işgal ettiği Sakarcılar Adası’ndaki madenlerimizi yağmalıyor. AKP Hükümeti milli kaynaklarımızın Yunanistan tarafından yağmalanmasına sessiz kalıyor.


8. Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümetleri tam 10 yıldır işgalin önlenmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Hükümet Direktifi vermediği gibi adaların boşaltılması için Yunanistan’a bir tek nota bile vermemiştir. Yani vatan toprakları alenen Yunanistan’a verilmiştir. İşgal edilen 16 Türk adası ve 1 kayalıktaki Yasama, Yürütme, Yargı, Vergi Toplama, Madenlerin kullanılması, Asker Bulundurma, ve Bayrak yetkisi Yunanistan’a devredilmiştir. Anayasa’nın 3.maddesi fiilen değiştirilmiş, Türkiye Cumhuriyeti, Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümetleri döneminde ilk defa toprak kaybı yaşayarak batıdan bölünmüştür. Tayyip Erdoğan Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesinden sorumludur.
 9. Tayyip Erdoğan, yapmış olduğu bir konuşmada “Ülkemizde ikinci bir bayrak dalgalandırmak isteyenler ihanet içindedir” açıklamasını yaptı. Erdoğan bizzat kendisini tarif ediyor. Çünkü ülkemiz topraklarında tam 10 yıldır Yunan bayrağı dalgalanıyor ve tam 10 yıldır Yunan askerleri dolaşıyor.
YÜKSEK SEÇİM KURULU’NA VERİLEN DİLEKÇEYE EK-A, DEMİRTAŞ’IN İCRAATI İLE İLGİLİ BELGELER
HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın Kandil Dağı’nda eli kanlı PKK’lı teröristler ile çektirdiği fotoğraf. Demirtaş için başka bir şey söylemeye gerek var mı ? Teröristler ile fotoğraf çektiren Demirtaş Cumhurbaşkanlığına nasıl aday olur ?
Yüksek Seçim Kurulu’nun, Erdoğan ve Demirtaş’ın  Cumhurbaşkanı adaylıkları ile ilgili olarak verdiği karar sonrasında, Türkiye’nin iç savaşa gitmesi, zaten batıdan bölünen Türkiye’nin bir de doğu ve güneydoğudan bölünmesi ve topraklarımızda Yunan bayrağına ilave olarak bir de İsrail bayrağının dalgalanması halinde, kararı verenlerin, sadece vicdanen değil aynı zamanda Türk tarihine karşı da sorumlu olacağı kaçınılmazdır…
Prof. Dr. Yusuf HALACOĞLU, TBMM Kayseri Milletvekili
Bir önceki dönem Türk Tarih Kurumu Başkanı

8 Eylül 2014 Pazartesi

Batı Medyasının Yeni Manipülasyonu; Prof. Dr. Ata ATUN

Batı Medyasının Yeni Manipülasyonu 
Prof. Dr. Ata ATUN
Yirminci yüzyılın son çeyreğine değin "Medya"yı en iyi kullanan kişi bence Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'di. Sonrasında bayrağı batı basını devraldı ve halen daha sıkı sıkıya elinde tutuyor.
Batı basını bütün dünyayı elinde fırıldak gibi oynatıyor, istediği mesajı da istediği şekilde verip olayları kendi çıkarları doğrultusunda manipüle ediyor. Kolayca haksız olanı haklı, hakkı yeneni de haksız, daha beteri canavar gibi dünyaya takdim edebiliyor.
Basının bu gücünü fark ettiğimde daha 10'lu yaşların ilk çeyreğindeydim. Kıbrıs'ta Rumlar hem biz Kıbrıslı Türkleri acımasızca öldürüyor, hem köylerimizi, evlerimizi yakıp yıkıyor, taşınır-taşınmaz mallarımıza, hayvanlarımıza, zahiremize el koyuyordu. Ben o dönem basında, özellikle de Avrupa basınında, sadece, dükkânlarda İngilizlerin evlerinden sarma kağıdı niyeti ile toplanarak bir kenara yığılmış veya yolda belde yerlere atılmış günü geçmiş İngilizce gazeteleri okuyabiliyordum, Türklerin Kıbrıs'ta isyan ettiği ve Makarios güçlerinin silahlı müdahalede bulunmak zorunda kaldığı haberleri çıkıyordu gazetelerde.
Çok şaşırıyordum, bu doğru olmayan, tek bir merkezden çıkmış, gerçeklerin ters yüz edilip  saptırıldığı, Rumların çıkarları doğrultusunda olayların değiştirilerek, dünyaya Reuters, BBC, Ajans Press gibi ünlü haber merkezleri tarafından bilinçli olarak yayılan taraflı haberleri okuduğumda.
Mutlu Barış Harekâtından sonra ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devletinin Kurucu Meclisinin hazırladığı ve halkımız tarafından oylanan ilk anayasasından sonra gerçekleştirilen Milletvekili seçimlerinde Mağusa bölgesinden UBP milletvekili seçilerek Meclise girdikten sonra Hanya'yı Konya'yı çok daha iyi anladım.
Basının ve medyanın gücü ne demekmiş, halk üzerindeki etkisi ne kadarmış, olaylar nasıl manipüle edilirmiş, basında tekel ne demekmiş ve neye yararmış, gerçekten çok iyi gözlemledim ve çok iyi anladım.
Adına "Barış Gazeteciliği" denilen eğitimlere katıldıktan sonra artık bende, amiyane tabirle "Jeton düştü."  İlk yaptığım iş dünyanın başına bela olarak tanıtılan ve terörist devlet olarak ilan edilen "Kuzey Kore" hakkında basında okuduklarımı, özellikle de batı basınında okuduklarımı bir kenara itip, "Kuzey Kore"yi hakkındaki gerçek ve manipüle edilmemiş bilgileri bulmak ve okumak oldu. Tahmin ettiğim gibi de karşımda farklı bir tablo ve bu tablonun içinde de farklı bir resim gördüm. Söylenenler ve yazılanlarla ilgisi olmayan doğrulara ulaştım.
Şimdi de hedefimde Ukrayna var
Ukrayna'da yaşananlarla ilgili olarak sadece tek taraflı yayın yaptığını düşündüğüm Batı basının yazdıklarını okumuyorum, ilaveten Rus basınını da okuyorum, Ukrayna basınını da... Çin'in Ukrayna konusunda ne dediğini ve Çin basınında Ukrayna ile ilgili olarak nelerin yer aldığını da araştırıyorum.
Ukrayna 2010 yılında Rusya ile yaptığı Kharkiv Anlaşmaları ile Rus doğalgazına karşılık toprakları içinde  Rus deniz üssü kurulmasını kabul ederken, AB'ye ve NATO’ya üyelik için başvurmayacağını kabul etmişti. Bu anlaşmaya göre Ukrayna AB ile üyelik dışında her türlü işbirliğine açık olacak, NATO ve AB ile “yapıcı işbirliği” izleyebilecek, fakat üyelik çabalarına girişmeyecekti.
Şimdi de batı basını ağız birliği etmişçesine, ülkenin doğusunun ve güneyinin Rusya tarafından işgal edildiğini yazmakta ama bu insanlarının ana dillerinin Rusça ve kültürlerinin, tarihlerinin, edebiyatlarının, geleneklerinin ve dini inançlarının Ruslarla tamamen aynı olduğundan hiç bahsetmemekte... Dolayısıyla Batı basınında çıkan haberleri okuyanlar sanki de Rusya'nın bölgeye çok uzaklardan geldiği izlenimine kapılıyorlar.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com  veya  ata@kk.tc
http://www.twitter.com/ataatun
http://www.ataatun.org 
Facebook: Ata Atun
8 Eylül 2014

21 Ağustos 2014 Perşembe

KOORDİNELİ BİR EKİP ÇALIŞMASINDAN KARELER!..



Gündemi sarsacak iddia
Türkiye’nin Musul Konsolosluğu’ndaki 49 personeli rehin alan IŞİD'in, fidye olarak Süleyman Şah Türbesi’ni istediği, hükümetin de bunu kabul ettiği ileri sürüldü.
Irak Şam İslam Devleti IŞİD'in, Musul Konsolosluğu'nda rehin aldığı 49 personeli serbest bırakma karşılığında, Türkiye'nin yurtdışındaki tek toprağı olan 928 yıllık Süleyman Şah Türbesi'ni istediği ve hükümetin de kabul ettiği öne sürüldü.
Taraf'tan Hüseyin Özay'ın haberinde yer alan iddiaya göre, Kuzey Irak ve Suriye'de gerçekleştirdiği kanlı eylemlerle tüm dünyanın tepkisini çeken IŞİD, Ankara'yı köşeye sıkıştırdı. Yaklaşık iki buçuk ay önce Türkiye'nin Musul Konsolosluğu'ndaki 49 personeli rehin alan IŞİD, bunların serbest bırakılması karşılığında 928 yıllık Süleyman Şah Türbesi'ndeki Türk askerlerinin çekilmesini istedi. IŞİD militanları ile çatışmak istemeyen Ankara ise çekilme teklifini değerlendirmeye aldı. Ancak çekilme konusunun kamuoyuna nasıl açıklanacağı konusunda formül aranıyor. Başbakan Erdoğan, Mart ayında yaptığı açıklamada, IŞİD'in Süleyman Şah Türbesi'ne saldırması halinde ''gereğinin yapılacağını'' ifade etmişti.
Taraf'ta yer alan habere göre Ankara'daki İŞİD pazarlığının perde arkası şöyle:
IŞİD'in yeni talebiyle 49 elçilik personelinin rehin alınmasıyla ilgili kriz farklı bir boyut kazandı. Daha önce, rehineler karşılığında Türkiye'den para, silah talebinde bulunan IŞİD, bu kez gözünü, Türkiye'nin kendi sınırları dışındaki tek toprağı olan, Suriye'deki Süleyman Şah Türbesi'ne dikti.
Üç hafta süre verildi
Taraf'ın hükümet kaynaklarından edindiği bilgiye göre, Suriye'de hakimiyet sahasını genişleten IŞİD, 49 rehinenin serbest bırakılması karşılığında Suriye'nin Halep kentine bağlı Karakozak Köyü sınırları içinde yer alan Süleyman Şah Türbesi'nin üç hafta içinde boşaltılmasını istedi. IŞİD, boşaltılmaması halinde türbeye saldırıda bulunabileceklerini de belirtti.
Genelkurmay'a talimat
IŞİD ile bir çatışmak istemeyen AKP Hükümeti, Süleyman Şah Türbesi'nin boşaltılmasına yeşil ışık yaktı. Hükümet bu konudaki kararını Genelkurmay Başkanlığı'na iletti. Ancak bu talimat, Genelkurmay'a IŞİD'in talebi olarak aktarılmadı. Hükümet, IŞİD'in Süleyman Şah Türbesi'ne olası saldırı ihtimaline karşılık, türbenin boşaltılması gerektiğini Karargah'a iletti. Genelkurmay da, hükümetten gelen talimat üzerine, çekilme için bir ön hazırlık yaptı. Ancak çekilme işlemi henüz başlamadı. Kamuoyuna da, olası bir çatışmanın önlenmesi için boşaltıldığı yönünde mesaj verilecek.
Osman Gazi'nin dedesi yatıyor
Ceberkalesi, Süleyman Şah Türbesi ve Süleyman Şah Saygı Karakolu'nun bulunduğu arazi, Türkiye'nin kendi sınırları dışında sahip olduğu tek toprak parçası. Sözkonusu bölge Halep'te yer alıyor. Türbede, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk padişahı Osman Gazi'nin dedesi ve Ertuğrul Gazi'nin babası olan Süleyman Şah'ın ve iki askerinin mezarları bulunuyor. 20. Zırhlı Tugayı 3. Hudut Alay Komutanlığı Hudut Taburuna bağlı askerler tarafından korunan türbe, Ankara Antlaşması ve Lozan Antlaşması gereğince Caber Kalesi ve türbe müştemilatı ile beraber Türkiye toprağı olarak kabul edildi. Türkiye bugüne kadar toprağını bayrağını çekerek ve muhafız bulundurarak korudu. 13 Mart 2014'te türbenin bulunduğu bölge IŞİD'in kontrolüne geçti. 20 Mart 2014'te IŞİD, YouTube üzerinden yayımladığı bildiride üç gün içinde boşaltılmadığı taktirde türbeyi yerlebir edecekleri tehdidinde bulundu. TSK bölgeye araç ve bordo bereli asker gönderdi.
Erdoğan, ''Gereği yapılacak'' demişti
Recep Tayyip Erdoğan, 25 Mart 2014'te Süleyman Şah Türbesi'ne yönelik tehdit ile ilgili soruya şöyle cevap vermişti: ''Böyle bir yanlışlık olacak olursa gereği neyse yapılacaktır. Bu topraklar bizim toprağımızdır. Bu topraklarda yapılacak bir saldırı aynen Türkiye'ye yapılmış bir saldırıdır.'' Erdoğan'ın halefi olarak gösterilen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise konu hakkında şunları söylemişti: ''Herkes bilir. Suriye rejimi de, alandaki bütün gruplar da bilmelidirler ki; Türkiye topraklarına herhangi bir şekilde söz konusu olabilecek bir yanlış yaklaşım veya müdahale, cevabını, mukabelesini görür ve oradaki Mehmetçiklerimizin güvenliği, bizim için 75 milyon vatandaşımızın güvenliğidir. O bakımdan her türlü tedbir alınmıştır. Şu anda durum orada stabildir, yani bir hareketlilik görülmüyor.''
REF: ©DHA_ GAZETEPORT, www.gazeteport.com.tr, Güncelleme: 21.8.2014 10:23

2 Ağustos 2014 Cumartesi

ŞİÖ, BM, NATO, AB, ABD; KÜRESEL ADALET VE EVRENSEL BARIŞ

ŞİÖ içindeki son ABD üssü de kapandı
Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'teki Manas Uluslararası Havaalanı içinde Aralık 2001'den bu yana faaliyette olan ABD askeri hava üssü düzenlenen bir törenle kapandı. Böylece, Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi ülkelerde ABD üssü kalmamış oldu.
ABD askerleri Manas Üssü'nü terk ediyor, 8 Temmuz 2014
1996'da Şanghay Beşlisi olarak kurulan, 2001 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü adını alan ve Özbekistan'ın da katılımıyla üye sayısı altıya çıkan örgüt, 2005 yılında ABD'ye Orta Asya'daki askeri varlığına son verme çağrısı yaptı. Bunun üzerine, Özbekistan'daki ABD askerleri ülkeyi terk etti.
ŞİÖ üyesi 6 ülke:
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Rusya Federasyonu, Çin
Ağustos 2007'de ŞİÖ üyesi 6 ülke, Rusya'daki Ural Dağları'nda ortak eskeri tatbikat yaptı.
2009'da Tacikistan ülkesindeki ABD üssünü kapatma kararı aldı ancak kira anlaşması 11 Temmuz 2014 tarihine kadar uzatılmıştı. ABD'nin Kırgızistan'da 2005 yılında düzenlemiş olduğu Turuncu Devrim işe yaramadı. ABD, ŞİÖ bölgesinden kovuldu.
ŞİÖ Asil Üyeleri: (haritada yeşil)
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Rysya Federasyonu, Çin
ŞİÖ Gözlemci Üyeleri:  (haritada mavi)
Moğolistan, İran, Hindistan, Pakistan, Afganistan
Diyalog Ülkeleri: (haritada mor)
Beyaz Rusya (Belarus), Sri Lanka (Seylan), Türkiye Gözlemci üyelerin ve diyalog üyelerinin asil üye olabilmeleri için, eğer varsa ülkelerindeki yabancı askeri üsleri kapatmaları ve üye oldukları askeri paktlardan çıkmaları gerekiyor.
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) temel ilkeleri
ŞİÖ toplantı salonu önünde üye ülkelerin bayrakları dalgalanıyor.
Dalgalanan bayraklar, gericilerin yüreklerine korku salıyor.
(Haziran 2012 Pekin) Soldan sağa:
Özbekistan, Tacikistan, Rusya, Kırgızistan, Çin, Kazakistan
ŞİÖ'ye üye olabilmek için tek bir kural var:
Bağımsız bir ülke olmak.
Yukarıda bayrakları yan yana dizili ŞİÖ üyesi 6 ülkeye hiçbir ülke emir ve talimat veremez.
ŞİÖ üyesi bu 6 ülkeden hiçbiri de diğer 5 üyeye emir ve talimat veremez.
ŞİÖ yönetimi de hiçbir üye ülkeye: "Şanghay kriterleri şunlardır, kanunlarını bunlara göre düzenle" diyemez.
"Anadilde eğitim hakkı verin, şunu yapın, bunu yapın" diyemez.
Çünkü tek bir Şanghay Kriteri vardır, o da her ülkenin tam bağımsız olmasıdır.
Her üye ülke, ülkesinde uygulayacağı rejimi kendisi seçer, kanunlarını kendisi yapar. Tam bağımsızdır.
ŞİÖ, tam bağımsız ülkelerin oluşturduğu bir birliktir.
Bu konuyu daha iyi kavramak için, Avrupa Birliği ile ŞİÖ'nün karşılaştırılması gerekir.
Avrupa Birliği'nin üye ülkeleri nasıl bağımlı hale getirdiği, ŞİÖ'nün ise tam tersine tam bağımsız hale getirdiği, bu karşılaştırmadan anlaşılır.
AB üyesi bir ülke bağımsızlığını şu veya bu oranda kaybederken,
ŞİÖ üyesi ülke tam bağımsızlığını daha da pekiştirir.
***
AVRUPA BİRLİĞİ
1. AVRUPA BİRLİĞİ, BİR DEVLETTİR
Avrupa Birliği ( AB ), devletlerin bir araya gelerek meydana getirdikleri herhangi bir birlik değildir. AB, bir devlet projesidir.
"Amerika Birleşik Devletleri" benzeri bir projedir.
Yani "Avrupa Birleşik Devletleri" oluşturulmak amaçlanmaktadır.
2. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ BENZERİ
Eskiden Kuzey Amerika'da elliye yakın devlet vardı.: Teksas, Vaşington, Alabama, New Jersey, Oklahoma, Columbia vesaire.
Bunlar tek bir devlette birleşerek egemenliklerini Vaşington D.C.'ye verdiler.
Artık hiçbirinin kendine ait bir ordusu yok.
Hatta şimdi bu devletlere artık "eyalet" deniyor.
Mesela Vaşington D.C. Irak'a saldırı kararı aldı. Bu karar, bütün eyaletleri (eski devletleri) kapsar. Teksas veya Alabama çıkıp da: "Ben bu savaşa katılmak istemiyorum" diyemez.
Veya Misisipi eyaleti, tek başına Meksika ile bir ticaret anlaşması yapamaz.
ABD'yi oluşturan eyaletler (devletler), ABD'den ayrılamazlar.
3. ÜYE DEVLETLER EGEMENLİKLERİNİ BRÜKSEL'E DEVREDER
İşte AB, ABD'ye benzer (tam aynı değil, ayrılık noktaları başka bir yazı konusu olabilir) bir projedir. Avrupa Birliği'ne üye ülkeler, zaman içinde, egemenliklerini kademeli olarak Brüksel'e teslim edeceklerdir. "Bu adamın resmi niye her yerde asılı", "Kemalizm'in modası geçti", "Atatürk olsaydı AB'ye girmek istemezdi" gibi söylemler, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyen Atatürkçü söylemin  yerine "Artık bağımsız devlet modası geçti, şimdi karşılıklı bağımlılık var", "Egemenlik zamanla Brüksel'e devredilir" diyen işbirlikçi söylemin geçirilmesinin ön elenseleridir. Atatürk ilke ve devrimleri tamamen tepelenmeden AB'ye girmek mümkün değildir.
4. ORTAK PARLAMENTO, BAŞKENT, BAYRAK, PARA, MARŞ
AB Devleti'nin bir parlamentosu, bayrağı, parası ve marşı vardır.
Başkent: Brüksel
Para: Avro  (İngiltere henüz katılmadı)
Bayrak: Mavi zemin üzerine İsa'nın 12 havarisini simgeleyen 12 yıldız
Marş: Beytofın'ın 9. Senfonisi
5. ORDU
AB ordusu henüz kurulma aşamasındadır. Bu ordu esas itibariyle kurulduğu zaman, AB devleti de olgunlaşmış olacaktır. Üye devletlerin orduları AB Ordusu komutanlığı'na bağlanacaktır. Türkiye'ye "ordunun sesini kes, ordu sivil yönetime tabi olsun" anlamındaki talimatlar, bu amaca yöneliktir. Türk ordusunun iradesi kırılacak ki, ilerde AB Ordu Komutanlığı'nın emirlerini kayıtsız şartsız yerine getirsin.
6. SAVAŞ
Brüksel örneğin Suriye'ye savaş açarsa, AB ordusunun bir kolu olan Türk Ordusu (tabii artık ona ne kadar Türk Ordusu demek caiz olur, bilemiyorum) Suriye'ye, AB Genelkurmayı'nın verdiği talimatlar dairesinde saldırmak zorundadır.
7. KANUNLAR
Avrupa Birliği ülkeleri, kanunlarını Kopenhag ve Maastriht Kriterleri denen kurallara uygun hale getirmek zorundadırlar. Üye devletler, kafalarına estiği gibi kanun çıkaramazlar.
8. YÖNETİM ŞEKLİ
Üye devletler, "hür demokratik rejim" denen ve içeriği Brüksel tarafından tarif edilen bir rejimle yönetilmek zorundadır. Brüksel, bu rejimin içeriğini istediği gibi yorumlayabilir, ama üye devletler istedikleri gibi yorumlayamazlar.
Mesela Avusturya'da Haider adlı kişinin başkanı olduğu parti koalisyon hükümeti kurunca, Haider'in ve partisinin faşist olup AB'ye uygun olmadığına karar veren Brüksel, Avusturya'ya baskı yaparak derhal hükümeti düşürür ve yerine Brüksel'in beğendiği bir hükümet kurulur. (Bizim hükümetin Konya Valisi'ni değiştirmesi veya Konya belediye Meclisi'ne fesh etmesi gibi) Türkiye, Türk kanunlarına aykırı hareket ettiği savıyla AKP aleyhine kapatma davası açarsa, AKP hükümetinin AB'ye uygun olduğuna karar veren Brüksel, Türkiye henüz üye olmayıp aday olduğu halde, bu davaya karşı çıkar. Bir de üye olduğumuzu düşünün. Vay halimize. Dava bile açamayız AKP hakkında.
Veya İşçi Partisi hükümeti kuracak olsa Brüksel derhal müdahale ederek hükümeti düşürür. Çünkü AB üyesi bir ülkede, AB'den çıkmak isteyen bir hükümet kurulmasına izin verilemez. Çünkü AB'den çıkmak yasaktır. AB karşıtı parti ve örgütler çete kurmak suçuyla yargılanırlar. Yani, devletler egemenliklerini Brüksel'e devrederler.
Zaten birleşik bir devlet olmanın kuralı da budur. ABD örneğinde olduğu gibi…
9. GÜMRÜKLER VE TİCARET
Aynen ABD örneğinde olduğu gibi, devletler arasında sınırlar kaldırılacak, insan ve mal - para dolaşımı serbest olacaktır.
Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerle, ancak Brüksel'in yaptığı anlaşmalar zemininde ticaret yapabilirler.
Mesela, Türkiye,  KKTC ile serbest ticaret anlaşması imzalayamaz, KKTC mallarını diğer ülkelere pazarlayamaz.
Niçin? Çünkü AB, KKTC'yi tanımamaktadır.
Mesela Azerbaycan ile, AB-Azerbaycan anlaşmaları çerçevesinde ticaret yapabiliriz.
Azerbaycan ile AB haricinde ayrı bir özel ticaret anlaşması, gümrük indirimi anlaşması vs. yapamayız.
Diğer Türk ve Müslüman ülkelerle de aynı şekilde kısıtlamaya tabiyiz.
10. TÜRKİYE CUMHURİYETİ'Nİ AVRUPA BİRLİĞİ'NE ALMAYACAKLAR
Yukardaki açıklamalara bakıp da içinize karabasanlar çöreklenmesin.
Çünkü, AB, Türkiye Cumhuriyeti'ni AB üyesi yapmayacak
11. AMA BAZI PARÇALAR AB'YE GİREBİLİR.
Avrupa Birliği, Türkiye'nin üyelik sürecini, Türkiye'yi bölmek için bir alet olarak kullanmaktadır. "AB'ye üye olacaksınız, dolayısıyla sizi denetlemek hakkımız" bahanesi ile AB kodamanları Ankara'ya uğramadan Diyarbakır'a geçmektedirler.
 "Türkiye Cumhuriyeti'ni AB üyesi yapmayacaklar" demek, "Türkiye'nin hiçbir parçasını AB'ye almayacaklar" demek değildir. Türkiye 6 parçaya bölününce, bunlardan en lezzetli olanları mesela Trakya Cumhuriyeti, Konstantinapolis Ekümenik Patrikliği Devleti, Ege Cumhuriyeti, Pamfilya Cumhuriyeti AB'ye alınabilir.
Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ile birleşip Büyük Kürdistan oluşturulur. Kars ve Erzurum Ermenistan'a verilir. Ermenistan AB'ye girince Kars ve Erzurum da girmiş olur.
Bundan başka bir şekilde AB'ye girmemiz mümkün değildir.
Çünkü, AB'yi oluşturan çekirdek emperyalist ülkeler, ancak hazmedebilecekleri kadar büyük bir ülkeyi kabul ederler. AB büyükbaşlarının "Hazmetme kapasitemize bağlı" sözlerinin anlamı budur. Geçenlerde İngiltere'de bir bakanın "Türkiye için Yugoslavya formülünü düşünüyoruz" sözleri, Türkiye'yi 6 parçaya bölme planının açık bir itirafıdır.
İkinci olarak, AB güçlü bir Türk Ordusu istemez. Onun için Türk Ordusu yenilecek, yani Türkiye'nin parçalanmasına engel olamayacak, itibarını kaybedecek, ordunun kendisi de parçalanacak ve ancak bu suretle Trakya Ordusu, Ege Ordusu, Pamfilya Ordusu olarak AB Genelkurmayı'nın emri altına girecektir. Ergenekon, Balyoz tertipleri bunun için yapılmaktadır. Bu anlattıklarıma bakıp da içinize karabasanlar çöreklenmesin.
Çünkü başaramayacaklar. Kemalist Türkiye Cumhuriyeti ilelebed tek parça olarak ve KKTC ile de bütünleşerek varlığını sürdürecektir.
Milli Hükümet, AB aday üyelik başvurumuzu geri çekecek; Türkiye Gümrük Birliği'nden çıkacak; AB Aday Üyelik Protokolü, Katılım Ortaklığı Belgesi, Müzakere Çerçeve Belgesi gibi Yeni Sevr anlaşmaları fesh edilecektir. (Milli Hükümet Programı Madde 3)
ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ (ŞİÖ)
1. ŞİÖ bir devlet değildir.
2. Üye ülkeler egemenliklerini Şanghay'a devretmezler
3. Ortak Parlamento, başkent, bayrak, para, marş da haliyle yoktur
4. ŞİÖ nün temel ilkeleri şunlardır:
4A -Bağımsızlık :
Üye her ülke bağımsızdır, egemenliklerinin bir kısmını veya tamamını bu örgüte devretme gibi bir zorunlulukları yoktur.
4B -Birbirinin iç işlerine karışmama:
Üye ülkeler birbirlerinin iç işlerine karışmazlar. 
Her ülke kendi yönetim şeklini, kanun ve nizamnamelerini tamamen kendi isteğine göre kabul eder. Bu örgüte üye ülkelerden biri sosyalist iken diğeri çok partili parlamenter sistemi, diğeri tek adam diktatörlüğünü, bir diğeri ise şeriatla yönetilmeyi seçebilir.
(Örgüte gözlemci olarak katılması kabul edilen ve geçenlerde tam üyelik başvurusu yapan İran'a hiçbir ŞİÖ üyesi ülke şeriatçı rejiminden dolayı karşı çıkmamaktadır. Ülkesinde şeriatçı ayaklanmayı kanla bastıran Özbekistan bile İran'ın üyelik başvurusunu desteklemiştir. Şeriatçı ayaklanma sırasında İran şeriatçıları değil, laik Özbek yönetimini desteklemiş ve bu tutumu ile üye ülkelerin iç işlerine karışmayacağını gösterdiğinden dolayı ŞİÖ ye gözlemci üye olarak kabul edilmiştir.)
Hiçbir üye ülkenin diğer üye ülkenin rejimini beğenmeme ve değiştirmeye kalkışma veya onun rejimi hakkında üst perdeden tavsiyelerde bulunma hakkı yoktur.
Hiçbir üye ülke diğer üye ülkeye "Askerlerini Kıbrıs'tan çek, 301. maddeyi kaldır, Ermeni soykırımını kabul et, şu kanununu şu şekilde düzelt" gibi baskılarda bulunamaz.
4C -Karşılıklı yarar :
Her ülke kendisi için yararlı olacak dış ticaret rejimini uygular.
Hiçbir üye ülke diğer üye ülkeye "Gümrüklerini indir, benden şu malı almak zorundasın, döviz rezervi olarak şu para birimini kullan" ve benzeri baskılarda bulunamaz.
4D -Teröre karşı işbirliği:
Her üye ülke, terör tehlikesine karşı diğer üye ülkelerden yardım isteyebilir (veya istemeyebilir). Herhangi bir devlette çıkan bir isyan dolayısıyla, o devlet yardım talep ettiğinde bu talebi karşılamak üzere deney sahibi olmak için ortak askeri tatbikat yapılmaktadır. Ancak üye ülke istemezse, müdahale edilmez.
Örneğin, Özbekistan şeriatçı ayaklanmayı kendi kuvvetleri ile bastırmış ve örgütten yardım istememiştir. Kırgızistan, isyanı bastıramadığı halde örgütten yardım talep etmemiş, isyancılar Kırgız hükümetini devirmiştir. Yeni Kırgız hükümeti istese idi ŞİÖ den çıkabilirdi, fakat çıkmadı.
5. Üye ülkeler istediklerinde ŞİÖ'den ayrılabilirler
İsteyen ülke örgütten hemen çıkabilir. Fakat AB'den çıkmak mümkün değildir. Örneğin bugün nasıl Teksas ABD'den ayrılma hakkına sahip değilse, ilerde AB üyesi ülkeler de aynı duruma düşecektir.
6. Gümrükler ve ticaret
Ayrıca, ŞİÖ üyesi her ülke, başka ülkelerle değişik türde birlikler (ticari birlik, askeri birlik, gümrük birliği vs. gibi) kurma hakkına sahiptir.
AB'de ve ABD'de ise böyle bir hak yoktur. Çünkü AB ve ABD birer devlettir, ŞİÖ ise bir devlet değildir. Örneğin geçen sene Kazakistan Meclisinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri Birliği kurulması teklifi öne sürülmüştür. Bu gerçekleşirse, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan aralarında birlik kuracaklardır.
Türkmenistan da "hiçbir birliğe katılmama" kararından dönerse bu birliğe katılabilir. Bu birlik, bu ülkelerin ŞİÖ üyeliği ile ters düşmez.
Aynı şekilde Rusya da Kazakistan ve Beyaz Rusya ile başka bir birlik kurmuş, bundan başka Rusya eski Sovyet Cumhuriyetleri ile Bağımsız Devletler Topluluğu isimli bir örgüt kurmuş, Çin ise ASEAN vs gibi örgütlere üyedir.
Dolayısıyla, "Türk Cumhuriyetleri Birliği" de ŞİÖ üyeliği ile çelişmez.
7. Türk Birliği için ŞİÖ'nün önemi
Türk dünyası Şanghay İşbirliği Örgütü içinde büyük ölçüde birleşmiştir.
Bu örgüte üye ülkeler Rusya, Çin, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan'dır.
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan Türk ülkeleridir.
Çin'de Uygur Türkleri var.
Rusya'da Tatarlar, Yakutlar, Altay Türkleri vs... var.
İran gözlemci olarak son toplantıya katılmış olup, geçenlerde tam üyelik başvurusu yapmıştır. İran'ın nüfusunun yarısı Türk’tür.
Afganistan'ın kuzeyinde Özbekler var.
Dışarıda Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan kalmıştır.
Türkiye'nin örgüte üye olması, Azerbaycan ve Türkmenistan'ı peşinden sürükler.
Böylece dünya Türk nüfusunun %99 undan fazlası aynı örgütte bir araya gelmiş olur.
Türk ülkeleri arasında ekonomik ilişkiler gelişir. Böylece sosyal ilişkilerin gelişmesine kapı açılmış olur.
Bu, olabilir, gerçekleşebilir bir yoldur. Nesnel olarak önümüzde durmaktadır.
Programdaki diğer bir madde de, Türkiye-Azerbaycan-İran-Suriye arasında kurulacak bir bölgesel ittifaktır. Bu sayede Suriye'de yaşayan Türkler de birlik içine alınmış olacaktır. Irak'taki Türklerle birleşme sorunu, Amerika'nın Irak'tan çekilmesi ile gerçekleşebilecektir.
Programın diğer bir maddesi, Türkiye ile KKTC'nin adım adım bütünleşmeye gitmesidir.
Günümüz şartlarında başka bir yolun olabilirliği görülmemektedir. Kıbrıs Türkleri ile Rumların bir arada yaşamaları için şartlar uygun değildir.