30 Aralık 2011 Cuma

Arzu KÖK

KADIN VE ANAYASA

Arzu KÖK
08 Aralık 2011,
Yasalar her zaman soyut kavramlar üretirler. Yasa dili ‘herkes’ der, ‘her kim’ der, ‘kişi’, ‘birey’ der. Ancak biliyoruz ki aslında kastedilen kavramlar somut olarak varsıl, beyaz yakalı ve erkek olanı tanımlar. Yoksulsanız, azınlık iseniz, farklı cinsel yöneliminiz varsa, hasta ya da sakatsanız, yaşlı iseniz, kadınsanız yasalardaki ‘herkes’ olamazsınız.
Yeni Anayasa taslağında ‘eşitlik’ kavramı ‘Herkesin…. Ayrım gözetmeden kanun önünde eşitliği….’  olarak tanımlanmış. Ardından da ‘kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korumayı gerektiren kesimler için alınması gereken tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz’ deniliyor.
Böylelikle ‘eşitlik’ kavramın biçimsel yaklaşılıyor, eşit konumda olmayanlar için gerçek eşitliğin söz konusu dahi olamayacağının altı çiziliyor. Bu  yasaların uygulanabilirliği bir yana aslında yapılan ‘insan onurunun zedelenmesidir.’ Kadınları hiçe saymak, bir kesimi kollayan, içinden konuşan tedbirlerle toplumu hukuksuz bırakmaktır bu. Merak ediyorum doğrusu: “Aydınlığa mı, karanlığa mı tedbir gerekiyor?” Kadınları tek tek  evlere kapatıp başlarını kapatmak yetmedi, şimdi toplu olarak bir merkeze kapatıp başlarını kapatacak, seslerini kısacaklar anlaşılan.
Hangi tedbirin kadınların yararına olacağına, hangisinin olmayacağına yine erkekler mi karar verecek? Kadınlar seslerini çıkarmayacaklar mı? Ama öncelikle kadın kendini bir tanımalıdır. Nedir kadın, gerçekte var mıdır? Kadın olmak bir doğuş yazgısı mıdır, yoksa sonrasında toplumsal mıdır? Günümüzde yaşatılan kadın imgesi gerçek kadın kimliğiyle ne ölçüde uyum sağlıyor? Çoklu cinsiyetlerin kaderiyle nasıl bir bağlantı kurulabilir?
1982 Anayasası ve sonrası yapılan tüm değişikliklerde kadın-erkek ilişkisi erkek egemen düzenin bakış açısına göre düzenlenmiştir. Anayasada olan ‘kadın-erkek eşit haklara sahiptir’ hükmü sözde kalmaktan ileri gidememiştir. Kurallar eril olduğundan, onların bakış açısıyla bir kadın yaratılır ve onların gereksinimlerini güya karşılayan anlamlarla yorumlanır. Böylece de kadın kendi varoluş özellikleriyle çelişir. Anayasada kadın, kendisi olarak değil, ataerkil  toplumun imajına uygun olarak, ’eş’, ’anne’ sıfatlarıyla temsil edilir.
Anayasanın sivil olması, yapıcı organının sivil olmasından öte anayasanın özünün demokratik olması demektir. Bu Cumhurbaşkanı yemininde değinildiği gibi ‘herkesi insan haklarından, temel özgürlüklerden yararlandırmayı’ olanaklı kılmasıyla mümkün olacaktır.
Kadının temel hak ve özgürlüklerinin içeriği açısından, anayasayı bağlayan metin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesidir. (CEDAV) Bu belgede kadın hakları başka yasalardan farklı olarak, kadının toplumsal durumunun açmazı açısından ifade edilir. Belge, kadının insan haklarından tam yararlanamadığı tanısını koyar ve haklara ulaşmak için karşılaşacağı olumsuzlukları gidermenin altını çizerek temel hak ve özgürlükler bağlamında, kadına karşı ayırımı cinsiyete bağlı olarak yapılan bir ayrımı dışlama ve sınırlama olarak tanımlar.
Yasa, kadın da insandır, cinsiyet farkı nedeniyle hakları yok edilmemeli, önündeki toplumsal engeller kaldırılmalıdır der. Ancak bunu tüm dünyada başarabilen tek ülke dahi yoktur. Çünkü eril dünyada kadının kendisi yoktur, kendisine yabancıdır. Kadın erkeklerin tasarımına göre istenilen kadın olmaya çalışırken kendi benliğini, yitirmiştir. İnsan gibi yaşama, yaşayabilme hayalleri çökmüştür.
Aslında gerçek anlamda kadınlığın ne demek olduğunu bilen ve insan gibi yaşamak isteyen kadınlarımız için bu süreç belki de bir dönüm noktası olacaktır. Yeni bir anayasa gündemde. Bu anayasaya bir şekilde tüm kadın örgütleri müdahale etmeli ve özellikle CEDAV incelenerek cinsiyetlerinin değil, insan oldukları gerçeğinin altı çizilmelidir.
Laiklik adına meydanları dolduran kadınlarımıza sesleniyoruz: Şimdi kendi haklarınız için. İnsanlık onurunuz için savaşma vaktidir. Kendinizi daha önceki yıllarda olduğu gibi erkeklerin hazırlayacağı ve sizleri hiçe sayan kanunlardan kurtarmak sizlerin elindedir. Mücadele edin ve kazanın. Zira Türk Kadını’nın tüm dünya kadınlarından daha cesur ve yürekli olduğu kanıtlanmış bir gerçektir. O halde bu gücünüzü kendi haklarınızı alırken de kullanın.
Arzu Kök

27 Aralık 2011 Salı

bir "domuzluk" ve gerçek soykırım: Hocalı!..

Fransız’dan dost, domuzdan post olmaz..
Mustafa Nevruz SINACI
            Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sırasında, günümüz (UN) Birleşmiş Milletler Teşkilâtının atası sayılan Cemiyet-i Akvam (1919 -1946); Türkiye’ye “belirli şartları yerine getirmesi koşuluyla üyelik başvurusunda bulunabileceğini” bildirir. Akabinde, ABD’li bir gazeteci Atatürk’le röportaj talebinde bulunur.
            Bu röportajda Atatürk’e “Cemiyet-i Akvam’a üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulduğunda, “Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz” dediğini, bunun üzerine Cemiyet-i Akvam yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen tek ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu biliyor musunuz?...
            Peki, ya Türkiye Cumhuriyeti’nin fevkalâde onurla başlayan 31 Temmuz 1959 tarihli AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) Ortak Pazar’a rica, minnet ve davet üzerine gerçekleşen resmi başvurusu; 1960 (1963) sonrası ne kadar rezil, aşağılık ve iğrenç bir sürece dönüştü!..
            Bu şerefli ve şanlı yakın tarihten, şu geldiğimiz noktaya bakın..
            Tek kelimeyle rezalet, felâket ve utanç verici..
            İKİYÜZLÜ AMERİKA
            Fazla değil, daha geçen yıl bu sıralar, henüz TC’nin tapusu ve hukuk-u düvel tescil belgesi “LOZAN” ı tanımayan, ikiyüzlü, kalleş ve leş kargası Amerika’nın “Ermeni Tasarısı” derdine düşmüştük. Millet ayağa kalkmış, ortalığı bir panik sarmıştı. Eşbaşkanlık rica minnet, el pençe divan havalarına girmiş, melânet Yahudi lobileri dolar yağmuruna tutularak himmet etmeleri istenmiş, rüşvet ve iltimasla kirlenen iğrenç bir furya yaşanmıştı. Her yıl Nisan ayına doğru tekrarlanan bu utanca rağmen mesele kapanmaz; Demokles’in kılıcı misal, ağırlıklı bir tehdit, kâbus, melânet musibet, belâ ve pislik kabilinden tepemizde asılı kalır...
            1971’den bu güne defalarca yazdık, binlerce kişiye söyledik, onlarca sözde Mebus, namı diğer parlamenter ile de mutabık kaldık… Zuhuru toplu mezarlar, resmi belgeler ve canlı şahitler ile sabit; 1908 – 1919 dönemi Ermeni komitacıları Taşnak ve Hınçak tarafından “BİR MİLYON 500 BİN” Türk-Müslüman’a uygulanan kalleşçe ve alçakça soykırım olmak üzere:, Amerika’nın Kızılderili, İnka ve Aztek; Günümüz domuzlarının Azerbaycan Karabağ, Hocalı ve Bosna-Hersek katliamlarını yasayla tanıyıp, “soykırım” olarak ilân edelim diye…
            Mümkün olmadı. Kamuoyuna açıklandığına göre teklif tasarısı hazırlanmıştı.
            Sonra ne oldu bilinmez? Akıbet belirsiz!... Demek ki bizde Millet Vekili yokmuş..
            KANCIK VE KALLEŞ FRANSA
            Şimdi bu, tarih boyu hamisi olduğumuz bu domuz nesli başımıza belâ. Keferenin derdi Ermeni falan değil; Haçlı seferleriyle başlayıp, İstiklâl Savaşımızla noktalanan hezimetlerinin kuyruk acısı. Dahası, ezel-ebet rakibini AB kapılarında pinekletip, soykırım iftirası üzerinden, dâhili bedhah, dönme ve devşirme Valeri Boyer’i kullanarak öç almaya çalışarak keyfetmek..
            Üstüne üstlük, muhatap bile almadıklarının ‘naçiz’ önleme çabalarına karşı; 23 Aralık 2011 günü Fransa Cumhurbaşkanı N. Sarkozy, 'soykırımı inkâr yasası' hakkındaki görüşlere ‘karşılıklı saygı gösterilmesi gerektiğini’ söyleyerek;. Açıkça, küstahça Türkiye’nin 49 sapık müfteriye saygı göstermesini istiyor ve: "Türk dostlarımızın inançlarına saygılıyım, büyük bir ülke, büyük bir uygarlık, inançlarımıza saygı göstermeliler, Fransa kimseye ders vermiyor, ama Fransa ders almak da istemiyor. Fransa egemen şekilde siyasetini belirliyor" diye apaçık meydan okuyor ve "Fransa izin istemiyor, Fransa’nın inançları, insan hakları, hatıraya saygısı var" diyerek, ülkemizde “yeni Osmanlıcılık” oynamaya kalkışanlara rest çekiyor, gerçek bu… 
OYSA; Türkiye’yi idare edenlerin, velev ki Türk olmasalar bile, en az Macaristan’ın Milliyetçi Parti Başkanı Vona Gabor kadar Türk ve İnsan olabilip, güncel Hocalı, Srebrenika ve Irak soykırımını, yasal olarak tanımaları gerekir ve beklenirdi. İşte mesele bu!.. Sonuçta, şu parlâmenterlerin tamamı bir araya gelseler, bir “Vona Gabor” etmeyecekler..
Ülkemizin politik-ACI'ları kahrolsun. Yazıklar olsun onların tamamına ki; "mukabele-i bil misil" yapmaları şart olmuşken demagoji yapıyor ve Sarkozi kadar bile olamıyorlar. 
Bari şunu bilseler: “Fransız’dan dost olmaz, domuzdan post olmaz.” 
 “HOCALI SOYKIRIMI" 
(NEDEN?.. TBMM'DE DEĞİL'DE!..)
MACAR PARLOMENTOSUNDA
Mustafa Nevruz SINACI
            Hani ne demiştik?, “Fransız’dan dost, domuzdan post olmaz” konulu makalemizde:
OYSA; Türkiye’yi idare edenlerin, velev ki Türk olmasalar bile, en az Macaristan’ın Milliyetçi Parti Başkanı Vona Gabor kadar Türk ve insan olabilip, güncel Hocalı, Srebrenika ve Irak soykırımını, yasal olarak tanımaları gerekir ve beklenirdi. İşte mesele bu!.. Sonuçta, şu parlâmenterlerin tamamı bir araya gelseler, bir “Vona Gabor” etmeyecekler!..
Ülkemizin politik-ACI'ları kahrolsun. Yazıklar olsun onların tamamına ki; "mukabele-i bil misil" yapmaları şart olmuşken demagoji yapıyor ve Sarkozi kadar bile olamıyorlar. 
Bari şunu bilseler: “Ayı’dan post olmaz, domuzdan dost olmaz.”
            ATTİLÂ’NIN GERÇEK VE ASİL TORUNLARI
Türkiye’den yana hiç bir kaygı, kuşku ve korkusu olmayan Ermenistan, Macaristan’da olup bitenler karşısında şokta: Çünkü hiç umulmadık bir zaman ve beklenmedik bir biçimde; "Hocalı Soykırımı" özgür ve egemen Macaristan parlamentosunda. Macaristan’da, Milliyetçi Parti JOBBİK ve onun genç, kadirşinas, dürüst, demokrat ve karizmatik Başkanı Vona Gabor, Türk’lerden sevgiyle bahsetmekte, “atalarımızın bir olduğuna” işaretle “hepimizin Attila’nın torunlarıyız" diyor. JOBBİK’in lideri Vona Gabor, bunun yanı sıra "Hocalı Soykırımını" bir AB üyesi olan Macaristan’ın Parlamentosu’na taşıyarak, Ermenileri çok şaşırttı ve bir AB üyesinden hiç ummadıkları bir şekilde kazdıkları kuyuya düşürdü.
SÜRPRİZ BİR HAMLE
Dünya genelinde 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanınması için propaganda yürüten Ermenilerin bu arzularının aksine Macaristan ani ve sürpriz bir hamle ile Hocali Katliamını parlamentosuna taşındı. Meydanı boş bulduğu için, sözde Ermeni soykırımı furyası, yalan ve iftiralarıyla dünya parlamentolarında Türkiye’yi her fırsatta hain tuzaklara düşürüp, parçalama ve bölme uğruna köşeye sıkıştırmaya çalışan Ermenistan, bu kez kendi oyununa geldi.
Ermenistan, 1963’den bu güne tüm dünya genelinde 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanınması için lobilerini yürütürken, Türk hükümetlerinin aksine Macaristan'dan çok ilginç bir tepkiyle karşılaştı. Macar Parlamentosu, "Ermenilerin Dağlık Karabağ’da Azerbaycanlılara karşı toplu katliam gerçekleştirdiğini" tanıyan bir karar tasarısını gündeme aldı.
Habere göre, tasarı çok yakın bir zamanda oylanacak. Tasarı Ermeni cephesinde şok etkisine neden oldu. Ermenistan hükümeti tasarıya tepki göstererek, kabul edilmesi halinde ‘Macaristan’ın uluslararası imajının sarsılacağını’ savundu. Öte yandan Macaristan’ın attığı bu olumlu adımı Türkiye’de ve birçok uluslararası medya organında yer aldı ve memnuniyetle karşılandı. Dağlık Karabağ’da 26 Şubat 1992’de Ermeniler tarafından gerçekleştirilen Hocalı katliamında 613 çocuk, kadın ve erkek hunharca öldürülmüştü.
Tasarıyı gündeme getiren Jobbik ve Vona Gabor:
Son zamanlarda Orta Avrupa’dan, AB üyesi Macaristan’dan bir dost sesi yükseldi.
Macar (Hungarya) Milliyetçi Partisi JOBBIC’in Başkanı Vona Gabor, “Türkler ile Macar’ların aynı kökenden geldiğini” ileri sürdü. Macaristan’da son seçimlerde yüzde 17 oy alarak ülkenin 3’üncü büyük partisi olan milliyetçi, sağcı Jobbik’in lideri Gabor Vona, "Türkiye ile yakınlaşmalıyız" deyince Avrupa’daki ırkçı fanatik ve primitiflerin hedefi oldu. Macar lider, kendisini eleştirenlere "hepimizin Attila’nın torunlarıyız" sözleriyle yanıt verdi.
2002’de sağ eğilimli öğrenciler tarafından kurulan Macar Jobbik (daha iyiye) Partisi, katıldığı ilk seçimlerde yüzde 2 gibi düşük bir oy almasına rağmen, 2010’daki son seçimlerde adeta patlama yaparak yüzde 17 ile ülkenin 3’üncü büyük partisi haline geldi.
Meclise 47 vekil sokan partinin genç lideri Gabor Vona, AB üyesi Macaristan ve Avrupa’nın en gözde politikacılarından biri oldu. Mitinglerinde milliyetçi görüntüler veren, taraftarları tek tip üniforma ve kol bandı takan Jobbik, faşist olduğu konusundaki eleştirilere, "Biz sağcı bir parti bile değiliz. Sadece vatanseveriz" diye yanıt verirken seçim sloganı olarak da kendine, "Macaristan Macarlarındır" sözlerini seçmişti. (23.12.2011, Ajans ve Gazeteler)