29 Ağustos 2011 Pazartesi

Atatürk ve Cumhuriyet Savcıları,

Mustafa Nevruz SINACI, Siyaset Bilimci-Hukukçu
 TÜRK DEVLET GELENEĞİ VE…
Mustafa Nevruz SINACI
            Genelde “Evrensel Hukuk” olarak tanımlanan, fakat gerçekte İslâm’ın yaşam biçimi ve doğrusal hayattan başka bir şey olmayan; Olağan, doğal, norm/normal kaide ve kuralların yazılı şekline kanun diyoruz. Kanunların dünya boyutunda, mutlaka özgür, hür ve örgütlü toplumlar tarafından hazırlanmış olanına da Anayasa!.. İnsani boyut ve medeni hukuk bağlamında kural: “kanunlar anayasa’ya, anayasalar da insan’a aykırı olamaz” hükmü esastır. Bunu “insan” olanlar bilir. Olmayan(hayvan)ların zaten bir hukuk, ahlâk, adalet ve bilim boyutu yoktur.
            Sonuçta: Kanunlar orijinal, objektif ve evrensel olmak zorundadır.
            Durumdan vazife çıkartılarak (kişiye özel) kanun yapılamaz.
            Kanunların mutlaka: Örf, adet, gelenek ve din temelinde oluşturulması şarttır.
Bu nedenle kanun koymak, kanunları korumak ve yaşatmak bizatihi ve doğrudan milletin hakkı ve millet memurları ile vekillerinin ödevidir. Aksi taktide, Herbert Hoover’in dediği gibi: “Kanunların tek koruyucusu, ‘oy çokluğuyla seçilmiş’ hükümetlerse, hukukun sonu gelmiş demektir!!!....”
            Cumhuriyet (milli devlet) olmanın temel şartı budur.
            [Bu nedenle, 27 Mayıs 1960’da Atatürk’ün (1924-28) Anayasası çöpe atılmış; Son Türk İnkılâbı, Atatürk ilke, eser, emanet, vasiyet ve hizmetlerine “RED” anlamında 1961 paçavrası yapılmış olup; Bu vesileyle Milli Devlet, Demokrasi, Adalet, Hukuk ve Cumhuriyet kesintiye uğratılmıştır. Bu olmazsa olmaz değerlerden büyük bölümü hâlâ devlete avdet etmedi.]   
Aksi takdirde bazı melânetten mazarrat kendini enâniyet aynasında temaşa gafletine düşmüş, şeamet erbabınca yürütülen (güya yönetilen) adının sonunda Cumhuriyet yazılı tertip ve teşekküllere “cumhuriyet” denilemez. Bunların zavallı halkı gasp-tasallut altındadır, zulme maruzdur ve kurtarılmaya muhtaçtır. Daha açık bir deyişle, mezkür halkı idare edenler meşru olmamakla; Adaletle idare etmeyenlere karşı, her türlü direniş caiz, meşru ve mubahtır.
Sonuçta ‘DEVLET” olmak zor iştir.
Dolayısıyla dünyada devlet olmayı ve yönetmeyi en iyi bilen de Türk’lerdir. 
            Türk devlet geleneğinin ana unsuru; Üzerinde şeref ve şanla yükseldiği tarihi temeli; Varlık (oluş) nedeni, hedef ve emeli kadim İslâm’dır. Daha açık bir deyişle yaklaşık 124 bin yıl önce, “Cennetten inerek” dünyayı şereflendiren ilk insan Hazreti Âdem ile birlikte vahiy olunan, yaşanmaya başlayan berrak hayat kaynağı, yüce din…
(Doğrusu Allah katında din İslâm’dır., Âl-i İmran/19)
            Hani Habil ile Kabil’e iyilik, yükseklik, erdem ve hikmeti gösteren, Cennetle Cehennem arasındaki farkı açıklayan; Evrensel bazda kısaca ‘insanlık davası’ dediğimiz haklılık, doğruluk ve dürüstlük, sağduyu (fr. Le Bon Sens) yolunu emreden vahiyler, buyruklar ve ışıklar kitabı…(Haklıların güçlülüğü meşru; Haksız, zalim ve hırsızların güçlülüğü gayrimeşru olup; İyi insan ve onurlu, sorumlu iyi vatandaş, ödül umudu ya da ceza korkusu olmaksızın iyidir. İnsan yalnız yaptığı kötülükten değil, yapabildiği halde yapmadığı iyilikten sorumludur.)
            Hâsılı kitap’ın “elif”i Hazreti âdem iledir.
            Gerçekte tek, ümmette “Hatem-ül Enbiya” son Peygamberlik ise nokta…
            İşte Namık Kemâl’in dediği gibi, Türk’ün devlet olması ve devlet kurmasındaki amâl ve efkâr, tüm insanlığın refah, saadet, güvenlik ve huzurudur. Bunun sebebi hikmeti adalet cihazı, adalet cihazının esası eşitlik ve ahlâk; Sürdürülebilirliğin teminatı Cumhuriyet Savcılarıdır.
            Sadece Türkiye’de Cumhuriyet Savcısı
            Osmanlı’da Savcılara “Müdde-i Umumi” denilirdi.
Türkiye Cumhuriyeti hariç bütün dünya da sadece “Savcı/İddiacı” denilir. Bizde, “Cumhuriyet Savcısı” denilmesinin çok özel bir önem, değer ve anlamı vardır. Kısaca, cumhur’un (halk’ın) sahibi olduğu devlet içinde “halk ve hak adına” her meselenin sahibi, sorumlusu, takipçisi ve iddiacısıdırlar.
            Yani: Cumhur halk,
            Cumhuriyet: Halkın kendi kendini idare etmesi,
            Cumhuriyet Savcısı: (ise) Halkın, kendi kendisini, doğrudan ve dolaylı olarak; Vekil tayin etmek suretiyle idare etme keyfiyetini, eylemini ifa ve icra sürecinde;. “Kendi vicdanları, asaleten temayüz etmiş yüksek şahsiyet, iffet ve karakterleri doğrultusunda, sadece ve yalnızca Yüce Yaratıcı, kamu yararı, kamu vicdanı, özgür ve evrensel bilim ışığında milletten yetki alan ve millet adına karar, hareket ve tasarrufatta bulunanlar…” demektir.
            Bu nedenle, Türk ve İslâm tarihinde olduğu ve bu gün medeni devletlerde uygulandığı üzere; Sadece ve yalnızca, “cemiyetin en asil, mutemet ve mütemayiz, keza asaleten nezahetini ispat etmiş” aile çocukları Avukat, Hâkim ve Savcı olabilir. Milletin selâmet, saadet, refah ve ‘yeryüzünde ebed-müddet’ var olma şartı için bu olmazsa olmaz bir şarttır. Hâttâ, 1960’a kadar Türkiye Cumhuriyetinde de özenle uygulandığı gibi; Asker, yüksek düzey polis ve mülkiye içinde bu esasın geçerliliği hayati zorunluluktur.
Zira bunlar “asli/asil unsurun”, (damarlarında asil Türk ve hakiki Müslüman kanı akan; Namuslu, dürüst ve demokrat vatandaşların) hakkı müktesebi ve görevidir.
***
CUMHURİYET’İN SAVCILARI
Mustafa Nevruz SINACI
Cumhuriyet’in “Müdde-i Umum’larını”, Gazi Mareşal Mustafa Kemâl Atatürk, dünya da ilk ve tek olan “Cumhuriyet Savcısı” unvanı ile şereflendirdi. Ve, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhuriyet Savcılarına şöyle hitap ederek, emanet ve vasiyette bulundu:     
 “Türkiye Cumhuriyetinde kimsesiz kimse yoktur… Kendilerini kimsesiz görenlerin, yanlarında her an haklarını aramakla, korumakla görevli Cumhuriyet Savcıları bulunduğunu asla unutmamaları ve bundan emin olmaları gerekir.
Her uygar devlette olduğu gibi, muasır Türkiye Cumhuriyeti Adalet teşkilâtında da, Cumhuriyet Savcıları çok yüksek ve son derece önemli bir görev ve makamın temsilcileridir.
Çünkü, Türk inkılâbı, çağımızda uluslara yaşama ve yükselme yeteneğini veren, en son ve en uygar ilkelerinin bir ifadesi ve Türk Ulusunun büyük fedakârlıklarıyla sürdürülen ve kazanılan çok büyük mücadelesinin eseridir.
Cumhuriyet Savcılarımızın, Türk inkılâbının icapları etrafında, en kıskanç ve uzakları gören hassas nöbetçiler olmaları, asıl görevleridir. Cumhuriyet, Türk halkının kaderini yıllarca hastalıklı ve korkunç gelenekleriyle, zulüm baskı kan ve yangınları içinde sürükleyen saltanat ve hilâfet tarihini yıktı. Bu mücadelenin asıl amaçlarından biri de, zayıf olanları, despot, kötü ve zorbaların baskısından ve entrikacıların âleti olmaktan kurtarmak ve ulusu kendi kaderine sahip kılmaktır. Bu uğurda yılmaz ve kesin kararlı inkılâp, Türk ulusunun yaradılıştan gelen yeteneğinin gelişmesi ve artırılması için gereken zemini hazırlayarak hızla ilerlemektedir.
Bütün düşüncelerin üzerinde olan insan hakları, kamu hukuku ve kamu yararının korunmasının, devlet ve hükümet gücünün mutlaka hakkaniyet, eşitlik ve adaletle sağlanması ve korunmasıyla mümkün olabileceğini önemle hatırlatırım.
Cumhuriyette devlet ve hükümet gücü, Millet iradesi ve ulusal egemenliğin en kesin ve en temel ifadesi ve görünümüdür. Türk kanunlarına dayanan bu yetki; Hak ve adaletin gücüne engel olacak küçük bir girişimin dahi,  ulusun egemenlik hakkına saldırı olarak değerlendirip, buna yeltenenlerin mutlaka mahkeme huzuruna çıkarılmasını talep ederim.
Özgürlüğü ve yasaları bir alet gibi öne sürerek, milletin en küçük bir yararını dahi tehlikeye atma hakkına hiç kimse sahip değildir. Zira devlet halinde hayat süren, medeni milletlerde, özgürlük, adalet ve hukuk ulusun emrindedir; Yüksek yararlarının gerektirdiği şekilde genişletilir, sınırlanır ve belirlenir.
Yakın tarihimizde ve eski zamanlarda, din’lerin, zorba hükümdarlar, rahipler ve çıkar unsurlarının elinde baskı aracı olması gibi bir hale, çağımızda kesinlikle izin verilemez ve hoş görülemez. Türk inkılâbına karşı koyan muhalefetin özgürlük ve yasadan yararlanmaya hakkı yoktur. Bireyin değil, bireylerin tamamını ifade eden toplumun ve devletin yararı her düşünce ve kaygıdan önce gelir. Sınırsız hak, kişisel ikbal, hürriyet ve çıkarları peşinde koşanlar, kendi menfur emellerini, yararlarını ulusun yüksek menfaat ve özgürlüğünden üstün tutanlardır. Oysa ki sınırsız kişisel hak ve özgürlükler, kişisel çıkarlar, uygar ve düzenli toplumları, devletleri yıkarak anarşiyi ve çoğunlukla da zorbalığı yaratır.
Anarşi ve zorbalık, doğrunun yanlışa, zayıfın güçlüye yenilmesi sonucunu doğurur.
Uygar milletlerde, kanun ve özgürlük, yüksek milli menfaatlerin korunması amacıyla düzenlenir ve kabul edilir. Çağdaş devlet kurmaya ve bu kuruluştan yararlanmaya karar veren toplumlarda, bu kesin bir şart ve zorunluluktur. Fert yok, millet vardır.
Zorbalık, despotluk ve monarşiyle yönetilen ülkelerde, kanun ve özgürlük, (hürriyet, adalet ve hukuk) bir kişinin veya sınıfın emellerini sağlamaya yarayan bir araç olur. Göçebe ve ilkel topluluklarda toplum değil kişinin çıkarları vardır.
Her hal-i kârda kimsesiz bireyin, kimsesi devlettir.
Türkiye Cumhuriyetinde kimsesiz birey yoktur.
Cumhuriyet, böyle bir kavramı asla kabul etmez.
İnsan hakları, eşitlik, adalet ve hukuk, milli kanunlarımızın teminatı altındadır.
Güçsüz ve kimsesizlerin yardımcısı devlet ve devletin kamu hukuku temsilcileri Cumhuriyet Savcılarıdır. Zayıf ama haklı, iyi, doğru ve dürüst, namuskâr olanların en güçlü durumda olmaları, adliyemizin en belirgin görevi, yegâne özelliği, hedef ve ülküsüdür.
Cumhuriyet, Adalet ve hukukun yükselmesini yüce bir onur meselesi saydıklarından hiç kuşku duymadığım çalışma arkadaşlarıma bu onurlu görev alanında mutlak ve muhakkak olan başarılarını coşkuyla dilerim” (Gazi M. Kemâl Atatürk, Cumhuriyet Savcılarına Sesleniş, 9 Ekim 1925)
Günümüz Cumhuriyet Savcıları, adalet, hukuk, emniyet (güvenlik) mensupları; Hâkim, Avukat, Polis ve Asker kişilere önemle ve özellikle hatırlatılır.   
ÇÜNKÜ!..
            Günümüzde namuslu, dürüst, cesur, insan’a, özgürlük ve bilim’e saygılı gazeteci-yazar kalmadığı; Objektif ve tarafsız araştırmacıların nesilleri tükendiği için; Artık Türk Cumhuriyeti yurttaşları doğru habercilik ve tarafsız yorumculuğa hasret!..
            Dördüncü kuvvet (basın-medya) acze düştü, işgal edildi ve dumura uğradı.
            Beşinci kuvvet (sivil toplum) imha, bu nam altında bedhahlar ihya ve ihata edildi.
            Gazetecilik mesleğine inşaatçı, petrolcü, hırdavatçı, marketçi ve bilumum müteahhit ve taşeronları sokan; Gazeteciliği bir adalet, fazilet ve doğruluğun, dürüstlüğün miyarı meslek olmaktan çıkartan siyasi mevtaların yedi göbek soyları ve yaşayan soytarıları kahrolsun.    
            Siyaseti, şahsi ikballerine alet edecek kadar alçak, şerefsiz, soysuz ve küstah sergerde zihniyetler karşısında vatandaş “haber alma, hakikati öğrenme ve doğruları bilme” hakkından mahrum kaldı. Medya sahasında saman, sahibinin sesi, ustalaşan uşaklar ve dezenformasyon amaçlı kirli-kârlı manipülâsyondan geçilmiyor. Ayıp, ayıp… İnsanlığı menfaatle değişen ve önlerine atılan bir kemiğe mukabil kırk takla atmaya amade sözde gazeteciler kahrolsun..
            Bu iğrenç yasal düzenlemeyi acilen ve derhal iptal ederek; Basın yoluyla işlenen faili malum cinayetler, alet olmalar, hedef göstermeler, haksız rekabet ve medyatik şike’den tutun her türlü yozlaşma, çürüme ve ahlâksızlığa yardım ve yataklığa neden; Mevcut ve mer’i basın kanunlarını değiştirmeyen hükümetin kulağına küpe olsun!..
            Bu vesileyle AKP, idare sanatının bir adalet ve hukuk faciası olduğunu;
Hüküm’ün “hikmet” i zorunlu kıldığını Cumhuriyet Savcıları, Hâkim ve Avukatlar bilsin. Genel veya bireysel, her ne hal ve şartta olursa olsun millet memurları, adalet, hukuk mensupları, askerler ve polisler; Evrensel hukuk, mutlak doğruluk, eşitlik, dürüstlük, Türk, İnsan ve Müslüman olmanın zorunlu kıldığı hakkaniyet ilkesinden asla taviz vermesin.  
Bu vatanın gerçek sahipleri: “Haklıların güçlülüğünün meşru; Haksız, despot, zalim ve hırsızların gücünün gayrimeşru” olduğunu bilsin. Ve yine bilsin ki; İyi insan, onurlu, sorumlu iyi vatandaş, ödül umudu ya da ceza korkusu olmaksızın iyidir. İnsan yalnız yaptığı kötülükten değil, yapabildiği halde yapmadığı iyilikten de sorumludur. Savcılar bunu da takip etmelidir!..