30 Haziran 2011 Perşembe

Seçim kampanyalarındaki bütün tartışmalar bitti, 12 Haziran’da millet kararını verdi ve son sözü söyledi. 14.06.2011 - 12:12

MEHMET BOZDEMİR, İDD GENEL BAŞKANI

MİLLETİN KARARI HAYIRLI OLSUN…
Seçim kampanyalarındaki bütün tartışmalar bitti, 12 Haziran’da millet kararını verdi ve son sözü söyledi. Demokrasinin güzelliğini millet olarak bir kere daha yaşadık. Seçim dönemindeki sert tartışmalar, bazen hakarete varan ithamlar ve onun oluşturduğu gerginlikler artık bir sükunete dönüşmeli ve bütün siyasi partiler milletimizin kararı üzerinde düşünmeli, değerlendirmeler ve tahliller yapmalıdır.
            İnsan en yüce varlıktır, insan toplulukları da bu yüceliği daha da değerli hale getirirler, bu topluluklardan da milletler ve devletler doğar. İnsanların yanıldığı gibi bazen insan toplulukları da yanlış yapabilirler. Netice de her şeye rağmen insanların, toplumların, halkın ve milletin tercihlerine saygılı olmak çok önemli bir insani değerdir. Bu sebeple de demokrasi çağımızın geliştirdiği çok önemli bir insani değerdir. Demokrasimizi evrensel normlara ulaştıramamış olmamız ülkemizin halen en önemli sorunları arasındadır. Bu seçimler de demokrasimizin standardını oldukça yükseltmiştir, fakat evrensel normlarda bir demokrasiye ulaşmamız için yapılacak daha çok iş bulunmaktadır. En başta yeni bir anayasa artık ülkemizin ertelenemez, vazgeçilemez bir ihtiyacı haline gelmiştir.
            Evrensel normlarda bir demokrasiye ulaşmadan ülkemizin normalleşmesi mümkün değildir. Bunun ilk şartı da ülkenin artık darbe anayasalarından kurtulup, demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri yani öncelikle insani değerleri esas alan ve insan merkezli yeni bir anayasa hazırlamak olmalıdır.
            Bütün siyasi partilerden talebimiz, artık gerginliklere son verip, yeni anayasa için bir araya gelerek büyük bir toplumsal uzlaşmaya imza atmalarıdır. Bütün halkımızın siyasetçilerden ilk isteği budur. Siyasetçilerimizin artık demokrasinin bir uzlaşma ve halka hizmet rejimi olduğunu hatırlamakta gecikmemeleri gerekmektedir. Siyasi tarihimize dönüp bir bakarsak, siyasetteki gerginliklerin ve inatlaşmalarının ülkemize ve milletimize ne kadar büyük zararlar verdiği ve çok pahalıya mal olduğu açıkça görülecektir. Milletimizin artık gerginlikler ve inatlaşmalara tahammülü kalmamıştır. Bu konuda ısrarcı olan siyasi hareketler tarihin karanlıklarına gömülecektir. Halkımız her zaman olduğu gibi, değişimden, yenilikten, barıştan ve demokrasiden yanadır.
            Milletimizin ferasetini ve basiretini, başta siyasetçilerimiz olmak üzere, bütün aydınlarımız, yöneticilerimiz ve medya bir kere dikkatle incelemelidir. İnsan topluluklarını sürü olarak görmek insanlığa yapılabilecek en büyük hakarettir ve bunu yapanlar en büyük zavallılardır.
            Sevgi, saygı, yardımlaşma, hoşgörü, şefkat, merhamet gibi insani değerlerin yoğun bir şekilde yaşandığı bir siyaset arenası milletimizin en büyük özlemidir. Siyaseti iyilikte ve güzellikte bir yarış haline getirmek en başta siyasetçilerimizin görevidir.
            12 Haziran 2011 seçimleri ülkemize, milletimize ve bütün insanlığa hayırlı olsun.  
13 Haziran 2011
Mehmet BOZDEMİR
İnsani Değerler Derneği Genel Başkanı
Ve
Demokraside Birlik Vakfı Başkanı

29 Haziran 2011 Çarşamba

prof. dr. ramazan demir,


Yeni Haçlı Seferleri Kapıda...
Bugün konuşacağımız konu tarihteki “Haçlı Seferleri” değildir... Çok yeni yöntemler kullanılarak kapımıza kadar gelmiş Yeni Haçlı saldırısından konuşacağız bu yazımızda...
Haçlılar bin yıl önce “Kudüs’e” kadar geldiler; aradan bin yıl geçti, yine geliyorlar... Bu kez kılıç-kalkan-miğfer-zırh giyimli şövalyelerle değil, nükleer başlıklı füzelerle, insansız hava araçlarıyla, elektronik istihbaratla, uzaydan görüntüleriyle...
Yeni Haçlı Seferine 2001 de başlandı; ilk hedef ülke Afganistan idi... Hiçbir zaman bulamayacakları birilerini aramak bahanesiyle Afganistan’ı işgal etmeye başladılar... İşgal işin “İkiz Kuleler” bahane olarak sunulmuştu...
Pentagonun üçüncü katına uçak saldırısı olmuştu güya...
Hâlbuki pentagonun tamamı zaten üç kattı... Eğer üçüncü kata uçak vurmuş olsaydı çevresindeki ağaçlarında zarar görmesi gerekirdi... Tek ağaç bile zarar görmemiş... Nasıl saldırı bu? Ha... Yakınında bir şey patlamış; patlayan şeyin de enkazı anında yok edilmiş; uçaksa neden enkazı yok ediliyor? Neyse geçelim...
Duruma Irak’la devam ettiler...
Sebep, Saddam’ın nükleer bombaları var diye...
İşgal edildi, bulundu mu böyle bir şey?!
Irak beklediklerinden çok farklı sonuç verdi...
Vietnam’da olduğu gibi bataklığa saplandılar, trilyon dolar kaybettiler Irak’ta... Bunun karşılığını petrol kuyularına el koyarak neyi ne için alacaklarını gösterdiler...
**
Küresel emperyalizm doymuyordu; yeni işgaller gerekiyordu sömürmek için...
İşgal olmadan sömürü devam edemezdi...
Şimdilerde Afrika’nın kuzeyinde yeni bir plan uygulanıyordu...
“Afrika Baharı” adıyla anılan operasyonun hedefinde sınırları değiştirilecek belli ülkeler vardı...
Bunun için de oralardaki “baskıcı rejim” bahane edilerek halk kışkırtılacak, baskı altındaki gruplar ayartılacaktı...
Bu işlem kolaylıkla başarıldı Sorosçu uşaklar tarafından.
Hedefte sadece bu Kuzey Afrika ülkeleri yoktu, sıraya konulmuştu; nihai hedef Orta Doğu idi, bu bölgenin yeniden düzenlenmesine karar verilmişti...
Küresel emperyalizmin patronları bir harita çizdiler masa başında; paylaşılıp sömürülecek ülkelere karar verdiler...
Tunus, Yemen, Bahreyn, Mısır derken Libya...
Libya’nın dışındakiler hemen “teslim” bayrağını çektiler... Küresel baronlar ne istiyordu, ne yapılmasını istiyorlarsa yaptılar buralardaki diktatörler...
Şimdilerde o ülkelerin yeraltı kaynakları büyük şirketler arasında paylaşılmakta...
Libya direnmeye çalışıyor enmperyal baronlara...
**
Sıra kimde?
Sıra şimdi Suriye’de mi?
Ardında İran ve Türkiye mi var?
Türkiye’yi en son hedef olarak belirledikleri belli, şimdilik Türkiye’yi amaçları için “kullanmak” en uygun rol modeli verdikleri belli oluyor...
Türkiye’deki siyasi irade aracıyla bu rolün yapılması için tüm destekler var...
Allah var; Türkiye de görevini (!) iyi yapıyor...
Nasıl mı?
Düne kadar Türkiye ile “dost” olan, “kanka” olan Libya ve onun lideri Muammer Kaddafi’nin çocuklarını ve torunlarını öldüren bomlar, Türkiye’den sevk ve idare ediliyor...
Ne mi yapılıyor?
Emperyalistlere “paranda” olunuyor...
Önce; “NATO’nun ne işi var Libya’da” diyecek başbakan...
Ardından NATO karargâhının İzmir’de kurulmasına izin veriliyor... Bu nasıl iş?...
Türkiye, Kuzey Afrika kıyılarında SG ve TOMA Füzelerine destek için savaş gemilerini yollamış...
Füzeler Libya’ya çevrilmiş durumda...
Türkiye, bu füzelerin hedefine ulaşması için gayret gösteriyor... Bu nasıl iş?...
Libya kıyılarında ABD ve AB korumacılığını yapıyor...
İzmir, NATO bombalama merkezi haline getiriliyor...
Bu nasıl iş?...
**
Düne kadar “kardeş ve dost” olan Beşar Esat şimdilerde “tu kaka” oluverdi birden... Hemen çekilmesi için telkinler yapılmakta ve elçiler gönderilmekte...
Aynı şeyler Mısır’da Hüsnü Mübarek için de yapılmıştı...
Şimdilerde Arap ülkelerinde şu kanaat yaygın; “Türkiye’den dost olmaz, ABD’nin güdümünde hareket ediyor...” diye basında yayınlar yapılmakta... Bu nasıl iş?...
**
Yeni Haçlı seferleri
Bush Afganistan’a girerken “Haçlı seferindeyiz” demişti, yıl 2001...
Sadece 2 yıl sonra, 19 Mart 2003 de;
Irak, “...halkını kurtarmak” bahanesiyle işgal edildi...
8 yıl sonra, aynı gün 19 Mart 2011 de Obama aynı sözü söyledi “Haçlı seferindeyiz” diye...
Güya Libya halkını savunmak bahanesiyle küresel baronlar Paris’te Elize Sarayında toplandılar, toplantının adı da: “Libya Halkıyla Dayanışma Toplantısı” idi...
Böyle açıklama yapıldı...
Sonuç bildirisinde; “Libya’daki sivil halkı korumak için tüm önlemler alınacaktır.”
Peki, neden Libya Halkı bu kadar önemli?
Neden Gazze’deki, Filistin’deki ölen çocuklar önemli değil bu küresel sömürücüler için?
Güldürmeyin beyler, bayanlar beni, “sivil halk” öyle mi?!
Gazze’de, Irak’ta binlerce çocuk ölürken nerdeydiniz?
Onlar sivil halk değil miydi?!
İsrail Gazze’ye misket bombalarını atarken kavrulan insanlar sivil değil miydi?
Yoksa bilmediğimiz “uzaylı” askerlerden oluşmuş Gazze’nin ordusu mu var?
**
İşgale kılıf hazırlamak...
İşgal edilecek ülkeye saldırmak için önce bazı ön şartlar oluşturulur. Saldırıya kılıf hazırlamak için bahane bulunur ya da yaratılır... Vurmak için bir ülkeyi, uydurulmuş bir terim var; “uluslar arası meşruiyet”...
Ne demektir bu?
Emperyalistlerin isteklerine ve menfaatlerine uygun olan ne varsa o demektir...
Bizleri soyup soğana çeviren Küresel Çeteciliktir...
Herkes adına karar veren ve tepede olan, sayıları az etkileri fazla bir azınlıktan bahis ediliyor...
**
Kimlerdir bunlar?
“Uluslar arası camia” diye söylenen şey...
Ne yapar bunlar?
Bu uluslar arası camia dedikleri bakınız neleri yapıyormuş;
*Sömürmek istedikleri ülkeleri önce parçalara ayırırlar...
*Ülkelerin kaynaklarını bölüşürler...
*Sömürürler...
*Karşı geleni terbiye için Yeni Haçlı Seferleri düzenlerler...
*Kendilerine itaat edecek bir yönetim kadrosunu hazırlarlar...
*Sonuçta yerüstü ve altı zenginliklerini sömürmeye başlarlar.
İşte bu “uluslararası camianın” verdiği karar sonucu oluşan durumdur...
**
Ölen ölür...
Korunacağı söylenen sivil “halktan ölen ölür, kalan ekonomik kaynaklar bizimdir” yeter emperyal baronlara, onları paylaşırlar...
Bunun adı da “uluslararası meşruiyettir...”
Meşruiyetin anlamı, emperyalizmin çıkarları neyi emrediyorsa onu yapmak demektir...
Petroller, yeraltı cevher ocakları, akarsular, boğaz suyolları, hava sahaları, deniz kıta sahanlıkları kontrol altında tutulur, gelirleri uluslar arası patronların kasasına yönlendirilir...
**
BM kararları...
BM ve NATO kararları, küresel sömürücü bu patronların çıkarları doğrultusunda kararlar alır ve uygularlar...
İşte bunun adı da “uluslar arası camianın kararı” olur...
Bir ülkede, bir grup tehdit altındaymış gibi alt yapı hazırlanır, medya aracılığıyla birileri hedefe konulur, sürekli yayınlarla insanlar inandırılır, beyin yıkaması yapılır...
Tehdit altında olduğu belirlenen grubun “haklarını korumak” için devreye emperyal baronlar girer.
Küresel baronlarla ilişkileri vardır bu tehdit alan grupların... Önce oraya iyi niyet elçileri gönderilir, ardından ambargo söylemleri başlar, yaptırımlar...
Sonra karar verilir bombalanır, tahrip edilir...
Önce tahrip ederler sonra da “imar” için oraya gidip sömürürler...
Sonuç...
Küresel emperyalizmin Afrika’daki değişik ülkeler için harcadığı miktar 3,5 trilyon civarında...
Bahane olarak “El Kaide” gösterilerek Afganistan işgal edildi... İkiz kuleler bahane edilerek Afganistan’da çok kalınacağı kesin... Yetkilisinden tapu gibi itiraf var; “Afganistan’da hiçbir zaman bulamayacağımız birilerini aramaya gideceğiz” diyen Pentagon yetkilileri...
Saddam’ın olmayan nükleer bombaları bahane gösterilerek Irak işgal edildi ve bölündü...
Yalanlarla, medya yayınlarıyla halkın beyni yıkandı...
Sürekli aynı yerler tehdit edilebilir...
Şimdi sıra Suriye’de; eğer karışıklık dinmezse mezhep çatışması olur ve tüm sınır komşuları da karışır...
Başta Türkiye, Lübnan, İran ve İsrail etkilenir...
Haçlı seferleri gelir kapımıza dayanır...
İşte size hayatın gerçeklerinden birkaç kesit...
Bunlar komplo teorileri değil olanın tespitidir...
Prof. Dr. Ramazan Demir
20.6.2011  www.r-demir.com

27 Haziran 2011 Pazartesi

usulen tespit ve tefhim!...........

AKP % 40.37, CHP % 21.06
Mustafa Nevruz SINACI
Seçimden tam 9 gün sonra, 23 Haziran 2011 – Perşembe günü Yüksek Seçim Kurulu “12 Haziran 2011 tarihli 24’üncü, ‘usulen parlâmenter tespit ve tefhim’ tatbikatının” resmi sonuçlarını açıkladı.
Şimdi; “Bu seçimin namusu CHP ve MHP’den sorulur” ile “Akıl, bilim ve gerçeğin ışığında analiz” başlıklı makalelerimde, ısrarla vurguladığım hayati bir konuyu hatırlatmak; Fiili ve hukuki muhatapları “kamu vicdanı adına” sorgulamak istiyorum:
Şöyle ki:
Kendi beyan, yayın ve ifadelerine göre, “her sandıkta asgari 2 görevlisi” olan CHP, MHP ve BDP ‘emek, özgürlük (?) demokrasi (!) bloğu’ niçin YSK’dan önce veya akabinde ellerindeki sandık başı, teslim-tesellüm ve birleşik tutanak sonuçlarını kamuoyuna açıklayıp tekzip yahut tasdik beyanında bulunmadı? Bu ne kadar basit, ilkesiz, anlamsız ve tutarsız bir particilik? Her fırsatta YSK’nu suçladıkları ve “güvenilmez” yaftası ile damgaladıkları halde;  Onurlu, dikkatli ve sorumlu bir biçimde takip etmez; Buna rağmen, özellikle kendi ihtiras, “kast-ı mahsus” ve cehaletlerinden kaynaklanan mesnetsiz suçlamalarını ısrarla sürdürürler!..
Yüksek Seçim Kurulu’nun elbette “başkanından, ilçe seçim kurulu hâkimleri ve en dip sandık başı görevlilerine kadar” takdir, tensip ve tasvip edilecek yanı yok. Vaktiyle Demokrat Parti olarak bunlardan çektiğimiz çile, yediğimiz fırça, maruz kaldığımız azar, istihza, inat ve aşağılamalardan illallah etmiştik. Fakat bütün bu olumsuzluklara rağmen “biz” saygıda kusur etmedik. Usulde hata yapmadık. Hukuki takipte ihmalkâr olmadık.
Sonuçta: Zorla da olsa YSK’yı hak, adalet ve hukuk’a vesile kıldık.    
Şimdi soruyorum: Şu an şikâyet konusu sürecin idare, idame ve hatasız icrası için kaç sorumlu vatandaş, kaç dikkatli siyasi parti dilekçeler vererek, itirazlar yaparak, hatırlatma, uyarma ve duyurularda bulunarak veya davalar açarak sürecin sağlıklı biçimde oluşmasına ve işlemesine katkıda bulundu? Göründüğü kadarıyla benim verdiğim ve ‘biri hariç’ diğerlerine hiçbir cevap alamadığım başvurular dışında, pek de alâkadar olan çıkmamış!...
Kaldı ki; AKP sekiz yıldır abuk-sabuk, amaçsız ve anlamsız Anayasa değişiklikleri peşinde koşarken ben; siyasi partiler ve seçim yasalarına dikkat çekebilmek için uğraş verdim. Netice ortada. “Yasa dolanma” fikrinin mucidi sahteci bezirgânlar, adalet ve hukuktan zerrece anlamayan, sözde yasa’cı danışılanlar sayesinde memleket karmaşa, kalkışma/kaos, anarşi ve terör, tehdit ortamına itildi. Üstelik göz göre, göre…       
            Şimdi gelelim YSK tarafından açıklanan “kesin” sonuçlara:
Türkiye geneli kayıtlı seçmen sayısı (cezaevi dâh) 50.237.343  
Yurtdışı kayıtlı seçmen sayısı                              2.568.979
Seçmen sayısı Türkiye toplamı                         52.806.322
Gümrükler dâhil oy kullanan seçmen sayısı       43.919.948
Gümrükler dâhil “geçersiz” oy sayısı                      973.185
Gümrükler dâhil “oy kullanamayan” seçmen s.    8.886.394
Bu Sonuçlara Göre “Hesabın Gerçeği”:
1. Seçime Katılma Oranı:         % 87.16 değil, % 83.18
2. AKP’nin aldığı oy:    % 49.80 değil,             % 40.37
3. CHP’nin aldığı oy:    % 25.98 değil,             % 21.06
4. MHP’nin aldığı oy:   % 13.02 değil,             % 10.55
5. BDP’nin aldığı oy:    % 06.59 değil,             % 05.34 olup;
Yurt içinde oy kullanmayan (6.451.678) ve oy kullandırılmayan (2.439.696) yurt dışı seçmeni ile cezai takibe uğramamak için sandığa gidip “iptal” oyu kullanan (973.185)’i alıp;, Toplam (9.864.559)’e (muhtemel 750.000 dolayında) iddia edilen “kayıt dışı” seçmeni ilâve ettiğimizde; Katılım oranı derhal % 80’in altına; ‘orta malı-sahte/sanal’ oyların ispatı halinde ise katılım oranı % 70’e ve AKP oyları % 30’a düşer. Unutma!.. “Adalet mülkün temelidir” (Mülk = Devlet)