KADIN VE ANAYASA
08 Aralık 2011,
Yasalar her zaman soyut kavramlar üretirler. Yasa dili ‘herkes’ der, ‘her kim’ der, ‘kişi’, ‘birey’ der. Ancak biliyoruz ki aslında kastedilen kavramlar somut olarak varsıl, beyaz yakalı ve erkek olanı tanımlar. Yoksulsanız, azınlık iseniz, farklı cinsel yöneliminiz varsa, hasta ya da sakatsanız, yaşlı iseniz, kadınsanız yasalardaki ‘herkes’ olamazsınız.
Yeni Anayasa taslağında ‘eşitlik’ kavramı ‘Herkesin…. Ayrım gözetmeden kanun önünde eşitliği….’ olarak tanımlanmış. Ardından da ‘kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korumayı gerektiren kesimler için alınması gereken tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz’ deniliyor.
Böylelikle ‘eşitlik’ kavramın biçimsel yaklaşılıyor, eşit konumda olmayanlar için gerçek eşitliğin söz konusu dahi olamayacağının altı çiziliyor. Bu yasaların uygulanabilirliği bir yana aslında yapılan ‘insan onurunun zedelenmesidir.’ Kadınları hiçe saymak, bir kesimi kollayan, içinden konuşan tedbirlerle toplumu hukuksuz bırakmaktır bu. Merak ediyorum doğrusu: “Aydınlığa mı, karanlığa mı tedbir gerekiyor?” Kadınları tek tek evlere kapatıp başlarını kapatmak yetmedi, şimdi toplu olarak bir merkeze kapatıp başlarını kapatacak, seslerini kısacaklar anlaşılan.
Hangi tedbirin kadınların yararına olacağına, hangisinin olmayacağına yine erkekler mi karar verecek? Kadınlar seslerini çıkarmayacaklar mı? Ama öncelikle kadın kendini bir tanımalıdır. Nedir kadın, gerçekte var mıdır? Kadın olmak bir doğuş yazgısı mıdır, yoksa sonrasında toplumsal mıdır? Günümüzde yaşatılan kadın imgesi gerçek kadın kimliğiyle ne ölçüde uyum sağlıyor? Çoklu cinsiyetlerin kaderiyle nasıl bir bağlantı kurulabilir?
1982 Anayasası ve sonrası yapılan tüm değişikliklerde kadın-erkek ilişkisi erkek egemen düzenin bakış açısına göre düzenlenmiştir. Anayasada olan ‘kadın-erkek eşit haklara sahiptir’ hükmü sözde kalmaktan ileri gidememiştir. Kurallar eril olduğundan, onların bakış açısıyla bir kadın yaratılır ve onların gereksinimlerini güya karşılayan anlamlarla yorumlanır. Böylece de kadın kendi varoluş özellikleriyle çelişir. Anayasada kadın, kendisi olarak değil, ataerkil toplumun imajına uygun olarak, ’eş’, ’anne’ sıfatlarıyla temsil edilir.
Anayasanın sivil olması, yapıcı organının sivil olmasından öte anayasanın özünün demokratik olması demektir. Bu Cumhurbaşkanı yemininde değinildiği gibi ‘herkesi insan haklarından, temel özgürlüklerden yararlandırmayı’ olanaklı kılmasıyla mümkün olacaktır.
Kadının temel hak ve özgürlüklerinin içeriği açısından, anayasayı bağlayan metin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesidir. (CEDAV) Bu belgede kadın hakları başka yasalardan farklı olarak, kadının toplumsal durumunun açmazı açısından ifade edilir. Belge, kadının insan haklarından tam yararlanamadığı tanısını koyar ve haklara ulaşmak için karşılaşacağı olumsuzlukları gidermenin altını çizerek temel hak ve özgürlükler bağlamında, kadına karşı ayırımı cinsiyete bağlı olarak yapılan bir ayrımı dışlama ve sınırlama olarak tanımlar.
Yasa, kadın da insandır, cinsiyet farkı nedeniyle hakları yok edilmemeli, önündeki toplumsal engeller kaldırılmalıdır der. Ancak bunu tüm dünyada başarabilen tek ülke dahi yoktur. Çünkü eril dünyada kadının kendisi yoktur, kendisine yabancıdır. Kadın erkeklerin tasarımına göre istenilen kadın olmaya çalışırken kendi benliğini, yitirmiştir. İnsan gibi yaşama, yaşayabilme hayalleri çökmüştür.
Aslında gerçek anlamda kadınlığın ne demek olduğunu bilen ve insan gibi yaşamak isteyen kadınlarımız için bu süreç belki de bir dönüm noktası olacaktır. Yeni bir anayasa gündemde. Bu anayasaya bir şekilde tüm kadın örgütleri müdahale etmeli ve özellikle CEDAV incelenerek cinsiyetlerinin değil, insan oldukları gerçeğinin altı çizilmelidir.
Laiklik adına meydanları dolduran kadınlarımıza sesleniyoruz: Şimdi kendi haklarınız için. İnsanlık onurunuz için savaşma vaktidir. Kendinizi daha önceki yıllarda olduğu gibi erkeklerin hazırlayacağı ve sizleri hiçe sayan kanunlardan kurtarmak sizlerin elindedir. Mücadele edin ve kazanın. Zira Türk Kadını’nın tüm dünya kadınlarından daha cesur ve yürekli olduğu kanıtlanmış bir gerçektir. O halde bu gücünüzü kendi haklarınızı alırken de kullanın.
Yeni Anayasa taslağında ‘eşitlik’ kavramı ‘Herkesin…. Ayrım gözetmeden kanun önünde eşitliği….’ olarak tanımlanmış. Ardından da ‘kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korumayı gerektiren kesimler için alınması gereken tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz’ deniliyor.
Böylelikle ‘eşitlik’ kavramın biçimsel yaklaşılıyor, eşit konumda olmayanlar için gerçek eşitliğin söz konusu dahi olamayacağının altı çiziliyor. Bu yasaların uygulanabilirliği bir yana aslında yapılan ‘insan onurunun zedelenmesidir.’ Kadınları hiçe saymak, bir kesimi kollayan, içinden konuşan tedbirlerle toplumu hukuksuz bırakmaktır bu. Merak ediyorum doğrusu: “Aydınlığa mı, karanlığa mı tedbir gerekiyor?” Kadınları tek tek evlere kapatıp başlarını kapatmak yetmedi, şimdi toplu olarak bir merkeze kapatıp başlarını kapatacak, seslerini kısacaklar anlaşılan.
Hangi tedbirin kadınların yararına olacağına, hangisinin olmayacağına yine erkekler mi karar verecek? Kadınlar seslerini çıkarmayacaklar mı? Ama öncelikle kadın kendini bir tanımalıdır. Nedir kadın, gerçekte var mıdır? Kadın olmak bir doğuş yazgısı mıdır, yoksa sonrasında toplumsal mıdır? Günümüzde yaşatılan kadın imgesi gerçek kadın kimliğiyle ne ölçüde uyum sağlıyor? Çoklu cinsiyetlerin kaderiyle nasıl bir bağlantı kurulabilir?
1982 Anayasası ve sonrası yapılan tüm değişikliklerde kadın-erkek ilişkisi erkek egemen düzenin bakış açısına göre düzenlenmiştir. Anayasada olan ‘kadın-erkek eşit haklara sahiptir’ hükmü sözde kalmaktan ileri gidememiştir. Kurallar eril olduğundan, onların bakış açısıyla bir kadın yaratılır ve onların gereksinimlerini güya karşılayan anlamlarla yorumlanır. Böylece de kadın kendi varoluş özellikleriyle çelişir. Anayasada kadın, kendisi olarak değil, ataerkil toplumun imajına uygun olarak, ’eş’, ’anne’ sıfatlarıyla temsil edilir.
Anayasanın sivil olması, yapıcı organının sivil olmasından öte anayasanın özünün demokratik olması demektir. Bu Cumhurbaşkanı yemininde değinildiği gibi ‘herkesi insan haklarından, temel özgürlüklerden yararlandırmayı’ olanaklı kılmasıyla mümkün olacaktır.
Kadının temel hak ve özgürlüklerinin içeriği açısından, anayasayı bağlayan metin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesidir. (CEDAV) Bu belgede kadın hakları başka yasalardan farklı olarak, kadının toplumsal durumunun açmazı açısından ifade edilir. Belge, kadının insan haklarından tam yararlanamadığı tanısını koyar ve haklara ulaşmak için karşılaşacağı olumsuzlukları gidermenin altını çizerek temel hak ve özgürlükler bağlamında, kadına karşı ayırımı cinsiyete bağlı olarak yapılan bir ayrımı dışlama ve sınırlama olarak tanımlar.
Yasa, kadın da insandır, cinsiyet farkı nedeniyle hakları yok edilmemeli, önündeki toplumsal engeller kaldırılmalıdır der. Ancak bunu tüm dünyada başarabilen tek ülke dahi yoktur. Çünkü eril dünyada kadının kendisi yoktur, kendisine yabancıdır. Kadın erkeklerin tasarımına göre istenilen kadın olmaya çalışırken kendi benliğini, yitirmiştir. İnsan gibi yaşama, yaşayabilme hayalleri çökmüştür.
Aslında gerçek anlamda kadınlığın ne demek olduğunu bilen ve insan gibi yaşamak isteyen kadınlarımız için bu süreç belki de bir dönüm noktası olacaktır. Yeni bir anayasa gündemde. Bu anayasaya bir şekilde tüm kadın örgütleri müdahale etmeli ve özellikle CEDAV incelenerek cinsiyetlerinin değil, insan oldukları gerçeğinin altı çizilmelidir.
Laiklik adına meydanları dolduran kadınlarımıza sesleniyoruz: Şimdi kendi haklarınız için. İnsanlık onurunuz için savaşma vaktidir. Kendinizi daha önceki yıllarda olduğu gibi erkeklerin hazırlayacağı ve sizleri hiçe sayan kanunlardan kurtarmak sizlerin elindedir. Mücadele edin ve kazanın. Zira Türk Kadını’nın tüm dünya kadınlarından daha cesur ve yürekli olduğu kanıtlanmış bir gerçektir. O halde bu gücünüzü kendi haklarınızı alırken de kullanın.
Arzu Kök