“VE EMRUHUM ŞÛRÂ BEYNEHUM”...
Atatürk'ün soyağacı
Tuncay DEĞİŞ (tuncay degis <tdegis69@yahoo.com>)
Atatürk kimin çocuğu?
“Lütfen sonuna kadar okuyun...”
Vasilis Dimitriadis, 1955-1984 yılları arasında Selanik’te
bulunan Makedonya Devlet Arşivi’nin müdürlüğünü yapmış, Girit Üniversitesi’nden
emekli olmuş 86 yaşında bir tarih profesörü.
2010 yılında 80 yaşındayken Yunanistan’daki arşivleri didik
didik tarayarak yazdığı “Bir Evin Hikâyesi; Selanik’teki Mustafa Kemal
Atatürk’ün Evi ve Ailesi Hakkında Türkçe ve Yunanca Belgeler” adlı çalışması
Türk Tarih Kurumu tarafından altı yıl sonra basıldı. Aslında 6 yıllık bir
gecikmeyle basıldı demek daha doğru.
Çünkü, Dimitriadis 2010 yılında kitabını yazdıktan sonra
Selanik’teki Türkiye Konsolosluğu’na teslim etmiş, konsolosluk kitabı ve
belgelerin yer aldığı cd’leri Dışişleri Bakanlığı’na, onlar da Türk Tarih
Kurumu’na göndermiş. Kitap tarih kurumunun bilirkişileri, çevirmenler, sebebi
belirsiz düzeltme talepleri ile altı yıl bekledikten sonra nihayet geçen yıl
yayınlanabildi.
Gecikmenin sebebi meçhul. Ama üzerine az şey yazılmış bu
kitap sayesinde ilk defa Atatürk hakkında “1881 yılında Selanik’te doğmuştur.
Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi’den” daha fazla şey biliyoruz
artık.
Profesör Dimitriadis, Selanik Ahmed Subaşı Mahallesi Numan
Paşa Sokak No: 6’daki meşhur Pembe Ev’in arşivlerde izini sürerken sadece evle
ilgili değil, Atatürk ve ailesi hakkında da ilk defa ortaya çıkan ve bugüne
kadarki pek çok şehir efsanesini bitirecek belgelere ulaşmış.
Öncelikle bugün Selanik’te hâlâ Atatürk’ün doğduğu ev olarak
ziyaret edilen ama bazı yerlerde “aslında o Atatürk’ün evi değil, sonradan ona
yakıştırılmış” denen ev gerçekten Mustafa Kemal’in doğduğu ev.
Evin bulunduğu semt Selanik’te Türklerin yaşadığı Bayır adı
verilen bölge. Semtin adı Rumeli Beylerbeyi Koca Rasim Paşa’nın yaptırdığı
camiden geliyor. Evin bulunduğu bölgede oturan erkekler genelde kereste işiyle
meşguldüler.
Bu erkeklerden birinin adını iyi biliyoruz; Ali Rıza Efendi.
Çocukluğumuzda okul köşelerindeki tek kare resmi dışında ilk defa bu kitapla
Ali Rıza Efendi’yi biraz daha yakından tanımış oluyoruz. Kitaptaki emlak
kayıtlarına göre onun da mesleği “Keresteci”. Ama daha ilginci kayıtlarda ilk
kez Ali Rıza Efendi’nin 18. yüzyıla kadar uzanan şeceresi yer almakta. Şecereye
göre Ali Rıza Efendi’nin babasının, yani Mustafa Kemal’in büyükbabasının adı
Ahmed. Ali Rıza Efendi’nin büyük babasının adı ise Mustafa. Yani Mustafa
Kemal’e dedesinin adı verilmiş.
Kayıtlarda Zübeyde Hanım’ı da daha yakından tanımamızı
sağlayan bilgiler var.
Zübeyde Hanım’ın ailesi o çağa göre nadir olan kadınların
iyi eğitim aldıkları bir aile. Babasının adı Ömer, eşinin adı Halil olan
büyükannesi Emine, “Molla” sıfatıyla kayıtlarda yer alıyor. Bu dinî eğitim
almış kadınlara verilen bir sıfat. Teyzesi Fatma da “Molla” olarak geçiyor.
Zübeyde Hanım’ın annesinin yani Mustafa Kemal’in anneannesinin adı Ayşe,
babasının yani Mustafa Kemal’in büyükbabasının adı ise Feyzullah (Onun
babasının adı da İbrahim)
Zübeyde Hanım’ın meşhur kargaların kovalandığı çiftlik
hikâyesinde geçen kardeşi, yani Mustafa Kemal’in dayısının adı ise Hüseyin Ağa.
1899’dan önce öldüğü dışında hakkında fazla bilgi yok…
Farsça “kasımpatı” anlamına gelen çok sık kullanılmayan bir
isme sahip olan Zübeyde Hanım’ın belgelerde şahsi mührü de var. Mühürde
“cüllat-i güldar-i Zübeyde” yazılı. Yani “İçinde kasımpatı çiçekleri olan
palmiye yapraklarından yapılmış sepet.”
Kitaptaki belgelere göre 1875 yılından önce yapıldığı tespit
edilen Pembe Ev’in ilk sahibi Ferhad oğlu İskender’dir. Evin üç el
değiştirdikten sonra 1877 yılının Aralık ayında Hatice Zarife tarafından
52/72’lik hissesi Keresteci Ahmed oğlu Ali Rıza’ya satılır. Geri kalan
hisseleri ise Mart 1878’de Feyzullah kızı Zübeyde alır. Kayıtlarda Zübeyde Hanım’ın
eşinin adıyla değil de babasının adıyla geçmesinin sebebi evi satın
aldıklarında belki evlenmemiş, belki nişanlı olmaları ya da kayıtlarla ilgili
bir sorun olabilir. Ama 1878’de ev toplamda 13.500 kuruşa Ali Rıza Efendi ve
Zübeyde Hanım çiftinin olmuş. Belediyeden bir mimarın gelip ölçülerini aldığını
yine kitaptaki emlak kayıtlarından öğrendiğimiz ev, dokuz oda bir mutfaktan
oluşan büyük bir konak ve 341 m2’lik bir arsa üzerine kurulu. Üç yıl sonra
1881’de bu evde Mustafa dünyaya gelecek ve sekiz yıl bu evde yaşayacaktır.
Yine kayıtlardan Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım’ın
evlerinin hemen yanında beş odalı başka bir ev daha inşa ettirdiklerini de
öğreniyoruz. Hatta bu mülkleri daha sonra aralarında paylaştırmışlar ama
paylarını ortak kullanmaya devam etmişler. Ta ki 1887’ye kadar...
1887 yılında yani Mustafa Kemal 6 yaşındayken Ali Rıza
Efendi hayatını kaybeder. Tam ölüm tarihi ve ölüm nedeni kayıtlarda mevcut
değil ama mirasının “şeri mahkeme” tarafından tasdik edildiği 13 Nisan 1877’den
önce vefat ettiği kesin. Keresteci Ali Rıza Efendi’nin mirası eşi, oğlu Mustafa
ve kızları Makbule ile Naciye arasında bölüştürülmüş. Atatürk’ün az bilinen kız
kardeşi Naciye’nin adı ise en son Ocak/Şubat 1888’de emlak kayıtlarında geçmiş.
Kitaba göre muhtemelen bundan kısa bir süre sonra hayatını kaybetmiş.
Ali Rıza Bey’den kalan miras ailenin o günlerde maddi olarak
zor günler geçirdiğini gösteriyor. Defni için 500 kuruş harcanan Ali Rıza
Efendi’den Zübeyde Hanım’a 751 kuruş, oğlu Mustafa’ya mirasın yüzde 44’ü olan
1.929 kuruş ve iki kızına da 964’er kuruş kalmış. Tabii bir de ederi 35.010
kuruş olan bir ev. Ama kayıtlarda Ali Rıza Efendi’nin Selanik’teki “Stambul
Çarşısı” esnaflarından Nuri Efendi’ye 28.800 kuruş borcu olduğu görülmekteydi.
Nuri Efendi mahkemeye başvurarak Ali Rıza Efendi’nin, borca karşılık evini
rehin olarak verdiğini iddia eder ve Pembe Köşk’ü ister. Mahkemede Zübeyde
Hanım bu borcu inkâr eder. Mahkeme kayıtlarındaki belgede Nuri Efendi’nin bariz
şekilde sarhoş olduğu ve mahkemeye sunduğu belgenin bağlayıcı olmadığı
yazmaktadır. Sonunda mahkeme evin Zübeyde Hanım’da kalmasına karar verir. Ama
Zübeyde Hanım eşinin vefatından kısa bir süre sonra küçük evi satar, büyük evi
de rehin vererek Mustafa ve Makbule’yi yanına alıp Selanik yakınlarındaki
Langaza’daki ağabeyi Hüseyin Ağa’nın yanına taşınır. Ama Mustafa’nın iyi bir
eğitim sürmesini isteyen Zübeyde Hanım, onu yine Selanik’teki evlerine yakın
teyzesi Fatma Molla’nın yanına gönderir. 1899’da annesi vefat eden Zübeyde
Hanım’a teyzesinin oturduğu bu ev miras kalır. Ardından daha küçük bir eve
geçerler, 1906’da aile tekrar Pembe Köşk’e döner. Bu arada 1908’de artık bir
subay olan Mustafa Kemal’in de aynı mahalleden iki ev aldığını öğreniyoruz.
İlginç detaylardan biri de Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Abbas. Günün
sonunda Selanik kaybedilince Zübeyde Hanım, üç evini bırakarak İstanbul’a
gidiyor. Ama ikinci eşi Ragıp Abbas Selanik’te kalıyor. Evlerin mülkiyeti için
dava açıyor ama kaybediyor. Evler önce terk edilmiş mallar olarak tescilleniyor,
sonra başkalarına satılıyor. 1933 yılında Selanik Belediye Meclisi Pembe Evi
satın alarak Atatürk’e hediye ediyor. Aslında satın aldıkları evin Zübeyde
Hanım’ın mülkü olduğunu bilmeden... Kitap bir polisiye gibi bu evlerin izini
sürüyor. Ama bence en dikkat çekici yeri Ali Rıza Efendi’nin mirasında bir
miktar parası ve ev dışında sıralanan kalemler:
45 kuruş değerinde 6 sof ceket ve bir yelek
20 kuruş değerinde 1 köhne pantol
40 kuruş değerinde 1 palto
20 kuruş değerinde 1 sandık
5 kuruş değerinde Lügat-i Osmani
10 kuruş değerinde Miftah’ul Kulub
Mirastaki son maddede duralım. Miftah’ul Kulub yani
“Kalplerin Anahtarı”, Abdülkadir Geylani’nin 15. göbekten torunu Muhammed Nuri
Şemseddin Nakşibendi’nin (1801-1863) yazdığı hâlâ daha basılan ehl-i tariklerin
en çok rağbet ettiği, tarikat yoluna girenlere okutulan popüler kitaplardan
biri.
Şöyle başlıyor:
“Bu eserin derlenip yazılmasına kalkmaya ve başlamaya sebep
olan durum şudur: Hicrî 1259 (M. 1843) yılı rebiülâhir ayında, kendi hücremizde
teveccüh halindeydik. Bu hâlde bulunduğumuz sırada; Enbiyanın Sultanı Evliyanın
Asfiyanın Müttakilerin Baş Tacı Efendimiz Hazretleri zuhur etti. Allah, ona.
salât ve selâm eylesin.
Bu hiçbir şey hükmünde olan kula; ihsan, mürüvvet, lütuf ile
şöyle buyurdu:
-Nuri, evlâdım, vakitler bir başka oldu. Âşık, sadık, mana
yüzünü görmeyi isteyen ümmetlerim; esenlikle yollarını bulup hoşnutluk yoluna
bel bağlayarak vuslat sırrına nail olsunlar.
Sofilerden bazısı da; arada vasıta olmadan takvası üzere
giderek, yollarını düzeltmek için özlerine bir kabiliyet gelsin. Zira, bir alay
kimseler vardır ki; ehlullah kisvesini giymiş, kemer bağlamış, başına taç
giymiş, şeriatıma da itibar etmemiş durumdadır. Geçen hâlinden ve tecellisinden
söz ederek; ehlullahın yazdıkları risalelerden ve şiirlerden ezberleyip meclis
meclis gezip o hâllerden dem vururlar...”
Mirasında çocuklarına bir Osmanlıca sözlükle birlikte bu
kitabı bırakan keresteci Ali Rıza Efendi’nin de ehl-i tarik olduğunu (Kadiri ya
da Nakşi) tahmin edebiliriz. Mustafa Kemal ise 1925 yılında bu kitabı
okuyanların tekke ve zaviyelerini kapatmıştı. Muhtemelen bu kitap da uzun
yıllar yasaklı kitaplar listesinde yer aldı. Bu başlangıcı yüzünden çokça
eleştirilen kitabın ancak 1976 yılında Latin harfleriyle basılması bunu
gösteriyor. Yine de emin değiliz.
Babasından miras kalan kitap hâlâ kütüphanesinde mi diye
merak edip Anıtkabir sitesindeki Atatürk’ün kitapları bölümüne bakarsanız,
benim gibi bulamayabilirsiniz. Belki de depodadır.
Ama Vasilis Dimitriadis’in “Bir Evin Hikâyesi” muhakkak kitaplığınızda
olmalı. Kitabı okurken, borç içindeki keresteci babasından az bir parayla
birlikte bir tasavvuf kitabı miras kalmış, dedesi Mustafa’nın adını taşıyan,
iyi bir dinî eğitim almış güçlü bir annenin himayesinde yetişmiş Mustafa
Kemal’in şahsında bütün bir 200 yıllık sorunlar, travmalar gözlerinizin önünden
geçiyor. Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de Meclis’i açarken arkasındaki levhada
Şûrâ suresinin 38. âyeti asılıydı:
“Ve emruhum şûrâ beynehum”...
(..İşleri de aralarında şûra iledir;..)
(..İşleri de aralarında şûra iledir;..)
Orada emredildiği gibi işlerimizi hâlâ istişare ile
yürütmeye, daha çok konuşmaya, birbirimizi anlamaya ihtiyaç var. Çünkü ortak
bir hikâyenin çocuklarıyız...
Verilen bilgiler için teşekkür eder ve herkesin öğrenmesini dilerim.
YanıtlaSilTarihi değeri yüksek bu bilgileri kütüphanelerimize kazandıranlara sonsuz teşekkürler. Bu metinden haberdar olmama vesile olan ağabey değerli dostum Şükrü Server Aya'ya; İngilizce'ye çeviren dostum Gemi İnşa Mühendisi Emre Serbest'e en derin şükranlarımı sunuyorum.
YanıtlaSilBir de yukarıdaki metin kaleme alınırken gözden kaçmış ufak bir noktaya -düzeltilmesi dileğiyle- dikkat çekmek isterim. ".... Tam ölüm tarihi ve ölüm nedeni kayıtlarda mevcut değil ama mirasının “şeri mahkeme” tarafından tasdik edildiği 13 Nisan 1877’den önce vefat ettiği kesin." cümlesindeki yıl, 1887 olmalı !..)