DİL'im BELA'M... (*)
Yalçın
KOÇAK
Biz Anadolu doğumlu insanların, İ.Ö. 5000 yıllık bir medeniyetler
beşiği toprakların üzerinde yaşıyor olmamızdan mı, yoksa Anadolu kadınından
doğmaktan mı nedir?, misyon dedikleri güne, gündeme, takvime, tarihe karşı
sorumluluklarımız, taahhütlerimiz adeta çeyiz sandığı gibi bohçaları açıldıkça,
artarak devam ediyor.
Bu topraklar krallar, prensler, nice komutanlar, padişahlar, sultanlar
ve de hazinelerini, sırlarını, kültür ve medeniyetlerini saklıyor. Her vurulan
kepçeden, kazmadan adeta bir söylev, bir vasiyet, bir name fışkırıyor.
Tabi okuyabilene, idrak edebilene...
Kendi atalarımızın 1071 den çok ama çok önce Anadolu’ya sahip
olduklarını bize mağaraların taş duvarlarına kazınmış tamgalar ve yazıtlar
şimdi, şimdi söylüyor…
Niye?,..
Bu güne kadar bunları Avrupalı bilim adamlarına okutmuşuz, biz
okumamış, okuyamamışız. Cahil ve aciz bırakılmışız. Alfabemizin mücadelesini
vermemişiz, Dilimizin mücadelesini vermemişiz. Tarihimizi, destanımızı onlar
yazmış. Kahramanlarımızı, hainimizi onlar bize belletmiş!.., Gelen de aynı
hamam, aynı tas misali devam etmiş.
Öğretilerimizi sorgulamalıyız, öğretenlerimizi hırpalamalıyız, onları da
doğruyu bulmaya, öğretmeye zorlamalıyız diye yazdık…
Biz, bize öğretilenlerle dünya egemenleriyle satranca oturamayız, ezik
kalırız, mağlup başlarız dedik olmadı, yazdık.
Olanlar ortada…
Nereden başlayalım;
Elbette ki tarladan coğrafyadan, ne ekelim?..
Sorulur mu egemen İngiliz neyi ekiyorsa onu.
Yani DİL'imizi…
Yunus Emre enstitülerimizi niye kurduk, yurt dışı akraba toplulukları
teşkilatımızı neden kurduk? Birilerinin bendeleştirdiklerine, hısıma, akrabaya,
yandaşa, paydaşa kadro temin etmek için değil herhalde.
Dünya egemenleri (ne demekse) saymışlar; “dünyada konuşulan diller
olarak” 1.Çince, 2. İspanyolca, 3.Hintçe, 4. İngilizce ve 5.Türkçe, diye tespit
etmişler.
Tabi bizde, tarihimiz gibi, alfabemiz gibi, kayıp haklarımız gibi,
sürgünlerimiz, tehcirlerimiz, yağmalanan değerlerimiz gibi bu işe de taraf
olmamış, bu hesap yanlış biz 5. değil aslında 3. konuşulan dil ailesindeniz
dememiş, diyememişiz.
Niye biliyor musunuz?,
Sıfatlarını batıdan, maaşlarını bizden alan bıyıksız adamlar yüzünden.
Sıfatı milli olmayanın, milli değerlerle ne ilgisi alakası olabilir ki
zaten!...
Hz İsa'nın doğumu 6 sene noksan dedik, şimdi oraya geldiler..
Onbeş yıl önce bunu haykıran sn Aytunç Altındal’ı tazminata mahkûm
ettirdiler.
Zamanımızı çaldınız, sıfır meridyen İstanbul’undur çaldınız. Grenwic'e
götürdünüz. Sahte bir coğrafya kongresiyle dünyaya kabul ettirdiniz. Ama tarihi
değiştiremediniz…
Doğu ve Batı Roma neyin batısı neyin doğusu?..
Tarih yalan kusuyor.
Astro fizikçilerimiz susuyor.
Tıpkı coğrafyacılarımızın sustuğu gibi,
Niye suskunlar? Sıfatlarının sahiplerini kızdırmamak için,
İstanbul’la, Londra’nın meridyenleri arasındaki yaşayan milyonlarca
insan burçlarını yanlış okuyor. Yalan’la kandırılıyor.
Uşak müzesinden çalınan Karun hazineleri broşundan çok daha kıymetli
İstanbul’un gerdanlığı, zamanın sıfır noktası... Haritaların başlangıcı,
borsaların açılışı, ezan'ın ve zamanın başlangıcı ve mihengi olmak..
Türkçemizin, dil'imizin mücadelesini kıyasıya vermemiz, kültür
coğrafyamızı iğfal edilmekten kurtarmamız lazımdır.
2023 vizyonlarında Bavyeradan-Mançuryaya, İşkodradan-Kamboçyaya bu
dilin mücadelesi verilmeli.
Tarla ve tohum müsaittir, bu tohum ve bu tarla birbirine aşinadır.
Üçüncü bin Türk asrı olacaktır.
Bu ütopik bir istek veya tespit değildir. Günün götürdüğü gerçektir. On
yıllık bir dil hamlesiyle, yirmi yıl sonra ki ihracatımız bir kaç onlu trilyon
dolar olacaktır.
Bırakın insanlarımız siyah beyaz gördükleri rüyalarını hangi dilden
görürse görsün, bırakın analarımız kendi dilinden söylesin balasının ninnisini,
bırakın mahkemeler hangi dilden isterse dağıtsın adaletini, Biz ticaretin
diline bakalım, Üretelim, üretelim, satalım.
Zenginlik ve refahımızı artıralım.
Üreyelim, üreyelim çoğalalım.
İşte Avrupa üretti ama üremeyi unuttu…
İşte Afrika üredi, ama üretmeyi öğretmediler.
O da bizi bekliyor.
Haydi...
(*) Dil ile imtihan'ımız...
(*) Dil ile imtihan'ımız...