20 Nisan 2018 Cuma

"YENİ CUMHURİYET PROGRAMI" - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

YENİ CUMHURİYET PROGRAMI
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
 GİRİŞ:
            Yirminci yüzyılın  başlarında imparatorluklar   dağılırken, ortaya çıkan ulus devletlerden birisi olan Türkiye Cumhuriyeti  aradan  bir asır geçtikten sonra, yirmi birinci yüzyılda  yoluna devam ederek  kurucu önderin bir hedef olarak ortaya koyduğu ,sonsuza kadar var olabilme yolunda kendini yenilemek  noktasına gelmiştir. Geçen yüzyılda , imparatorluklardan ulus devletlere geçildiği gibi , bu yüzyılda da  ulus devletlerden   sermayenin egemenliğinde  küresel bir  imparatorluğa  şehirler ve  eyaletler  üzerinden gidilmek istenmektedir . Bütün diğer ulus devletlerde olduğu gibi , tekelci büyük şirketlerin öncülüğünde  sermayenin küresel imparatorluğuna geçilmeye çalışılırken , Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti de  çökertilerek dağıtılmaya çalışılmakta  ve bu doğrultuda Balkanizasyonun  Orta Doğuya getirilmesiyle  hem bölgesel hem de küresel doğrultularda yeniden yapılanmaya doğru zorlanmaktadır .
            Soğuk savaş sonrasında içine girilmiş olan küreselleşme döneminde tam çeyrek yüzyıl geride bırakılmıştır . Bu aşamada ,bazı federasyonlar dağılmış ve zayıf ulus devletler  çökme noktasına doğru istemeden sürüklenmişlerdir .Bu aşamada zayıf  ulus devletler dağılma çizgisine doğru sürüklenirken , bazı güçlü ulus devletler de  toparlanarak  ve ortaya çıkan tarihsel fırsatları değerlendirerek ,yeniden yapılanma yoluna gitmişler ve bu doğrultuda güçlenerek hem kendilerini korumuşlar hem de  yeni dönemde kendi bölgelerinde daha etkin bir konuma gelebilmenin  yollarını aramışlardır . Son yıllardaki gelişmeler sonucunda  Çin,Rusya,Brezilya ve  Hindistan gibi güçlü bazı ulus devletlerin kendi bölgelerinde millet imparatorlukları kurmaya yöneldikleri  anlaşılmaktadır .
            Türkiye Cumhuriyeti  Osmanlı imparatorluğunun dağılması üzerine  eski devletin merkezi topraklarında ilan edilen Misakı Milli sınırları içerisinde eski Osmanlı ahalisinin bir araya gelerek , batı emperyalizmine karşı vermiş olduğu ulusal kurtuluş savaşı sonucunda kurulmuştur . Cumhuriyet dönemi anayasaları topluca ele alındığında , devletin  kurucu iradesinin ortaya Türkiye’ye özgü bir devlet modeli koyduğu görülmektedir . Emperyalist orduların saldırı ve işgal girişimlerine karşı cumhuriyet  devletinin çatısı altında bir araya gelerek  ulusal kurtuluş savaşı veren Osmanlı ahalisi , savaşarak uluslaşmış ve  savaş sonrasında kendi ulus devletini kurma hakkını elde ederek  ,  dünya haritası üzerinde bir yeni ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti siyasal yapılanmasını   oluşturmuştur .        Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti , Türk ulusunu temsil eden  kurucu önderliğin Türk ulusunun egemenliğini sağlama doğrultusunda  kurulmuş bir kendine özgü devlet yapılanmasıdır . Türk anayasaları incelendiği zaman , Türkiye Cumhuriyetinin , demokratik ,laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu bugünkü anayasanın giriş bölümünde belirtilmektedir .  Ayrıca ,  kuruluştan gelen bir doğrultuda Türk devleti ,aynı zamanda  Atatürk milliyetçiliği anlayışı çerçevesinde  milli, üniter ve merkezi bir yapılanmaya  da sahiptir . Başkent Ankara’da  örgütlenen Türkiye Cumhuriyeti ,ulusal sınırlar içerisinde kalan bütün vatan topraklarına eşit düzeyde sahip çıkarak kollarını  ülkenin her köşesine ulaştırmaya çalışan ve her yerleşim merkezinde yaşamını sürdürmeye çabalayan  Türk halkının , her türlü gereksinmesini  kamu hizmeti anlayışı doğrultusunda karşılamayı ulusal görev olarak  bilen  bir vatansever anlayışın  ürünüdür . Türk halkının Düveli- Muazzama adı verilen batının büyük emperyal güçlerine karşı vermiş olduğu  ulusal kurtuluş savaşını zafere ulaştırması sayesinde , tam bağımsızlık düzeni içerisinde  Türk ulusu diğer uluslara benzer bir biçimde kazanılmış haklara  sahip olmuştur . Ulusal kurtuluş savaşının kazanılması  sayesinde , bu durumun doğal sonucu olarak Türk halkı ve devletinin kazanılmış haklarına herkesin saygı göstermesi gerekmektedir . Bu nedenle , Türkiye’nin  önceliği  ilk olarak kazanılmış hakların bütünüyle korunmasıdır .
GENEL DURUM:
            Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana , yıllar geçtikçe  ulusal kurtuluş savaşının getirdiği heyecan yitirilmiş ve zaman içerisinde coşku yok olmuştur . Zamanla umutlar boşa çıkmış ve  tutunulan  dallar kırılmıştır . Batı dünyasına yaklaşıldıkça çılgınca tüketme rüzgarı estirilmiş üreterek kazanma hevesi  söndürülmüştür . Toplumun geleneksel dengeleri bozulmuş  ve insancıl değerler yıkılmıştır . İçinde bulunulan  coğrafyanın getirdiği ikilemler aşılamamış ve  giderek kutuplaşmalar daha üst düzeylere tırmanarak kesinleşmiştir .  Cumhuriyetin ilk yıllarından gelen kamu  yararı anlayışı bir yana bırakılmış ,kamuya hizmet anlayışı terk edilmiş ve  özel çıkarlar doğrultusunda kamu yönetimi yozlaştırılmıştır . Batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda dışarıdan bağımlı bir ekonomik yapı dayatılmış  ve  Osmanlının son döneminde olduğu gibi ülkenin yeniden yarı sömürge durumuna düşürülmesi doğrultusunda  içeride  bir düşünce terörü estirilmiştir . Batı hegemonyası geliştikçe  ,  giderek sömürgeleşen ülkede niteliksizlik her alana yayılmıştır .  Dış baskılar sonucunda zayıflayan  devlet bünyesinde  demokrasi cumhuriyeti kemirmeye başlamış ve bu durumdan  cumhuriyet rejimi fazlasıyla yara  almıştır . Soğuk savaş döneminde ve  sonraki küreselleşme aşamasında , Türkiye dünyadaki yeri ve kimliği konularında şaşkına çevrilmiştir . Atatürk’ten Türk ulusuna yadigar kalan  çağdaş cumhuriyet rejimi  bu aşamada tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir .
            Her yönü ile bir çürüyüşe ve çöküşe mahkum edilmek istenen Türk devletinin yeniden  toparlanıp uluslar arası alanda eskisi gibi güçlü bir var olma pozisyonu yakalanabilmesi için , Türk ulusunun ve devletinin bir diriliş çıkışı zorunlu olmuştur . Akla ,bilime ve Türk halkının ulusal çıkarlarına uygun olacak bir  yeni çıkış için , cumhuriyetin yenilenmesi ve bu doğrultuda ortaya bir yeni cumhuriyet programının konulması  gereklilik kazanmıştır . Dünyanın tam ortasında devrimci bir atılım ile  kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin  eskisi gibi yeniden dirilebilmesi için, yarım kalan cumhuriyet devriminin cumhuriyetçi bir program ile tamamlanması gerekmektedir . Bütün dünya devletleri gibi dışarıdan bir küresel saldırı ile karşı karşıya kalan  Türk devletinin ,içinde bulunulan dönemi  doğru değerlendirerek  tam bağımsızlığı her yönden koruyacak  bir ulusal  çıkışa gereksinme bulunmaktadır . Yirminci yüzyılın ulus devletler  çağını iyi değerlendiren Türk ulusunun , yeni yüzyılda da eskisi gibi yoluna devam edebilmesi  için  bir cumhuriyetçi atılım zorunlu görünmektedir . T.C. anayasasının başlangıcında belirtilen  cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda  yeni bir cumhuriyetçi programın  uygulama alanına getirilmesi gerekmektedir .
            Türkiye Cumhuriyetinin  tarihten gelen siyasal birikimini gündeme getirerek  , bugün gereksinme duyulan konularda yeni çözümler üretmek ve bunları zaman içinde uygulamaya aktarmak  ,Türk ulusunun  karşı karşıya kaldığı beka sorununun giderilmesi için  giderek zorunluluk kazanmaktadır . Demokrasi adına cumhuriyet devletinin tasfiyesini dayatan  küresel emperyalizme karşı  ulus devletin gücünü artırmak  ama bunu yaparken de  demokratik rejime bağlılığı koruyarak hareket etmek durumu   , Türk ulusunun önüne yeni bir sınav  daha çıkarmaktadır . Her türlü demokrasi dışı ve ara rejim meraklısı girişimlere halk egemenliği doğrultusunda karşı koyacak bir ulusal refleksin  devreye girmesiyle ,Türkiye Cumhuriyeti  geleceğe dönük yeni yapılanmasını  bir ulusal program çerçevesinde  gerçekleştirebilecektir .Devletin kurucu önderi Atatürk’ten gelen  devrimci birikim bu gün de Türk ulusuna yön göstermektedir . Türk devleti  ulusal kurtuluş savaşından gelen çağdaşlığa yönelme eğilimini öne çıkararak , yeni orta çağ özlemlerine karşı  uygarlıkçı tutumunu sürdürecek ve  Atatürk döneminde Halkçılık programı ile başlayan siyasal var olma  sürecini  bugün yeni cumhuriyet programı  ile tamamlayarak yoluna devam edecektir. Yüzyıla yaklaşan bir dönemde var olan Türkiye Cumhuriyetinin gelecekte de varlığını sürdürebilmesi için devletin aksayan yönlerinin giderilmesi  , toplumun karşı karşıya kaldığı sorunların çözülmesi  , bugünün gelişmiş ülkeleri ile baş edebilecek düzeyde güçlü bir Türk devletinin  yeniden yaratılabilmesi için  cumhuriyetçi bir atılımı gerçekleştirecek  bir cumhuriyet projesine acilen gereksinme duyulmaktadır .
A-ANAYASA VE DEVLET SORUNU:
            Türkiye Cumhuriyeti bugün hiç gerek olmadığı halde yapay bir çizgide anayasa arayışına  yönlendirilerek , yeni anayasa üzerinden yepyeni bir devlet eskisinden çok farklı bir biçimde kurulmaya çalışılmaktadır . İstenen yeni bir anayasa değil  yeni anayasa girişimi üzerinden yeni bir devletin kurulmasıdır . Türkiye’nin ulusal kurtuluş savaşından ve kurucu kadronun girişimlerinden kaynaklanan  ulusal,üniter,merkezi ,demokratik,sosyal,laik  bir hukuk devleti modelinin öncelikle korunması gerekmektedir . Özerklik, eyalet sistemi ,başkanlık rejimi  ya da federasyon  uygulaması gibi  bölgesel arayışlar ile  Türkiye Cumhuriyetinin  kazanılmış haklarına dayanan  devlet modelinin  yeni anayasa  yapımı sırasında değiştirilmesi , Türk halkının ulusal egemenlik ilkesine  ve kazanılmış haklarına ters düştüğü için  hukuk açısından mümkün olamayacaktır .
            Devletin demokrasi esaslarına göre çalışması  cumhuriyet rejiminin özüne ve ilkelerine  hiçbir zaman aykırı olmamak durumundadır . Türkiye’nin bu aşamada yoğun bir karışıklık ortamı yaşaması dikkate alınarak , aynı anayasa ile dar boğazı geçmesi, emperyal devlet planlarına ya da hegemonya projelerine  alet olarak dağılmaması için  zorunlu görünmektedir . Şimdiye kadar Avrupa Birliği sürecinde yarısından fazlası değişmiş biçimde var olan şimdiki  anayasanın içinden geçilen kritik dönemde uygulamada kalması , Türk ulusunun beklenmedik emperyal   siyasal projeler ile  karşı karşıya kalmaması için  gereklidir . Küresel yayın organlarının yıllardır beyin yıkayarak  Türk toplumunun yeri ve kimliği ile uğraşmaları yüzünden, halkın kafası karışmış ve alt kimliklerin hortlatılması ile de , kurtuluş savaşından bu yana gelen antiemperyalist  ortak rıza ve dayanışma ortadan kaldırıldığı için ,Türkiye’nin  bugünkü aşamada ayakta kalabilmesi için  var olan anayasa ile  kaos dönemini geride bırakması, ülke bütünlüğü açısından  yaşamsal bir öneme sahiptir .
            Avrupa Birliği Yerel yönetimler şartı Türkiye’ye kabül ettirilerek  ,Türk kentlerinin başkent Ankara’nın denetimi dışına çıkartılması iç ve dış egemen güçler tarafından dayatılmaktadır .Türk devletinin  parçalanmamak ve kendi birliğini korumak için koyduğu şerhler kaldırılarak  , Türkiye cumhuriyetinin  çeşitli bölgelerinin tıpkı Katalanya ,Bavyera ,Korsika ve İskoçya gibi ayrı devletlere bölünmesinin önü açılmak istenmektedir . Yerel  yönetimlere kendi gelecekleri için karar alma yetkisi verilerek referandum ile bölünmeye giden yol açılmak istenmektedir . Başkent’teki ulus devletin insiyatifi dışına çıkarılacak yerel yönetimlerin, gelecekte eyalet ya da kent devletlerine dönüştürülebilmesi için küresel sermaye ve tekelci şirketler ulus devletlere baskı yapmaktadır .Bu nedenle yerel yönetimler özerklik şartı doğrultusunda merkezin denetimi ve yönlendirmesinı son verilmek istenmektedir . Yerel yönetimlere başkentlerde bağımsız olarak dış ilişkiler kurma yetkisinin tanınması ile de , devlet sayısı 200 ‘den  2000’e doğru artırılmak istenmektedir .
Tekelci şirketler küreselleşerek büyürken  , ulus devletler kendilerine bağlı olan bölge ve kentlerin özerkliğe kavuşturulması ile parçalanmaya çalışılmaktadır .Devletin ana yükümlülüğü olan , adalet,güvenlik,maliye,diyanet ve dış işleri gibi bakanlıkların dışında kalan bakanlıkların kaldırılarak bunların görevlerinin tümüyle yerel yönetimlere devri  kamu yönetimi reformu olarak ulus devletlere  devredilmesi öngörülmektedir . Yerel yönetimler reformu görünümünde  merkezi yönetimlerin tasfiyesi özerklik şartı ile gündeme getirilmektedir . Valilerin seçimle gelmesi  ,bölge meclislerinin kurulması , yerel yönetimlere vergi toplama ve mahkeme kurma yetkilerinin tanınması gibi yenilikler ulusal ve üniter devletleri federasyonlara dönüştürmenin aracı olarak kullanılmakta ve böylece  yerelleşme üzerinden ulusal toplumlar parçalanarak yok edilmektedirler . Yerelleşmeye  sivil toplumculuk da karıştırılırken  , küresel şirketler diğer dernekler  ,vakıflar  ve cemaatlar ile birlikte yerel yönetim meclislerinde temsil edilerek  imparatorluk hegemonyalarını tesis ederlerken yerel yönetimleri başkentlerden kopartarak , küresel emperyalizmin  önünü açmaya çalışmaktadırlar . Bu nedenle ,küreselci bir anayasa değişikliğine karşı çıkılması gerekmektedir .
            Yerel yönetim reformu görünümünde merkezi  devletlerin tasfiye girişimine karşı, ulus devletlerin merkezi ve ulusal yapılanmalarını güçlendirecek bir milli idari reforma  acilen gerek vardır .  Bu doğrultuda  , ana yetki ve halk egemenliğinin dışında kalan bazı  küçük işler  ve bürokratik işlemler  başkenteki karışıklığı önleme doğrultusunda  merkezi idare tarafından yerel yönetimlere devredilebilir . Artan nüfusun gereksinmelerinin karşılanması  çizgisinde yerel yönetimler güçlendirilirken , merkezi yönetimin zayıflamasına izin verilmemeli ve  merkezi yönetim de bir milli idari reform ile güçlendirilerek ,yerel yönetimlerin başkentteki devlet yapılanması çerçevesinde  denetimleri sağlanmalıdır . Bu doğrultuda bir Yerel Yönetimler Bakanlığı kurulmalı ve yerel yönetimlerin merkezi devlet tarafından denetimi iç işleri bakanlığından alınarak yerel yönetimler bakanlığına devredilmelidir . Ayrıca , I921 anayasasının uygulanması sırasında  kurucu idarenin  devletin taşra örgütünü denetlemek üzere tesis ettiği umumi müfettişlik kurumu yeni dönemde genel valilik olarak gündeme getirilerek , yerel yönetimler bakanlığı ile yerel yönetimler arasında bir uygulama köprüsü kurulmalıdır . Merkezi devlet , genel vali   aracılığı  ile  yerel yönetimler ve  taşra örgütleriyle  daha sıkı bir işbirliği içinde  çalışabilir .
            Büyük şehir uygulamalarının ikinci aşamada bütün şehir uygulamasına dönüştürülmesi ile  yeni bir eyaletleşme dönemi başlatılmıştır . Ayrı bir kanun çıkarılarak  bütün şehirlere dönüştürülen büyük şehirler şimdiden eyaletleşme yoluna giderek , merkezi devlet yapısını bozmaktadırlar .Bu nedenle ,acilen yeni bir kanun çıkartılarak bütün şehir uygulamalarına son verilmesi gerekmektedir .Avrupa Birliği çatısı altında  oluşturulmuş olan bölge devletlerinin zamanla eyaletlere dönüşmesi dikkate alınarak , Avrupa’da uygulanmayan yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye’de kabül edilmesi öncelikle önlenmelidir . Avrupa devletleri protokolları imzalayarak bu tür yenilikleri kabül etmiş görünmektedirler ama kendi meclislerinden bu konu ile ilgili kanun çıkarmadıkları için  bu tür uygulamalar kağıt üzerinde kalmaktadır . Türkiye’nin güneydoğusundaki sorun özerklik şartı ile değil ulusal ve üniter devletin merkezi yapılanmasının güçlendirilmesi ile  çözüme kavuşturulabilecektir . Merkezi devlet ile birlikte vilayetlerin yapılarının da güçlendirilmesi sayesinde belediyeler üzerinden eyaletleşme eğilimlerinin önüne geçilebilecektir .
            Yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle birlikte, merkezi idarenin taşra örgütlenmesi de gündeme getirilecek milli idari reform  sayesinde  yeniden ele alınarak üniter devlet modeli çizgisinde güçlendirilecektir . Küresel emperyalizm ulus devletleri yeni demokrasi programları ile kontrolu altına alırken , ulus devletler de bağımsız yapılarını kuvvetler ayrılığı ilkesini  güçlendirerek  koruyabileceklerdir . Fransız devrimi ile bütün modern devletlere yayılan kuvvetler ayrılığı sistemi önümüzdeki dönemde güçlendirilerek  , tek parti iktidarlarının devletleri  parti devletine dönüştürmesinin  önlenmesi yolunda  kullanılabilecektir . .Parti disiplini üzerinden yasama organında  sıkı kontrol sağlayabilen güçlü tek parti iktidarlarının,parti devleti oluşturma doğrultusunda yargı organlarını da ele geçirmesine  izin verilmeyecektir . Yargı en üstteki yüksek organlardan en alttaki birinci derece mahkemelerine kadar her türlü siyasal baskı ve yönlendirmenin  dışında hareket ederek , siyasal iktidarlar üzerinde hukukun denetimini kuracaktır.
            Ayrıca , I961  anayasasında var olan çift meclis  sistemi  ,siyasal iktidarın denetimi ve frenlenmesi  için  batı ülkelerinde olduğu gibi cumhuriyet senatosunun kurulmasıyla  yeniden tesis edilecektir . Senatoda yer alacak vilayet temsilcileri daha bağımsız hareket ederek yürütme üzerindeki yasama denetiminin daha etkin olmasını sağlayabilecektir . Vilayet senatörlerinin daha bağımsız hareket etmesi sayesinde , milletvekillerinin  parti disiplini yüzünden  genel başkan vekili olması önlenebilecek ve  yasama organı halk egemenliği ilkesi doğrultusunda kendisinden beklenen yasama ve denetim görevlerini yerine getirebilecektir . İktidara gelerek yürütme yetkisini ele geçiren siyasal partilerin devleti tümüyle ele geçirmesi  Senato aracılığı ile önlenebilecektir .
            Küreselleşme döneminde zayıf ulus devletler çökerek parçalanma noktasına gelirken  , güçlü ulus devletler ise zayıf olanların rekabet ortamından soyutlanmasıyla meydana gelen boşlukta daha da güçlenerek bölgesel devlet  anlamında millet imparatorlukları yapılanmasını gündeme getirmektedirler . Birer milli devlet statüsündeki  büyük alan devletleri  giderek bir imparatorluk yapılanmasına doğru dönüşürken , Türkiye’de benzeri bir çizgide  eski Osmanlı hinterlandında  yeni bir imparatorluk arayışı içine sürüklenmiştir . Hiçbir karşılığı olmayan  yeni Osmanlıcılık Türkiye’ye zaman kaybettirirken ,  hızlı hareket eden güçlü ulus devletler kendilerinin merkezinde yer aldığı millet imparatorluğu arayışı içerisine girmektedirler . Türk devletinin bu gibi oluşumlara karşı da kendi yapılanmasını daha da güçlendirmesi gerekmektedir . 
            Bir milli idari reform ile devlet yapısı daha da büyütülerek güçlendirilirken yeni bakanlıkların kurulmasına da öncelikli bir biçimde yer verilmelidir . Zaman içerisinde ortaya çıkan yeni durumlar ve sorunlar dikkate alınarak devletin değişen koşullara uyum sağlayabilmesi  için  yeni bakanlıklar kurulmalıdır . Bu doğrultuda ,  Bilim ve Teknoloji Bakanlığı ,İletişim Bakanlığı ,Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı , Göç  Bakanlığı  ve   Dış Türkler Bakanlıklarının devletin kamu hizmetlerinin daha iyi görülebilmesi için  acilen kurulması gerekmektedir . Halen var olan Avrupa Birliği bakanlığı gibi bütün dış Türklerin yaşadıkları ülke ve bölgeler dikkate alınarak bir Avrasya Bakanlığı da kurulabilir . Ayrıca yukarıda belirtilen Yerel Yönetimler Bakanlığı da  yeni bakanlıkların içinde yer almalıdır . Kültür ve Turizm Bakanlığı eskisi gibi ikiye bölünmeli ve Kültür bakanlığı , bir Milli Kültür Bakanlığı olarak yeniden düzenlenerek  yarım kalan uluslaşma sürecinin  milli kültürün güçlendirilmesi sayesinde  tamamlanması sağlanmalıdır . Dünyanın en büyük Turizm  merkezlerinden birisi olan Türkiye’nin Turizm bakanlığı da daha geniş ve etkili bir biçimde yeniden düzenlenmelidir . Her bakanlığın daha güçlü örgütlere sahip olması , bakanlıkların yetkilerini artıracak  yeni yasal düzenlemeler aracılığı ile sağlanmalıdır.
            Merkezi devlet yapılanması   yerel yönetimler ile birlikte güçlendirilirken  , devletin taşra yapılanması yeniden ele alınmalıdır . Küresel çağın moda olan eğilimleri doğrultusunda bölgelerde ayrı devlet yapılanmaları dışarıdan zorlanırken , merkezi devletin sınırları içinde kalan bütün toprak parçalarının ulusal ve üniter devletin  kendi halkı ile   bütünleşmesi  sağlanmalıdır .Bunun için çeşitli bölgelerdeki alt kimlikçi yapılanmalara karşı ülke birliğinin korunması doğrultusunda  üst kimlik olarak Türklüğü benimsemiş olan vatandaşların  devreye girerek,  ülke içindeki kopma eğilimlerine karşı denge kurmaları sağlanmalıdır . Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanarak   Türk toprakları ile Türk vatandaşları arasında kopmaz bağlarla yeni bir tür birliktelik  devletin yeni bir yaklaşımı olarak geliştirilmelidir . Devletin taşra örgütü bu doğrultuda yenilenirken  ,  bazı yeni vilayetler giderek büyüyen ilçeler üzerinden kurulabilir ve bu yeni  il merkezlerinin   büyük kentlerin varoşlarında sürünen  halk kitlelerinin yerleşerek çalışma olanaklarına kavuşabileceği birer cazibe  merkezi konumuna gelerek ,ülkenin bütün bölgelerinin yeniden bütünleşmeleri doğrultusunda  önemli katkılar sağlayabilirler. Tarım, endüstri,turizm,kültür ve sağlık alanında kentlerin uzmanlaşmaları sağlanarak, yeni cazibe merkezleri üzerinden  toplumsal bütünleşme güçlü bir biçimde yeniden gerçekleştirilebilir .
            Ankara merkezli yeni bir yapılanma planı sayesinde  ,Türklerin Türkiye’nin her köşesine yeniden dengeli bir biçimde yerleşmeleri sağlanarak  , yeni kurulacak Göç Bakanlığı aracılığı ile iç ve dış göçler yolu ile yeni gelen insan topluluklarının ülkenin bütünleşmesine katkı sağlayacak düzeyde bir yeni yapılanmanın önü açılmalıdır . Savaşların çökerttiği komşu ülkelerdeki ezilen halk kitlelerinin göçler yolu ile Türkiye’ye gelmeleri gibi bir durumun  ülkede üç milyondan fazla insanın  ihtiyaçlarının karşılanmasını zorladığı  bir noktada , Türk devleti de tıpkı Osmanlı devleti gibi nüfus kaydırması ya da tehcir gibi uygulamalar ile  ülke bütünlüğünü korumaya  öncelik verecektir . Osmanlı devleti  merkezi coğrafyayı kontrol ederken ,nüfus hareketlerini dikkatle izleyerek , bu gibi gelişmelerin ülke de  bölücü bir gelişmeye neden olmaması için önlemler almıştır . Aynı bölgede kurulmuş olan Türk devleti de benzeri önlemleri alarak  ülke ve devlet birliğini koruma hakkını kullanacaktır . Üç kıta arasında yer alan merkezi alandaki emperyal gelişmeler ve  nüfus hareketlerinin yeni devlet yapılanmalarını zorladığı  için merkezi konumdaki Türk  devletinin  varlığını sürdürebilmek için kendini koruyucu önlemler alması gerekmektedir .
            B-ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA
            Yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki dünya savaşı sonrasında  iki kutuplu bir düzen meydana gelmiş ve yirminci yüzyılın son yıllarına kadar bu devam etmiştir . Bu aşamada kuzeyde var olan  Sovyet tehdidi yüzünden Türkiye batı bloku içerisinde kendi güvenliğini sağlamaya çalışmış  ve bu  yüzden  Nato üyesi olmuş ve bu doğrultuda İsrail’in kurulma aşamasında ,Amerikan ordusu  merkezi alanda  İngiltere sonrası dönem  ve yeni kurulan İsrail’in güvenliği için daha üst düzeyde bir  hegemonya düzeni oluşturmaya yönelmiştir . Bu aşamada batının ileri karakolu haline gelen Türkiye  sosyalist bloka karşı batı bloku tarafından kullanılmıştır . Sovyetler Birliğinin yıkılması üzerine dünya düzeni değişmiş ve iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçiş aşamasına gelinmiştir . Batı blokunun üstünlüğünün devam edebilmesi için ABD’nin süper güç olarak tek kutuplu dünya düzeni arayışı küreselleşme döneminin ana hedefi olmuştur . Ne var ki , çeyrek asırlık bir zaman dilimi içinde bütün dünyaya ABD merkezli tek dünya düzeni dayatılması  sonuç vermemiş ve tek kutuplu küresel sermaye imparatorluğu bir türlü kurulamamıştır . İMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşların yoğun çaba sarf etmesine rağmen tek kutuplu dünya düzeni  oluşturulamamıştır .
            Tek kutuplu dünya düzeni ile birlikte  bunun uzantısı olarak gündeme getirilen bölgeselleşme projeleri olarak  , Avrupa Birliği süreci durmuş . Büyük Orta Doğu Projesi istendiği gibi yürütülememiş ve bunun arkasına gizlenen Büyük İsrail Projesi ise hepten iflas etmiştir .Ayrıca ABD’nin  dolaylı yollardan geliştirdiği Avrasya stratejisi de  Afganistan ve Pakistan üzerinden  başarısızlık ile  sonuçlanmıştır . Soğuk savaş sonrasında gündeme getirilen beş büyük emperyal proje iflas ederken ,batı merkezli dayatmalara karşı büyük dünya devletlerinden tepkiler gelmeye başlamış ve bu doğrultuda  Brezilya,Rusya ,Hindistan ve Çin bir araya gelerek batı karşıtı bir blok olarak BRİC yapılanmasını gündeme getirmişlerdir . Ayrıca , Brezilya merkezli Dünya Sosyal Forumu , batı merkezli Dünya Ekonomik Forumuna  karşı bir alternatif olarak öne çıkarılmıştır . Çin’in öncülüğünde Şangay İşbirliği Örgütü  ,Rusya’nın öncülüğünde  Bağımsız Devletler Birliği  ve Kollektif Savunma  Örgütü  , Brezilya’nın öncülüğünde Güney Bankası ile Çin’in öncülüğünde Asya Yatırım Bankası gibi oluşumlar da , hep  batı  kapitalist blokuna karşıt alternatif  bir çizgide  geliştirilerek  devreye sokulmuşlardır . Afrika Birliği çatısı altında bir araya gelen Afrika ülkeleri de batılı emperyalistlere karşı bir araya  gelerek  kendilerini koruma doğrultusunda bir kıtasal dayanışma düzenine yönelmişlerdir .
            BRİC blokunu oluşturan Çin,Rusya,Hindistan ve Brezilya gibi dev ülkeler kendi bölgelerinde merkezi güç olmaya yönelirken , dünya hem çok kutuplu bir yapıya doğru yönelmiş hem de bu büyük devletler kendi bölgelerinde millet imparatorluklarına dönüşerek , yeni dünya düzeninin alternatif bir çizgide  oluşturulması için çaba göstermişlerdir .Küreselleşmenin durması beraberinde karşıt bir oluşum olarak bölgeselleşmeyi getirince , büyük ulus devletler kendi bölgelerinde millet imparatorluklarına yönelerek  çok kutuplu bir yeni yapılanmayı öne çıkarmışlardır . Batı merkezli emperyal  senaryolar iflas edince, İngiltere ve Fransa tekrar eski sömürgelerine yönelerek kendi millet imparatorluklarını kurmuşlardır .Almanya ise  Atlantik güçlerine karşı koyan güçlü yapılanması ile bir orta Avrupa devi haline gelerek Avrupa Birliğinin mutlak egemeni konumuna gelmiş ve kendi millet imparatorluğunu Avrupa Birliği üzerinden geliştirmiştir . Böylece ,dört BRİC ülkesine karşılık ABD,İngiltere,Fransa ve Almanya ‘da kendi millet imparatorluklarını gündeme getirerek  çok kutuplu dünyanın daha da karışık bir yöne kaymasına yol açmışlardır . Doğu ve batı dünyalarında ortaya çıkan  sekiz millet imparatorluğundan sonra ,merkezi coğrafya da  Türk Birliği , Arap  Birliği ve Şii Birliği gibi  üç yeni oluşum da kendiliğinden gündeme gelmiştir .  Saddam’ın öldürülmesi dolayısıyla  meydana gelen hegemonya boşluğunu hızla dolduran İran ,merkezi alanda Şii Birliğini beş ayrı İslam ülkesinde etkisini artırarak  fiilen oluşturunca , bölgeye sonradan gelen İsrail İran düşmanlığını tırmandırarak, savaş yolu ile Büyük İsrail Projesinin önünü açmaya çalışmıştır .
            Bir ön Asya devleti olan Türkiye’nin Orta ve Kuzey Asya’da yer alan Türk devletlerini bir araya getirerek bir Türk Birliğini oluşturması  batılı  emperyal güçlerin müdahaleleri nedeniyle  giderek zorlaşınca  bu kez orta dünyada  var olan yirmi beş Arap ülkesinin bir araya gelmesi bir Arap Birliği kurmak için zorunlu olmuş ama gene batılı ülkelerin Arapları sonuna kadar bölmeleri yüzünden , merkezi alanda bir Arap Birliği de kurulamamıştır . Doğu ve batı bölgelerinde oluşan sekiz ayrı  millet imparatorluğuna merkezi alanda Türk-Arap-Şii birliktelikleriyle oluşturulacak  üç yeni millet imparatorluğu gündeme gelmiş ama  bölgede etkin olan batı emperyalizmi  buna izin vermeyerek  Araplar,Türkler ve Acemler arasında bir yarışı  gündeme getirmişlerdir . İşte böylesine yaygın üç büyük  millet imparatorluğu oluşumunun  önlenebilmesi amacıyla batılılar  bir yandan mezhep savaşlarını kışkırtırken , bir savaş devleti olarak kurulmuş olan İsrail’in  terörü ,etnik kavgaları ve cemaat kavgalarını kışkırtarak  bölgedeki devletlerin yıkılmasına yol  açan pan-siyonizm  uygulamaları da ,Büyük İsrail imparatorluğunun kurulması doğrultusunda  yönlendirilmeye çalışılmıştır .Merkezi alandaki üç büyük millet imparatorluğu oluşumunun önünü kesmek üzere İsrail ,Büyük İsrail İmparatorluğu oluşumuna yönelmiş ve bu doğrultuda terör üzerinden bölge devletlerinin yıkımı sağlanarak , oluşturulacak küçük devletçiklerin  Kudüs’e eyalet olarak bağlanacağı  ,bir Orta Doğu Birleşik Devletleri yapılanması Amerika Birleşik Devletlerine benzer bir çizgide  kurulmaya  çalışılmıştır .
            Merkezi coğrafyanın merkez ülkesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin  Arap ya da Şii Birliği içinde yer alması düşünülemeyeceği gibi , Büyük İsrail projesine alet olarak  küçük eyaletlere bölünmesi de  Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet  payidar olabilmesi açısından düşünülemeyecek bir durumdur . Bu durumda , dünyanın orta alanındaki  yeni devletleşme projelerine karşı , Türkiye’nin öncülüğünde bölge devletlerinin bir araya gelerek dayanışma içerisinde bir  Avrupa Birliği ya da Afrika Birliği gibi ,aynı doğrultuda bir Merkezi Devletler Birliğinin oluşturulması ,hem  merkezi devletlerin korunması hem de bunlar arasında  bir bölgesel  yapılanmanın Avrupa’da olduğu gibi gündeme getirilerek  emperyalist ya da Siyonist müdahalelerin bölge devletleri üzerinde baskısının önlenmesi  açısından önemlidir . İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu , ABD’nin Büyük Orta Doğu , İsrail’in Büyük  İsrail Projelerine karşılık , Türkiye Cumhuriyeti devleti de kurucu önder Atatürk’ün yolundan giderek,   bölgenin diğer önemli devleti olan İran ile bir  araya gelerek yeni bir Sadabat Paktını Merkezi Devletler Birliği olarak ortaya koyabilmelidir . Azerbaycan’ın başkentinde ikinci Bakü Kongresi toplanmalı ve soğuk savaş sonrası dönemde merkezi alandaki devletlerin bir araya gelerek  kendi ve bölge güvenlikleri için  bir bölgesel ittifakın temelleri atılmalıdır . Bakü’nün merkez olacağı bölgesel ittifakta Türk-İran ortaklığının temelini oluşturacağı bir bölgesel birlik içinde Irak,Suriye,Azerbaycan ve Gürcistan gibi komşu ülkeler katılmalıdır . Altı  bölge devletinin oluşturacağı merkezi Devletler Birliğinde Nato benzeri bir güvenlik örgütlenmesi de Cento adı ile yapılmalı ve böylece ikinci kez merkezi devletler bir güvenlik örgütünün şemsiyesi altında bir araya gelerek hem teröre hem de üçüncü dünya savaşı girişimlerine karşı çıkmalıdır .Merkezi alandaki çekişmelerin sonucu olan terör giderek bir üçüncü dünya savaşını tırmandırırken , Atatürk’ün ana ilkesi olan yurtta ve dünyada barış ilkesi bu kez komşular arasındaki dayanışma sayesinde   Orta Doğu bölgesinde de uygulanabilmelidir . Böylece , doğu ve batıda oluşan sekiz büyük millet imparatorluğunun orta dünyayı ele geçirmelerini önleyecek bir büyük devlet yapılanması  merkezi  devletler birliği  oluşumu sayesinde önlenerek merkezi alana barış getirilebilecektir.
             Atatürk’ün dış politikasının  , İran ile ortaklık ,Rusya ile dostluk ve batılı emperyalist ülkeler ile mesafeli ilişkiler esasına dayandığını ,Türk devletini yönetenler iyi bilmek durumundadırlar . Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konumu iyi bilen  Türk hükümetleri Türkiye’yi içine sürüklendiği çıkmazdan kurtarabilecektir . Sovyetler Birliği zamanında dış dünyaya kapalı kalan Türk dünyası ile yakın ilişkilerin önümüzdeki dönemde öncelikli olarak ele alınması gerekmektedir .Türkiye’nin doğuya açılımının İslam dünyası çizgisinde yapılması  cumhuriyetin laik devlet yapılanmasını  devre dışı bıraktığı için Türkiye giderek Arabistan’a benzemektedir . Türkiye’nin doğru çizgide doğuya  açılımının Türk dünyası üzerinden olması gerekmektedir . O zaman  Anadolu yarımadası üzerinde Türklük tartışma konusu olamaz  , Türkiye Cumhuriyeti  çağdaş devlet modeli ile diğer Türk devletleri için örnek bir ülke konumuna gelebilir . Dünyanın merkezinde Türkiye Cumhuriyetinin yoluna devam edebilmesi ve millet imparatorluklarının saldırılarına karşı  ayakta kalabilmesi için , Türk devleti  kesinlikle Türk dünyası üzerinden doğuya açılmalıdır .
            Türkiye dünyanın jeopolitik merkezinde yer aldığı bilinci ile hareket ederek  doğu-batı ve kuzey-güney dengelerine dikkat etmek zorundadır . Bu dört yönden gelecek tehdit ya da saldırılara karşı  Türkiye Cumhuriyeti  diğer yönlerdeki komşuları ya da müttefikleri ile işbirliği yaparak  çok yönlü bir dış politika üzerinden kendini güvence altına alabilmelidir . Türkiye  Avrupa Birliğine üye olarak alınmayacağını bilerek Avrupa  ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeli ve Avrupa dengelerini  Arap ve İslam ülkelerine karşı kullanabilecek düzeyde esnek bir  diplomasi ile Türkiye  bulunduğu yerdeki güçlü konumunu koruyabilmelidir . ABD ile ilişkilerde Türkiye hiçbir zaman askeri  üs ya da  sınır karakolu olarak kullanılmamalı ve savaş alanlarına piyon ya da taşeron konumlarında sürülmemelidir . İki çağdaş ülke olarak Türkiye ve ABD  ortak çıkarlar doğrultusunda dayanışma sağlamayı  başarabilmelidir . Yurtta sulh ve dünyada sulh  ilkesi kuruluşunda var olan Türkiye cumhuriyeti, hem kendi bölgesinde hem de dünyanın her yerinde  barış içinde birlikte yaşamanın yollarını aramalı ve bunun güvencesi olmalıdır . Evrensel düzeyde  bir yeni yapılanma arayışında Türkiye Birleşmiş Milletler genel kurulunda daha aktif görevler üstlenmeli ve dünya ülkeleri ile yakın işbirliği geliştirilerek emperyal küreselleşmeye karşı alternatif doğrultuda bir dayanışmacı küreselleşmeyi gündeme getirebilmelidir .
C-EKONOMİ VE MALİYE  
            Ekonomi  bugün diğer alanlardan daha fazla önemli bir konuma gelmiştir çünkü küresel emperyalizm ekonomi üzerinden bütün  dünya devletlerine baskı yaparak müdahale etmektedir . Herşeyi ve her alanı ekonomiye bağlayan  kararlı bir tutum, ekonomi üzerinden devlet ve toplum yapılarının değiştirilmesini  kolaylaştırmaktadır .Özelleştirme yolu ile  bütün devletlerin ulusal ekonomilerini ellerinden alan küresel sermaye şirketlerinin daha sonraki aşamada bir küresel imparatorluk düzenini insanlığa dayatması sonunda dünya halkları yeni yüzyılda yeniden köleleşme durumuna düşürülmüştür . Bu nedenle , özelleştirmeler yolu ile halkların ve ulus devletlerin  mallarına el konulmasına son verilmeli ve  bu doğrultuda kamulaştırma işlemlerine başlanarak  , yeniden devletlerin kendi ekonomik alanlarına egemen olabilmelerinin yolu açılmalıdır . Özelleştirme kurumu kapatılarak bunun yerine tıpkı özelleştirme kurumu gibi yeni bir kamulaştırma kurumu kurulmalı ve devletin elinden alınan eski Kamu Ekonomik Kurumları yeniden kurulmalıdır . Halk kitlelerinin yokluğunu açıktan hissettiği her  alanda , yeni bir Kamu Ekonomik Kuruluşunun oluşturulmasına öncelik verilmelidir .
            Küreselleşme süreciyle beşte bir toplumu yaratılacağı ,toplumun beşte biri zenginleşirken  geri kalan beşte dördünün de orta sınıf haline geleceği ileri sürülerek ,bu yeni yapılanma sayesinde yoksulluğun ve işsizliğin ortadan kalkacağı söylenmiştir . Ne var ki , aradan geçen çeyrek asırlık zaman dilimi içinde bunun tamamen tersi bir doğrultuda  bir yanda yüzde birlik aşırı zengin kesime karşı yüzde doksan dokuzluk  yoksul kesim köleleşerek ortaya çıkmıştır . Bir anlamda %1’lik  aşırı zenginliğe  karşı  %99 luk bir  yeni köle sınıf  dolaylı olarak yaratılmıştır . Teknolojinin hızla ilerlemesi sayesinde bin kişi ile çalışan fabrikalar on kişi ile çalışmaya başlamış ve bu nedenle de aşırı derecede  bir işsizlik ileri teknoloji yüzünden  gündeme gelmiştir . Böylesine haksız ve aşırı dengesiz bir ekonomik gidişe karşı çıkmak ve bunu durdurmak  bir ulus devletin  öncelikli görevi  olmalıdır . Acilen  servet dağılımı yeniden ele alınarak , toplum kesimleri arasında anayasalarda var olan eşitlik ilkesine  daha yakın bir  yeniden bölüşme  tesis edilebilmelidir .Devletlerin  sahip olduğu ekonomik olanakların halk kitlelerine daha eşit ve adil ölçülerde dağıtımı sağlanmalıdır .
            Küresel sermayenin finans kapital düzeninde  bütün ekonomiler dışarıdan  yönlendirilerek tekelci şirketlerin çıkarlarına öncelik verilirken , ulus devletlerin Planlama kurumlarının önleri kesilmiş ve bunlar zaman içerisinde  çalışamaz hale getirilmişlerdir . Daha önceki yıllarda Devlet Planlama Örgütleri ülke ve devletin ulusal çıkarları doğrultusunda çalışarak ,  evrensel rekabet düzeni içerisinde ulus devletlerin ekonomilerinin  daha fazla  ülke çıkarlarını gözeten bir biçimde  yönlendirmeleri sağlanmıştır . Küreselleşme aşamasında devre dışı bırakılan Devlet Planlama kurumunun yeniden eskisi gibi çalışması sağlanmalı ve bu kurumun sağlayacağı kalkınma planları doğrultusunda yeniden planlı ekonomiye dönülmesi sağlanmalıdır . İzmir İktisat  Kongresinde  devletin kuruluş döneminde kabül edilen ulusal ekonomi ilkesinin her türlü emperyal ekonomik plana karşı kararlı bir biçimde uygulamaya aktarılması bir an önce gerçekleştirilmelidir . Devlet  vatandaşlarına  öncelikli olarak planlı bir ekonomi içerisinde gelecek güvencesi sağlamalıdır .
            İMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan borçlandırma ve  kredilendirme programlarına  bir an  önce  son verilerek , yeniden  ulusal çıkarlar doğrultusunda bağımsız ekonomiye  öncelik verilerek  köle yetiştirme düzenine bir son verilmelidir . Batılı ülkeler ile şimdiye kadar imzalanan ve Türkiye’yi bir sömürge durumuna düşüren    gizli ikili anlaşmalara artık bir son verilmelidir . Türkiye’nin yeniden sömürgeleşmesine yol açan  batı kaynaklı emperyal politikalar yerine,  eşit ilişkilere dayanan yeni ekonomik açılımlar dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerine karşı uygulama alanına getirilmelidir . Asya yatırım bankası ya da Güney’inBankası  gibi ülke kalkınmasına öncelikli olarak yer veren uluslar arası ekonomik yapılanmalara  ağırlık verilerek ,böylesine oluşumlar içerisinde diğer devletler ile birlikte ortak bir dayanışma düzeni doğrultusunda yer alınmalıdır .
            Küresel kapitalizmin baskıları ile kapatılmış olan  kamu bankaları yeniden açılarak , bankacılık sisteminin  tekrar kamu bankalarının denetimi altında yer alması sağlanmalıdır . Sanayi bankası olarak Sümerbank, Konut bankası olarak Emlakbank, maden bankası olarak Etibank ,Ticaret Bankası olarak Türk Ticaret Bankası  ,Denizcilik Bankası olarak Denizbank yeniden kamu bankaları statüsünde kurularak , bankacılık sisteminin batılı emperyalistlerin kontrolu dışına çıkarılması sağlanmalıdır . Ayrıca , Oyak isimli yardımlaşma kurumunun  kurmuş olduğu Oyakbank’ın yeniden açılması sağlanarak  ,paraya gereksinme duyan  toplum kesimlerinin  maddi anlamda desteklenmeleri sağlanabilmelidir . Oyakbank’ın satışının iptali ile askeri kesimin zenginleşmesi daha kolay sağlanabilecek , güçlenen  Türk sanayi sektörünün  askeri kesim ile  daha zengin koşullarda birlikte olabilmesi ile ,Türk ekonomisi rakip ülkeler ile olan yarış içinde daha iyi konumlara gelebilecektir .Bu aşamada, Atatürk’ün bankası olan   Türkiye İş Bankasının  küresel sermayeye satılması önlenmeli ve bu doğrultuda  bankanın geleceğini güvence altına alacak yeni bir sistem geliştirilmelidir. T.C. Merkez Bankasının statüsü yeniden belirlenmeli ve   bu banka içindeki sermaye yapılanmasının dış güçler tarafından kullanılması  önlenmelidir .
            Ordu Yardımlaşma  Kurumu , Türk devletinin belkemiğini teşkil  ordu mensuplarının  durumlarını iyileştirmek olduğu kadar , Türkiye’nin ve devletin gereksinmelerinin karşılanmasında  maddi destekler alarak  daha iyi  konumlara gelebilmenin arayışlarını  örgütleyebilen bir kamu kuruluşu olmuştur . Kısa adı , Oyak olan  Ordu Yardımlaşma kurumunun sağladığı olanaklar, askeri kesimin bir çok gereksinmesini karşılayarak  diğer toplum kesimlerine oranla daha  iyi ve zengin bir konuma getirdiği için , anayasada var olan eşitlik ilkesi gereğince   devlet  , OYAK  gibi bir kuruluşu  işçiler için İYAK ,memurlar için MEYAK ,çiftçiler için ÇİYAK, öğretmenler için ÖYAK, esnaflar için EYAK ve de  sanatkarlar için SAYAK adı altında yeni yardımlaşma kurumları örgütleyerek  değişik toplum kesimlerinin de tıpkı askeri kesim gibi  her türlü gereksinmelerinin karşılanarak  ve daha iyi bir ortamda yaşam düzeylerinin yükseltilerek  daha tatmin edici bir konuma getirmelidir. Küresel sermaye düzeni ile bütünleşen  yerli sermaye gruplarının işbirlikçi ve mandacı ortaklıklarına karşı ülke ekonomisinin ulusal yapısını koruyabilmek için , özel ve kamu sektörlerinin yanı sıra ülke içindeki  yardımlaşma kurumları aracılığı ile yaratılacak sosyal  sektörün üçüncü sektör olarak  devreye girmesi sağlanmalıdır. OYAK’ın Ereğli Demir Çelik fabrikalarını kurtarması gibi , OYAK gibi güçlü bir biçimde kurulacakyeni sosyal dayanışma kurumları sayesinde ülke ekonomisinin başlıca sektörlerinin küresel sermaye ve yerli işbirlikçilerinin ellerine geçmesi önlenebilecektir.
            T.C. Merkez bankasının yeniden kurulmasıyla ,banka hissedarı konumundaki batılı emperyalist devletler ve şirketler  ,kurumun bünyesinden çıkartılmalıdırlar . Batı emperyalizminin işbirlikçisi konumundaki  yerli büyük sermaye gruplarının da banka hissedarları arasından çıkartılması sağlanmalı , başta OYAK olmak üzere  diğer alanlarda kurulacak olan sosyal yardımlaşma kurumlarının ortak hissedarlık konumuna getirileceği yeni bir ulusal yapılanma ,T.C. Merkez  bankası için acilen gündeme getirilmelidir . ABD’de uygulanan , özel şirketlerin kontrolü altındaki  Federal Rezerv benzeri bir modeli Türkiye’de  taklit etmeye son verilmeli ve bu doğrultuda Merkez Bankası Türk halkının çeşitli kesimlerini temsil eden  büyük sosyal yardımlaşma kurumlarının  kontrolu altına alınmalıdır . Ekonomik bağımsızlık Merkez Bankasının bağımsız bir yapılanmaya yönelmesi ile başlatılmalıdır .
            Kurucu önder Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşında ,Türkiye’nin   Hrıstıyan  batı dünyası  işgalinden kurtulabilmesi içingönderilmiş olan  para yardımını , ülke ekonomisini kurmak için değerlendirmesi sayesinde kurulmuş olan Türkiye İş Bankasının ,  batının emperyal sermaye saldırı merkezi haline gelen İstanbul’a taşınmasına izin verilmemeli ,  bu ulusal banka yeniden kuruluş amaçlarına uygun bir biçimde Kuvayı Milliye’nin başkenti olan Ankara’ya getirilerek , ulusal ekonominin yeniden kurulmasında öncü bir rol üstlenmelidir . İş Bankası’nın Ankara’ya geri dönüşü ile , Türk ekonomisinin küresel sermayenin denetiminden çıkması süreci başlatılmalıdır . Atatürk  , daha sonradan batı emperyalizminin müdahale edebileceğini  tahmin ettiği için bankayı  Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan partinin denetimine bırakmıştır . Ne var ki , küresel batı sermayesi siyaseti finanse ederken kendi adamlarını partinin başına getirerek , İş Bankasının gerçek misyonu olan ulusal ekonomiye katkıda bulunmasını önlemiştir . İstanbul’un yeniden Hrıstıyan  Bizans’a dönüştürülmesi sürecinde  Hint Müslümanlarının  Müslüman Türk ulusunun kurtulması için gönderdiği  sermayenin  gerçek amacı doğrultusunda kullanılması gerekmektedir . Bu nedenle , emperyalizmin işbirlikçisi kadroların yönetiminden İş Bankası kurtarılarak,yeniden başkent Ankara’da ulusal ekonominin öncülüğüne yönelmesi sağlanmalıdır .
            Yüz yıllardır Türklerin elinde olan İstanbul kentinin yeniden Bizans’a dönüştürülmesi  planları doğrultusunda kurulmuş olan İstanbul borsası kaldırılmalıdır . Tamamen Londra ve New York borsalarına bağlı olarak kurulmuş olan İstanbul borsası , hem İstanbul’un yeniden Bizanslaşmasına katkıda bulunurken , diğer yandan da küresel emperyalizmin Türkiye’yi bütünüyle satın almasına yardımcı olmakta ve bu yüzden de Türkiye’nin ulusal ekonomisine zarar vermektedir . İstanbul borsası üzerinden yürütülen sıcak para operasyonları ile  bir gece ansızın büyük para akışları yapılabilmekte ve istendiği zaman  Türk bankaları boşaltılarak batı kapitalizminin istediği ülkelere  para akışları yapılabilmektedir . İstanbul borsası üzerinden Atlantik sermayesi bütün Avrasya bölgesini ekonomik olarak kontrol altına alarak, bu bölgede Rusya,Çin,İran ve Hindistan gibi doğunun büyük devletlerinin önünü kesmeye çalışmaktadır .Türkiye ekonomik alandaki doğu –batı kavgasına alet olmamalı   orta dünyada  kendisinin  merkezinde yer aldığı bir yeni yapılanmaya başkent Ankara üzerinden yönelmelidir . İstanbul yeniden teslim olmuş Mütareke İstanbul’una dönerken , Ankara’da yeniden Kuvayı Milliye Ankara’sı olarak örgütlenmeli  ve ekonomik bağımsızlık savaşı ile ulusal kurtuluş savaşını tamamlamalıdır . New York borsasının , Rusya’daki komünist devrimi  nasıl finanse ettiği iyi hatırlanmalı ve , Atlantik emperyalizminin Avrasya bölgesini ele geçirme doğrultusunda  İstanbul borsası üzerinden geliştireceği emperyal saldırılara Türkiye’nin alet olmasına izin verilmemelidir .
            Ülkeyi bölmeyi ve geleceğin eyalet devletleri oluşturmayı hedefleyen Ekonomik Kalkınma Ajansları uygulamalarına bir an önce son verilmelidir . Başkent Ankara’da devlet ve bütün bakanlıklar merkezi olarak yer alırken , Ankara’yı başkent olma statüsünden kurtararak diğer bölgelerile aynı düzeye indirme komikliğine bir an önce son verilmelidir . Ankara Türkiye Cumhuriyetinin başkenti iken ve halen anayasal düzen devam ederken , Ankara’yı Türkiye’nin herhangi bir bölgesi ile eşit düzeye indirerek  ayrı bir kalkınma ajansı oluşturmak hem üniter devlet yapısına hem de Türkiye cumhuriyeti anayasasına aykırı düşen bir husustur .Emperyal baskılar ile  ortaya çıkan bu gibi durumlar Türk devletinin kurucu iradeden gelen siyasal modeline ters düşmektedir . Türkiye’nin yeniden Ankara’dan yönetilebilmesi  Türk ulusunun tekrar kendi ulusal ekonomisine sahip çıkabilmesi ve ülkenin giderek yirmiden fazla eyalete bölünmesi gibi tehlikeli gidişleri durdurmak üzere , bir an önce  Ekonomik Kalkınma Ajansları kapatılarak , bunlara yüklenmiş olan kamu projelerinin yeniden merkezi bakanlıklar eli ile yürütülmesi düzenine normal olarak geri dönülmelidir .
            KOBİ adı verilen küçük ve orta boy işletmeler ile ilgili yeni bir düzen oluşturulmalı , Türkiye piyasası çok uluslu ve tekelci şirketlerin elinden kurtarılırken küçük ve orta boy işletmelerin önce kendi bölgelerinde devreye girmeleri ve daha sonrada bunların birleştirilerek yeni milli firmalar olarak Türkiye ekonomisi içerisinde yer almaları sağlanmalıdır . Bu doğrultuda Halk Bankası yeniden yapılandırılmalı ve  Türk halkının içine sürüklenmiş olduğu yüksek işsizlik oranlarının düşürülmesi doğrultusunda küçük ve orta boy işletmelerin hem kurulmalarına hem de gelişmelerine devlet desteği olanakları artırılmalıdır . Türkiye’deki küçük ve orta boy işletmelerin serbest piyasa ekonomisinde başarılı olabilmeleri için devletin her türlü kamu olanaklarını seferber etmesi sağlanmalıdır . Yerel sanatların ve üretimlerin  geliştirilmesi sürecinde küçük ve orta boy işletme düzeni öne çıkarılarak desteklenmelidir .
            Türkiye  ekonomik alanda yüksek teknolojiye dayanan üretim düzenini ,bağımsız ekonomisi için bir an önce kurmak zorundadır . Bu doğrultuda  , ülke düzeyine yayılmış   olan üniversitelerden yararlanılmalı ve her üniversitenin çatısı altında  ekonomik kuruluşlar ile işbirliği olanaklarını artıracak  teknopark yapılanmalarına gidilmelidir . Türk bilim adamlarının yeni buluşları hemen ekonomik alana aktarılabilmeli ve piyasa gereksinmeleri doğrultusunda  üniversiteler geliştirdikleri bilimsel ve teknolojik verileri , özel sektör ya da kamu sektörü  kuruluşları ile paylaşabilmelidir . Üniversitelerin bu doğrultuda verimli çalışabilmesi için Yüksek Öğretim kurulu ile  Sanayi Bakanlığı ,yüksek teknolojiye dayanan üretim plan ve programlarını  hükümetlerin desteği ile öncelikli olarak devreye sokabilmelidir . Türkiye’den dışarıya beyin göçüne izin verilmemeli ,  yüksek öğretimden çok büyük başarı ile yetişmiş olan iyi beyinlerin Türkiye’de kalabilmesi için yeni programlar geliştirilmelidir . Ayrıca , yüksek teknolojiye öncelik veren bir Türkiye’nin cazibe merkezi  olarak gelişebilmesi için yabancı ülkelerden Türkiye’ye beyin göçünü hızlandıracak yeni  destek projelerinin uygulama alanına getirilmesi gerekmektedir .
            Avrupa Birliğine giriş sürecinde  Avrupanın önde gelen büyük ülkelerinin engellemeleriyle  devre dışı bırakılan Türk tarımının yeniden ele alınması sağlanmalıdır . Avrupa uzmanlarının Türk şehirlerini dolaşarak köylüye yönelik olarak uyguladıkları üretimi durdurma projelerine  Türk devleti karşı çıkmalı ve kırsal alanlarda yaşamakta olan Türk köylülerini yeniden eskisi gibi üretime teşvik etmelidir . Avrupa Birliği Türkiye’nin tarımsal üretimini durdurduğu aşamada , Türkiyenin kırsal nüfusu şehirlere dolarak   varoşlarda yoksul  yerleşimlere yönelmiş ve bu yüzden üretimden dışlanan bu kesimler,  hem  Belediyelerin gıda yardımına muhtaç duruma düşmüşler  hem de dini cemaatların yayılma bölgeleri olarak  laik Türk devletinin yeniden din devletine dönüştürülmesinde toplumsal taban olarak kullanılmaya başlanmıştır . Üretimden uzaklaştırılan kırsal kesim insanları hem giderek artan şeriat düzeni tehlikesinde  hem yoksulluk nedeniyle ortaya çıkan terör olaylarında  fazlasıyla etki sahibi olmuşlardır . Kentlerin kenar mahallelerinde barınmaya çalışan varoş halklarının yeniden kırsal kesimlerindeki evlerine geri dönüşlerinin sağlanması  ve   küresel piyasa ekonomisinin ötesinde yeniden ulusal ekonomiye üreterek katkıda bulunabilmeleri ve böylece hem işsizlik hem de yoksulluk çıkmazından kurtulabilmeleri için , devletin acil bir eylem planı uygulamaya getirmesi gerekmektedir . Devlet Planlama Örgütünü göstermelik bir biçimde kalkınma bakanlığına dönüştürerek gerçek anlamda bir sosyo-ekonomik kalkınma  sağlanamaz . Belediyelerde artan çorba kuyrukları ile cemaat önderlerinin çevresindeki avuç açan aç ve işsiz insan kalabalıklarının önlenebilmesi  için toprakları çok verimli tarım alanı olan Türkiye’nin ,yeniden bir tarım ülkesine dönüşü tarımsal kalkınma programları ile gerçekleştirilmelidir . Küresel şirketlerin fabrika ürünü gıda maddeleri istilasına karşılık  tarladan üretilen  taze ürün piyasasının sağlıklı nesiller için hızla devreye sokulması gerekmektedir . Sanayi toplumu olması engellenen  Türkiye’nin üretici bir yapılanma için yeniden tarım toplumu olabilmesinin önü açılmalıdır .
            Halk kitlelerinin kenar mahallelere toplanarak herkesin alışveriş merkezleri üzerinden piyasaya teslim edilmeleriyle ilgili uygulamalara son verilmesinin zamanı gelmiştir . Böylesine bir süreç içerisinde kırsal alandan ve  tarımsal üretimden uzaklaştırılan milyonlarca insan hem işsiz kalmış hem de açlığa mahkum edilmiştir . Büyük şehirlerde trafiği tıkayan insan kalabalıklarının önlenebilmesi için yeniden kırsal alanlara göç devlet tarafından desteklenmelidir . Köyündeki evini ,arsasını  ve tarlasını satanların yeniden eski yerleşim bölgelerine dönmeleri için kırsal alana yerleşim programları geliştirilmelidir .Türkiye’de köylerin ve kırsal alanlarınyeniden düzenlenerek eskisi gibi ekonomik yaşam düzenine katılmalarının sağlanabilmesi için göstermelik olmayan ama  gerçek anlamda etki sağlayacak biçimde  kırsal alan yeniden yapılanma programlarının devreye sokulmaları gerekmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi köye medeniyet götürecek ve kırsal alanı çağdaş  dünya ile bütünleştirecek Köy Enstitüleri gibi milli seferberlik programlarının daha fazla zaman yitirmeden uygulama alanına getirilmeleri gerekmektedir . Köylü kesimin vahşi kapitalizmin çarklarına kapılıp yok olmaması için köyü ve köylüyü  canlandıracak yeni kalkınma planlarının   Köy Enstitülerinde olduğu gibi küresel emperyalizme karşı  devreye sokulmaları gerekmektedir .
             Uzay çağının ve geleceğin ekonomisindeki enerji gereksinmesini karşılayacak  önemli madenlerin  Türk topraklarında bulunduğu hususu dikkate alınarak , yeni bir ulusal madencilik projesinin devreye sokulmasında çok büyük kamu yararı bulunmaktadır . Bu doğrultuda öncelikle Türkiye’nin gerçek maden envanterinin çıkartılması ve ve nerede hangi madenin ne kadar olduğunun  bilimsel raporlar ile kamu oyuna açıklanarak Türk toplumunun sahip olduğu maden zenginlikleri alanında bilinçlendirilmeleri gerekmektedir . Özellikle krom ,boraks ,uranyum,tungsten ve wolfram  gibi kimsenin duymadığı ve bilmediği  geleceğin önemli madenlerinin büyük miktarda Türk topraklarında bulunması , ekonomik kalkınma ajansları gibi bölücü uygulamalar ile Türk devletinin parçalanmasına yol açmaktadır . Dünyanın en önemli maden rezervlerine sahip bulunan Türkiye’de  maden yasalarının ihanet yasalarına dönüştüğü  çok sık görülmüştür . Emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda bir maden düzeni kurularak Türk halkının kendi maden zenginliklerinden yararlanmalarının önü kesilmiştir . Şimdi de bölücü örgütlerin Türkiye’nin elinden almak istediği bölgelerdeki maden ve yer altı zenginliklerinin o bölge halkı ile kurulacak ortaklıklar üzerinden gene  Türk ulus devletinin kontrolundan kaçırılmak istenmektedir . Halkların hakları görünümünde ,eyalet konumundaki küçük bölge halklarına maden ve enerji kaynakları açılmak istenmekte ve böylece ulus devletin merkezindeki başkent Ankara’nın elinden Türkiye’nin zenginlikleri koparılmaya çalışılmaktadır . Maden alanındaki sömürünün önlenebilmesi için Türk Maden Kurumu ile birlikte Etibank’ın yeniden kurulması gerekmektedir .
            Dört bir yanı petrol kuyuları ile dolu bulunan Türkiye’nin bir petrol ülkesi olması  cumhuriyetin kuruluş döneminde engellenmiştir . Kuzey Irak ve Batum bölgeleri petrol  bölgeleri olduğu için Misakı Milli sınırları dışında bırakılmış , Rusya ve İngiltere aralarında petrol bölgelerini paylaşırken Türkiye’nin bir petrol ülkesi olmasına izin vermemişlerdir . Sovyetler Birliği zamanında Rusya’da hazırlanan enerji raporlarında Türkiye’nin Güneydoğu  , Orta Anadolu , Ege Denizi ,Trakya , Karadeniz  ve Kıbrıs bölgelerinde  yoğun petrol ve doğal gaz kaynakları bulunduğu otoriteler tarafından ortaya konulmuş ama   büyük petrol şirketlerinin devreye girerek Türkiye’yi teslim almaları üzerine bu kaynaklar doğru dürüst  araştırılmamıştır . Güneydoğu bölgesinde petrol bulan mühendislerin kemikleri yıllar sonra dağlardan indirilmiş ,doğu Anadolu bölgesi Türkiye’nin sınırları içerisinde yer almasına rağmen  petrol aranması yasak bölge ilan edilerek bu bölge petrolü müstakbel Büyük Ermenistan devleti için ayrılmıştır . Devletin petrol kurumu ciddi bir petrol araştırması yapmamış,  petrol olduğu ileri sürülen bölgelerde  göstermelik olarak sadece bir tek kuyu Batman’da açılmıştır . Türkiye’deki petrolün çıkartılmasını engelleyen işbirlikçi ve mandacı çevreler Türk petrolünün çok derinlerde de olduğunu ve bu yüzden çıkartılamadığını ileri sürerek kendilerini mazur göstermeye çalışmışlardır .Basra körfezi civarındaki çöl alan petrolü bitince sıranın ikinci bölge olarak dağlık alana geleceği ve bu aşamada da Kuzey Irak ile birlikte Türkiye’nin güneydoğu ve doğu bölgelerinin  işletmeye açılacağı kulislerde dillendirilmiştir . Wilson prensipleri doğrultusunda Anadolu’nun doğusunu Türklerin elinden almaya çalışan Atlantik emperyalizmi ,yeni kurulacak Güneydoğu ve Doğu Anadolu devletlerine bu bölgelerin petrol zenginliklerini sunmaya hazırlanmaktadır . Bu nedenle acilen Türk Petrol kurumu kurularak , büyük petrol şirketlerine karşı Türk  halkının ulusal çıkarları ve Türk devletinin kazanılmış hakları savunulmalıdır .
            Türk maliyesinin yabancı ülke vatandaşlarına teslim edildiği bir aşamada Türkiye dışa karşı bir yarı sömürge ülke görünümü vermektedir . İngiliz ,  Amerikan  ya da Alman vatandaşı konumundaki uzmanların Türkiye’nin bütçesi ve mali yapılanması ile yakından ilgilendiği bu aşamada  Türkiye Cumhuriyeti  yeniden Düyunu Umumiye günlerine geri döndürülmektedir . Dünya Bankası ve İMF uzmanlarının siyasal kadrolara getirildiği bu yarı sömürge düzeninde ,Türk ekonomisinin geleceği Türkiye’nin ulusal çıkarları doğrultusunda değil ama  küresel emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmektedir . Tam bu aşamada yabancı devlet vatandaşlarının Türk maliyesi ve ekonomisi üzerinde etkin olmaya başlamaları da, Türkiye’nin bir  sömürge düzenine dönüştürüldüğünü açıkça kanıtlamaktadır . Dünyada %1 lik  aşırı zengin kesimine karşılık %99 luk  dışlanmış yoksul  halk  kitlelerini  karşı karşıya getiren küresel sömürge düzeninden kurtulabilmek için , öncelikle Türkiye’nin  Ankara merkezli üniversitelerden yetişen ulusal bakış açısına sahip olan gerçek anlamda milli yönetici kadrolara ihtiyacı bulunmaktadır . Türkiye gibi  bir ülkenin maliyesi yabancılara teslim edildiği noktada o ülke artık dışarıdan yönetilen bir sömürge konumuna gelmiştir . Şimdiye kadar  çeşitli örnekleri ile kanıtlanan ve Osmanlı İmparatorluğunun batırılış sürecinde de ortaya çıkan  bu durumun bir an önce sona erdirilmesi için Türkiye’nin acilen bir milli iktidara ihtiyacı bulunmaktadır .
            Bağımsız bir ülkenin bütçesi ulusal gelir kaynakları ile yapılır . Ne var ki , Türkiye’de son yıllarda kaynağı belirsiz sıcak paranın sürekli olarak Türkiye’ye körfez ülkeleri üzerinden sokulması ile Türk devleti hem gelir kaynaklarını hem de harcama kalemlerini iyice şaşırmış bir  duruma gelmiştir . Bu nedenle denk bütçe bir türlü yapılamamakta ve böylesine dengesiz koşullarda  cari açık giderek her geçen gün tırmanmaktadır . Bir  devletin iflasını çoktan gündeme getirecek düzeyde bir cari açık giderek artarken , hala Türk ekonomisinin yürütülmesi kaynağı belirsiz sıcak para ile sağlanabilmektedir . Tamamen siyasal çıkarlar ve hesaplara dayalı bir biçimde gündeme getirilen kaynağı belirsiz sıcak para uygulamaları Türkiye’nin mali düzenini  temelden bozduğu gibi  giderek artan cari açıklar da emperyalist güçlere istedikleri anda ekonomik kriz çıkararak  Türk devletini çökertme olanağını  vermektedir . Bu durumda yarını belli olmayan bir ülkede  Türkler kendi ekonomilerini yürütme sorunu ile baş başa kalmış durumdadırlar . Türkiye’nin bu  çok tehlikeli durumdan bir an önce  hızla kurtulabilmesi  için tıpkı Kuvayı Milliye günlerinde olduğu gibi  gerçek milli bir iktidara ihtiyacı vardır .
            Tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti için  Türkiye’nin maliye ve ekonomisinin yeniden milli güçlerin denetimi altında Türk devletinin  kontrolu altına girmesi gerekmektedir . Bu doğrultuda  Türk uzmanları tarafından hazırlanacak bir milli ekonomi modelinin  öncelikli olarak  uygulamaya  başlanmasında zorunluluk  vardır  . Bazı ekonomi bilmeyen ilahiyatçılar tarafından hazırlanan göstermelik milli ekonomi modeli  ile halk kitlelerini uyutmak yerine gerçek uzmanların hazırlayacağı bilimsel bir milli ekonomi programının ulusalcı bir iktidar tarafından devreye sokulmasında acil bir kamu yararı bulunmaktadır . Yıllarca  batılı ekonomik merkezler  tarafından yönlendirilen  Türk ekonomisinde sermaye birikimi düşüncesiyle özel sektörden doğru dürüst vergi alınmamış ve bütçenin büyük yükü dolaylı vergiler üzerinden yoksul Türk halkının üzerine yıkılmıştır . Devlet desteği , teşvikler ve vergi ödememe yolu ile büyüyen Türk şirketleri devletin yanında yer alarak ülke gereksinmeleri doğrultusunda yatırım yapacaklarına  , küresel sermaye ile ortaklıklara girerek dünya ekonomisi içinde kendilerine yer arayarak büyüme yolunu tercih etmişlerdir .Bir anlamda ülkesine ihanet eden sermaye milli olmaktan çıkarken , milli devletin küresel emperyalizmin baskıları ile çökertilmesine aracı olmuş ve Türkiye’nin yarı sömürgeleşmesi bu açıdan da desteklenmiştir . Bu durum dikkate alınarak , önümüzdeki dönemde sermayeden ve özel sektörden daha ciddi oranlarda vergi alacak bir programı uygulayacak  mili ve cumhuriyetçi bir iktidarın iş başına gelmesi gerekmektedir . Vergi ödemeyen özel sektör yabancı sektör haline gelirken , milli ekonominin tasfiyesinde de aracı olarak kullanılmıştır .
            Özel sektörün vergi ödememesi  yüzünden bütçenin gelirlerini sağlayacak vergiler dolaylı yollardan  Türk halkının omuzları üzerine yüklenmiştir .  Türkiye’de her geçen gün geçim sıkıntılarının artmasının sebebi özel sektörün ve yabancı firmaların ödemesi gereken vergilerin halk kitlelerinden zamlar yolu ile alınmasıdır . Örnek olarak içkiye yapılan aşırı zamların, hem İslami politika gösterilerek  siyasal destek toplamaya yardımcı olduğu ama aynı zamanda sahte içkilerin piyasadaki  aşırı  pahalılığı önlemek üzere devreye girmesi yüzünden yüzlerce insanın ölmesine giden yolları açtığı görülmüştür . Sınırlarının çevresi petrol dolu bir ülke olan  Türkiye’de dünyanın en pahalı benzininin satılması da  , bütçedeki vergi gelirlerindeki eksikliğin zamlar yolu ile yoksul halk kitlelerinin sırtına bindirildiğini göstermektedir . Bu gibi çarpıklıkların önlenmesi için geliştirilecek bir milli maliye programı aracılığı ile özel sektör kuruluşları doğru dürüst vergilendirilmeli ve  uluslar arası tekelci firmalar ciddi vergi uygulamalarına bağlanarak açık bütçenin gelir kaynaklarının tamamlanması gerekmektedir . Büyük şirketlerin siyaseti finanse etmesi yolu ile işbaşına gelen siyasal kadroların arkasında hep büyük şirketler olduğu için ,halktan yana doğrudan vergilendirme değil ama şirketlerden yana dolaylı vergilendirme yollarına öncelik tanınmaktadır . Böylesine bir çarpıklık devam ettiği içindir ki , küreselleşme sürecinde %I aşırı zengin ile %99 yoksullaşan halk kitleleri karşı karşıya getirilmiştir . Bu durumu önleyecek bir ulusal vergi politikasının acilen uygulama alanına getirilmesi gerekmektedir . Adil vergilendirme ve hakça bölüşüm yeni vergi reformunun ana kuralı olmalıdır .
            Ülke ekonomisinin piyasalar üzerinden denetimine son verilerek yeniden Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda  devlet merkezli bir uygulamaya geçilebilmesi için kamu sektörünün genişletilmesi gerekmektedir . Özelleştirmenin yabancılaştırma anlamına geldiği ve bu yoldan küresel şirketlerin ülke içlerine girerek emperyal bağımlılık ilişkilerini örgütlediği görüldüğü için , bu durumu önlemek üzere  ülke gereksinmeleri doğrultusunda çeşitli alanlarda  Kamu Ekonomik Kuruluşlarını yeniden oluşturacak bir  milli kamu ekonomisi programına gerek vardır . Bu doğrultuda , milli ekonomiyi koruyacak biçimde bir Dış Ekonomi Bakanlığı kurularak ,  küresel şirketlerin yönlendirmelerini devlet adına karşılayacak ve ilişkilerin daha dengeli bir biçimde geliştirilmesine yardımcı olacak yeni bir yapılanmanın bir an önce başlatılması gerekmektedir . Bir dönem kurulmuş olan Dış Ekonomik ilişkiler Bakanlığı aracılığı ile geliştirilecek  milli ekonomiyi  koruma programları ,piyasa üzerinden gelebilecek dış ekonomik saldırılara karşı koyacak korunma metotlarının devreye sokulmasında yararlı olacaktır . Küresel ekonomik saldırılara karşı bütün bakanlıklar işbirliği yaparak ülke ekonomisini ayakta tutabilmeli ve beklenmedik ekonomik kriz senaryolarının önüne geçebilmelidir .
            D-EĞİTİM VE KÜLTÜR
            Eğitim ve kültür birbirine bağlı olan ve birbirini etkileyen iki alandır . Bu  nedenle bir ulusal program da birlikte ele alınmalarında fayda bulunmaktadır .  Türkiye’de hem eğitim hem de kültür herkesin el attığı ve bu yüzden de karma karışık bir duruma getirilen iki alandır . Aslında her ülkenin ve devletin kendi eğitimine ve kültürüne sahip çıkma ve bunları yeniden üretme hakkı doğal olarak vardır .Ne var ki , dünya film piyasasının % 90 nını kontrol eden Holywood başta olmak üzere   batılı emperyal merkezler hem kendi kültürlerini hem de kendileri açısından yararlı buldukları eğitim programlarını , medya ve basın organları üzerinden dünya halklarına empoze etmekteler ve bazen da zorla bu programları devreye sokarak , dünya ülkelerini ciddi dayatmalar ile karşı karşıya bırakmaktadırlar .
            Türkiye’nin batıya açılmasıyla birlikte  cumhuriyetin kurucu kadrolarının temellerini atmış olduğu kamusal eğitim  düzeni çökertilmiştir . İşin içine sermaye girdiği zaman  , Türk devletinin ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda eğitim ve kültür alanlarını yönlendirmesi önlenmiş ve ortaya kamu ve özel karışımı bir kargaşa ortamı çıkmıştır . Cumhuriyetin bireyleri özgürleştirme ve bilinçli yurttaş yetiştirme yönünde yapılandırmayı hedeflediği  milli eğitim sistemi  iç ve dış baskılar ile çökertildiği için ,bugün Türkiye’de tutarlı bir eğitim ve kültür düzeninden söz edebilmek mümkün değildir . İsminde “Milli “ kavramı bulunan Milli Eğitim Bakanlığı küresel plan ve projelere angaje olarak  son yıllarda  Türkiye’yi dışırıdan yönlendirme programlarına eğitim alanında yönlenerek , Milli Eğitim yerine yabancı eğitim uygulamalarına alet olmuştur .İlerleyen teknolojinin çeşitli verilerini kullanan yabancı plan ve programlar , küreselleşme görünümünde uygulama alanına aktarılırken , milli eğitim ile ilgili eski bakanlık uygulamaları ve programlarına son verilerek  eğitimden uzak tutulan milli kavramının geriletilmesi sağlandığı için , Türk milletinin gelecekteki kuşaklarını yetiştirecek bir  milli yapılanma eğitim  alanından dışlanmıştır .Bu nedenle , ulusal bir program aracılığı ile  Milli Eğitim alanındaki    Türk milletinin milli yapısına son veren küresel uygulamalara son verilmesi gerekmektedir .
            Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kurulmuştur . İmparatorluğun yıkılışından sonra bir ulusal kurtuluş savaşı veren Türk milleti ,savaş  alanında emperyalizme karşı tam bir dayanışma içerisinde anti emperyalist bir mücadele vererek uluslaşmanın temel adımını atmıştır .Cumhuriyetin kuruluşu sırasında açılmış olan Millet mekteplerinde milli eğitime önem verilmiş, bu okullarda hem Türkçe hem Latin alfabesi hem de millet olmanın esasları  Türk milletinin genç kuşaklarına öğretilmiştir . Cumhuriyeti ilan eden Kuvayı Milliye harekatı  Türk milletinin geleceğini bir devlet çatısı altında kurumlaştırırken , Millet Mektepleri ile Türk milletinin uluslaşmasının ilk adımı tamamlanmıştır . Ne var ki , daha sonraki dönemlerde Millet Mekteplerinin çalışmaları engellenmiş ve dış baskılar ile , önce Millet Mektepleri daha sonra Halkevleri ve sonunda da Köy Enstitüleri kapatılmıştır .Orta çağ toplumundan çağdaş bir ulus ve cumhuriyet devleti çıkartan Kemalist devrim eğitim yolu ile kendisini geleceğe dönük üretmiş ve cumhuriyet eğitimi aracılığı ile cumhuriyetin genç kuşakları yetiştirilmiştir .  Kuruluş dönemindeki eğitim çalışmaları ile Türk ulusunun doğuş aşaması tamamlanmıştır . Şimdi bu uluslaşma sürecinin tamamlanması gerekmektedir .  Bu nedenle , Türk devletinin ikinci bir uluslaşma planını  kararlı bir biçimde  uygulama alanına getirmesi gerekmektedir .
            Türk ulusunun uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için  , Kültür Bakanlığının adının Milli Kültür Bakanlığı olarak değiştirilmesinde ulusal yarar vardır . Cumhuriyet devletinde öncelik milli kültürün olduğu zaman hiçbir emperyalist güç milli  devleti yıkabilecek bir toplumsal ortam bulamaz . Ama milli kültür yerine yabancı kültüre öncelik verilirse , sinema ve televizyonlar da % 90 oranında Amerikan ürünü filmler  ve programlar yayınlanırsa , genç kuşakların kafası karıştırılmakta  ve böylece uluslaşma sürecinin dışına genç kuşaklar çıkartılarak ulus devletlerin toplumsal tabanları silinmektedir . Bu nedenle , Kültür Bakanlığının adının değiştirilmesiyle birlikte bir Milli Kültür Programının da uygulamaya aktarılması zorunlu  görünmektedir.
            Türkiye’de cumhuriyet rejimi örgün eğitim kadar  yaygın eğitime de  özel bir yer vermiştir . Cumhuriyetin ilk yıllarında bir millet yaratma doğrultusunda  Millet Mekteplerine öncelik verilirken , daha sonraki aşamada  devlet yapısının halkçı bir tabana sahip olabilmesi doğrultusunda Halkevleri kurulmuş ve kısa zamanda beş binden fazla şubeye ulaşarak  yurdun her köşesinde bir halk eğitimi merkezi  oluşturulmuştur .. Hiçbir şeyin bulunmadığı Anadolu topraklarında bir çağdaş devrim yapılırken , ülke nüfusunun halkçı bir anlayış ile ele alınması sağlanmıştır . Yirminci yüzyılın ortalarına kadar sürdürülen Halkevleri çalışmaları ile  Anadolu nüfus yapısının içinde bulunun etnik ve dinsel kökenler geride bırakılarak  halkçılık anlayışı çerçevesinde  Türkiye Cumhuriyeti için çağdaş bir halk yaratılmaya çalışılmıştır . ABD’nin bu bölgeye gelmesiyle birlikte Köy Enstitüleri ile birlikte kapatılan Halkevlerinin ortaya çıkardığı eksiklik daha sonraları  dini cemaatların devreye  sokulmasıyla , kuran kursları üzerinden  Türk halkı yeniden ortaçağın ümmet toplumuna dönüştürülmeye çalışılmıştır . Bugün gelinen noktada  Köy Enstitüleri ve Halkevleri kapatıldığı için  Türk toplumu çağdaş bir cumhuriyet devletinin halkı olmaktan çıkmış , cemaatlar üzerinden  bir orta çağ toplumu oluşumu yeniden gündeme getirilmiştir .Bu durumun önlenebilmesi için Halkevlerinin kanun yolu ile bir kamu kurumu olarak yeniden kurulması sağlanmalıdır . Ülkede etnik köken tartışmalarıyla ülkenin bölünmeye gitmesinin önlenebilmesi için  kanun ile bir kamu kurumu olarak kurulacak Halkevlerinde , Türk halkı yeniden  çağdaş cumhuriyet devletinin halkı olarak yetiştirilmelidir . Bu doğrultuda bütün vilayetlerde açılmış olan kültür merkezlerinin kanunla yeni kurulacak Halkevlerine devri gerçekleştirilmeli  ve her Halkevi bulunduğu il ya da ilçede Türk halkını kaynaştıran eğitim ve kültür programları ile yeniden bir yaygın eğitim seferberliğinin merkezi konumuna getirilmelidir .
            Halkevleri ile ilgili olarak yapılan değerlendirmelerin benzeri Köy Enstitüleri için de yapılabilir . İkinci dünya savaşının getirdiği içe kapanma dönemindeki durgunluğun aşılabilmesi ve kırsal kesim insanının geleceğe hazırlanarak  ülkede topyekün bir tarımsal kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi  amacıyla kurulmuş bulunan  Köy Enstitülerinde  Anadolu’nun dört bir yanından seçilerek alınan öğrenciler  iş içinde eğitim , eğitim içinde iş anlayışı doğrultusunda eğitilerek  geleceğin  toplumsal ve ekonomik önderleri olarak yetiştirilmeye çalışılmıştır .Amerikan emperyalizmi tarafından Türk toplumu din üzerinden teslim alınmaya çalışılırken , bu kurumlar komünist yuvası ilan edilerek kapatılmış ve böylece cumhuriyet rejiminin kırsal alana giderek köyü ve köylüyü uyandırması ve üretime geçerek  canlandırması atılımları önlenmiştir . Bugün gelinen yeni aşamada tıpkı Halkevleri boşluğunun yarattığı olumsuzluklar gibi benzeri değerlendirmeler Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla ilgili olarak yapılabilmektedir . Halkevleri ve Köy Enstitülerinin kapatılmalarıyla meydana gelen boşluklar , kuran kursları cemaat yapılanmaları ile doldurulduğu için Türk toplumu  pozitif bilimsel çizgiden uzak bırakılmaya çalışılmıştır .Ne var ki , bugün ülkenin her köşesinde açılmış olan üniversitelerden yararlanılarak , Köy Enstitülerinden gelen boşluğun doldurulması doğrultusunda yeni çalışmalar yapılabilecektir.  Özellikle kırsal kalkınmaya elverişli bölgelerdeki üniversitelerde  açılacak  benzeri enstitüler ya da meslek liseleri aracılığı ile yeniden geleceğin kırsal kesim önderlerinin   buralardan  yetiştirilmelerine öncelik verilmelidir .  Köy Enstitüsü mezunlarının  oluşturdukları  dernek ve vakıflar aracılığı ile  zamanında   Köy Enstitüleri merkezi olan  Hasanoğlan  bölgesinde , cumhuriyetin  halkçı eğitim birikimini bugünlere ulaştıracak  bir Hasan Ali Yücel Üniversitesi devlet eli ile kurulmalıdır .
            Küresel emperyalizm eğitim alanını devletin elinden alarak bir ticaret alanı olarak yeniden düzenleme çabası içindedir . Böylece devletin elindeki kamu okullarını elinden çıkarması ve eğitimin özelleştirilmesi görünümünde  küresel şirketlerin ticaret alanı haline dönüştürülmesi  ile  ulus devletlerin kendi uluslarını yeniden üretecekleri bir sürecin önü kesilerek, ulus devletlerin tasfiyesi hedefi zorlanmaktadır. Bu nedenle, küresel emperyalizmin dümen suyunda eğitim yaparak Türkiye’nin sömürgeleştirilmesinin toplumsal tabanını oluşturmaya çalışan özel eğitim kurumlarının devletleştirilerek , anayasada var olan cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda hareket etmeleri sağlanmalıdır .
            Eğitim alanının bir kamusal alan olduğunun öncelikle kabül edilmesi gereklidir . Bunun benimsenmesi sonrasında eğitimin parasız olması ve toplumun her kesiminden gelen gençlere aynı düzeyde  etkin ve kaliteli eğitimin verilebilmesi sağlanmalıdır .Eğitimin parasız olabilmesi için devletin bu alanda bir  altyapı örgütlenmesini tamamlaması gerekmektedir . Daha önceki yıllardan gelen özel eğitim kurumlarının kamulaştırılması ,anayasada güvence altına alınacak eğitim hakkının korunması doğrultusunda  atılacak adımlar sonucunda  gerçekleştirilmelidir .Eğitimin her alanda parasız olması bu alandaki hakların  gerçekleştirilmesi açısından önem taşımaktadır .Devlet kendi kamusal alanını düzene koyarken , bir kamusal hak olan eğitim ve öğretim haklarının en üst düzeyde gerçekleştirilmesine öncelik verilmelidir .
            Türkiye cumhuriyetinin en önemli özelliklerinden  birisi de cumhuriyet eğitiminin birliğinin sağlanması olmuştur . Osmanlı İmparatorluğu döneminde devletin yapısı laik olmadığı için bütün cemaatlar ve tarikatlar kendi aralarında örgütlenerek  cemaat mensuplarının eğitimlerini gerçekleştiriyorlardı . Bu nedenle  , bir eğitim birliği yoktu . Cumhuriyet rejiminde ise ,Fransız devriminden geldiği gibi laik bir devlet kurulduğu için eskisi gibi cemaatların kendi okullarını açarak eğitim yapmalarına izin verilmiyordu. Yeni devlet bir ulus devlet olarak kurulduğu için  toplumun uluslaşması doğrultusunda tek modele dayanan bir eğitim yapılanması hedefleniyordu .Bu doğrultuda eğitimin birliği anlamına gelen Tevhid-i Tedrisat kanunu çıkartılarak bütün toplumun devletin öncülüğünde tek tip eğitimden geçmesi isteniyordu . Laik bir devletin toplumsal tabanının da benzeri bir biçimde din dışı yapılandırılması gerekiyordu . Cumhuriyet devriminin felsefesini hayata geçiren ve ,toplumun bu alandaki gereksinmelerini  karşılayan  bir ulusal eğitim düzeni Türkiye cumhuriyetinin öncelikle gerçekleştirmeye çalıştığı bir amaçtı . Ne var ki , eğitim alanında özelleştirmelerin  yapılması üzerine dini cemaatların kendi okullarını kurmalarının yolları dolaylı olarak açılmıştır . Bu yüzden bugün gelinen noktada , cumhuriyet rejiminin ilk olarak çıkarmış olduğu eğitimin birliği yasasına aykırı bir durum vardır . Böylesine çelişkili bir durumun bir an önce sona erdirilmesi ve yeniden eğitimin birliği yasası doğrultusunda cumhuriyet eğitimi çerçevesinde genç kuşakların ayırım gözetmeksizin eğitimlerini tamamlamaları sağlanmalıdır .
            Atlantik emperyalizminin ve İsrail siyonizminin  dünyanın merkezi alanında yayılan İslam coğrafyasında yeniden hegemonya kurma girişimleri sonucunda Türkiye’de son yıllarda gündeme getirilmiş olan  dini esaslara uygun eğitim örgütlenmelerinin yeniden  cumhuriyet rejiminin laik,ulusal ve çağdaş yapılanmasına uygun bir aşamaya getirilmesi için  Atatürk döneminde olduğu gibi yeni bir aydınlanma seferberliğine gereksinme  vardır . Kemalist devrimin getirmiş olduğu cumhuriyet düzenine uygun bir çizgide  çağdaş eğitimin bilimsel esaslara  dayanması   ve  modern dünyanın  yapılanmasına  paralel bir çizgide  geliştirilmesi  bugünkü cumhuriyet hükümetlerine düşen öncelikli bir görevdir . Cumhuriyet rejiminin varlığını koruyabilmesi ve geleceğe dönük yaşayabilmesi ancak , genç kuşakların cumhuriyet  düzenine uygun bir  eğitimden geçmesi ile mümkündür . İslam coğrafyasını ele geçirmeye yönelik  strateji ve politikaların  Türkiye’nin cumhuriyetçi  eğitim düzenine zarar vermesine izin verilmemelidir .
            Küresel sermayenin dünya imparatorluğunu  hedeflediği bir aşamada  ulus devletlerin varlığı tehlikeye girmektedir . Bu nedenle , ulus  devletlerin  varlıklarını geleceğe yönelik bir çizgide koruyabilmeleri için  ulusal eğitime önem vermeleri gerekmektedir . Her yurttaşın temel hakkı olan eğitimin  toplumun ve devletin ulusal çıkarları doğrultusunda  ele alınarak düzenlenmesi gerekmektedir .Küresel sermayenin  uluslar arası sömürü düzenine karşı çıkacak , uzaktan kumandalı  saldırılara karşı dik durabilecek cumhuriyetçi nesillerin yetiştirilebilmesi için  eğitimin  kesinlikle ulusal olması gerekmektedir . Bir ülkenin ya da ulusun çıkarları doğrultusunda dünyaya bakılması ve ortaya çıkan yeni durumların bilimsel açıdan değerlendirilerek yeni kuşaklara bu doğrultularda  ulusal bir eğitim birikiminin aktarılması gerekmektedir . Yabancı dil eğitimine dünyayı anlamak için ağırlık verilebilir ama yabancı dilde eğitim yaparak vatandaşların kendi milli dillerinden uzaklaştırılmaları kabül edilemeyecek bir durumdur . Ulusal eğitim milli dil ile yapılırken , dünyanın kavranabilmesi ve diğer ülkelerdeki gelişmelerin izlenebilmesi içinde iyi ve kaliteli bir çizgide   yabancı dil eğitimi yapılabilmelidir . Sadece batı dillerinin değil ama dünya haritasında yer alan diğer büyük ve önemli ülkelerin dillerinin de  eğitim sistemi içinde yer almaları ülke yararı açısından katkı sağlayacaktır .
            Gelişmiş batı ülkelerinde görüldüğü gibi , yaşam boyu eğitim programlarının geliştirilebilmesi için  her şehir ya da ilçede yaşam boyu eğitim merkezleri kurulmalıdır . Bu merkezlere değişik konularda eğitim görmek isteyen insanların istedikleri eğitimleri alabilmeleri için farklı programlar geliştirilebilmelidir . Gençlere olduğu gibi orta yaş kuşaklarına ya da emeklilik çağına gelmiş olan insanlara yönelik eğitim programlarına yaşam boyu eğitim anlayışı içerisinde yer verilebilmelidir . Üniversiteler ya da meslek okulları ile işbirliği yapılarak geliştirilecek  değişik eğitim programları yaşam boyu eğitim merkezleri aracılığı ile her  yerde ve  alanda uygulanabilmelidir .
            Yüksek öğretim düzeni yeniden ele alınarak bugün gelinen aşamadaki bilgi düzeyi doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yapılmalıdır . Yüksek Öğretim Kurumunun kamu yararına ulusal eğitimi hedefleyen bir çizgide yeniden örgütlenebilmesi için  ilgili yasalarda değişikliklere gidilmelidir . Ülkede her il merkezinde üniversite açılması tamamlanmış ve  onlarca özel üniversite büyük şehirlerin çeşitli mahallerinde oluşturulmuştur .  Her yere üniversite açılırken gençlerin ihtiyaçlarının karşılanmasına öncelik verilmiştir . Ne var ki , gerekenin üzerinde bir rakama ulaşan üniversite sayısında  cemaatların  rolü olduğu görülmüştür . Eğitimin birliği ilkesine aykırı bir biçimde cemaat üniversitelerinin  açılması  toplumun giderek laik devletten uzaklaşmasına neden olmuş ve bu doğrultuda cumhuriyetin  eğitimde birlik ilkesi yasalara aykırı bir biçimde devre dışı bırakılmıştır . Üniversitelerin dışa açılmaları sağlanırken , eğitimin bir ticaret  konusu olmasına izin verilmemeli ve asıl  işin eğitim olduğu her zaman için hatırlanmalıdır . Üniversitelerde uzmanlaşmaya ağırlık verilmeli , yüksek lisans ve doktora eğitimi hakkı gelişmiş büyük üniversitelere tanınmalı ve her yeni açılan üniversitenin  yüksek lisans ticaretine yönelmesi önlenmelidir . Ayrıca , yüksek öğretimde hoca eksikliğinin giderilebilmesi için , Ankara ‘da YÖK’e bağlı olarak görev yapacak bir Yüksek Öğretim Akademisi kurulmalı ve bu merkezde , Anadolu üniversitelerinin hoca ihtiyacını karşılayacak biçimde yüksek lisans ve doktora eğitimleri genç akademisyenlere verilmelidir .
            Eğitimin yanı sıra kültür alanında da yeni bir atılıma ihtiyaç vardır . Kültür Bakanlığının yeniden ele alınarak düzenlenmesi  Türk kültürünün gelişimi açısından zorunludur . Turizm’den ayrılacak Kültür Bakanlığının Türk kültür dünyasında reform yapacak düzeyde daha etkili bir örgütlenmeye kavuşturulması zorunludur . Türk Sanat Kurumu adı altında bir kamu kurumunun kurulması bakanlığı ortadan kaldıracak bir çizgide değil ama  bakanlığın çalışmalarını tamamlayacak bir  doğrultuda ı sağlanmalıdır . Ayrıca , telif hakları sorununun gelişmiş ülkelerde çözülmesi gibi bir adım atılmasıyla, Düşünce Hakları Kurumu  adı altında yeni bir kamu  oluşumu bir an önce tamamlanmalıdır . Türk Patent ofisinin kurulmasıyla patent hakları nasıl güvence altına alındıysa , Düşünce Hakları  Kurumunun  kurulmasıyla da telif hakları düzeni hukuki bir yapıya kavuşturulacak ve Türkiye’de böylece  kültür eserlerindeki korsanlık  bütünüyle önlenebilecektir . Ayrıca , yazarlar ,yayıncılar ile dağıtımcılar arasındaki meselelerin çözüme kavuşturulmasıyla birlikte , üretilen bütün kültür ve sanat eserlerinin okuyucu ya da izleyiciye ulaştırılabilmesi açısından resmi bir kamu kurumu olarak Yayın Dağıtım Kurumunun kurulması da  , kültür alanındaki sorunların çözümü açısından yararlı olacaktır . Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih kurumunun Atatürk’ün  yadigarları olarak yeniden eski özgür statülerine kavuşmaları sağlanmalıdır . Atatürk  Kurumu  Dil ve Tarih Kurumlarının  ayrılmasından sonra yeniden düzenlenerek  , Türk dünyasına dönük  çalışabilmesi için daha güçlü bir  yapılanmaya dönüştürülmesi sağlanmalıdır .Türkiye Cumhuriyetinin  çağdaş bir cumhuriyet rejimi olarak sahip olduğu birikimin bütün Türk dünyasına dönük  yeni bir model yapılanma olabilmesi için , Atatürk Kurumu öncü olabilecek bir çizgide yeniden örgütlenmelidir .
            Dünya tarihinin en önemli ülkelerinden birisi olan ,Türkiye topraklarında  ilk çağlardan kalma çok büyük tarihi eserler  ve önemli  şehirlerin kalıntıları vardır .Bunların bir kısmı yüzyıllar boyunca toprak altında kaldığı için   Türkiye Cumhuriyeti  tarihi ve kültürel eser kaçakçılarının en çok aktif oldukları   ülkelerin başında gelmektedir . Anadolu topraklarındaki tarihi eser zenginliğinin  Avrupa kıtasının üç misli olduğu öne sürüldüğü için , Türkiye sınırları sürekli olarak tarihi ve kültürel eser kaçakçılığına  alan olmaktadır .Bu durum dikkate alınarak , Akdeniz ülkelerinde görülen   kültür polisi uygulamasının  gündeme getirilmesi ve  devletin Türk topraklarından yapılmakta olan tarihi ve kültürel eser  kaçakçılığının, kültürel alan güvenlik örgütü oluşturulması  sayesinde geride bırakması düşünülmelidir . Böylesine bir yeni güvenlik örgütünün aynı zamanda Turizm merkezleri için de  devlet adına görev yapması  da  mümkün olabilecektir .
            E-SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK
            Küresel  emperyalizm tıpkı eğitim alanında olduğu gibi  doğal yapısı gereği bir kamusal alan olması gereken sağlık alanını da gerçeklere aykırı bir biçimde  devletin elinden alarak özelleştirme görünümünde ticaret alanına  dönüştürmeye yönelmiştir . Hayata gelen herkesin en doğal hakkı olan  sağlık hakkının varlığını görmek istemeyen  para babaları , sağlık alanını da kendi özel ticaret alanına dönüştürerek devletlerin kendi vatandaşlarına sağlamaya çalıştığı sağlık yardımlarını ortadan kaldırabilmenin arayışı içine girmişlerdir . Amerikan ilaç şirketlerinin zamanla çok büyüyerek bütün sağlık sektörünü ellerine geçirmesinden sonra  sağlık alanı bu tekelci şirketlerin elinde  özel kazanç alanı olarak yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır.  Küresel şirketler içerisinde çok güçlü bir konuma gelen Amerikan ilaç tekellerinin   saldırıları yüzünden , sağlık alanı  insanların yaşam haklarını güvence altına aldıkları bir kamusal  alan olmaktan çıkartılmaktadır . Öncelikle bu durumun önlenmesi ve daha sonra  da  sağlık ve  yaşam haklarıına uygun bir çizgide sağlık alanının yeniden bir kamusal alan olarak düzenlenmesi gerekmektedir .
            Küresel emperyalizmin temsilcisi olan ilaç firmaları  ile yapılmış olan patent antlaşmaları  büyük ilaç vurgunlarına neden olduğu için  bunların öncelikle iptal edilmesi gerekmektedir . Piyasada var olan ilaçlara benzer ilaçların  Türkiye’de üretilebilmesini sağlayarak Türk ilaç endüstrisinin gelişmesi de sağlanmalıdır . Ayrıca  ,milli güvenliğin gereği olarak yıllardır piyasada var olan temel ilaçların ve bu doğrultuda kullanılan aşıların Türkiye’de üretilmeleri de sağlanmalı ve böylece  sağlık alanındaki tekellerin ilaç üzerinden vurgun yapmalarının önüne geçilmelidir . Dünya Sağlık Örgütü ve diğer uluslar arası sağlık kurumları  ile işbirliği içerisinde çalışacak  bir  Türk Tıp Kurumu daha fazla zaman geçirmeden kurulmalıdır .
            Küresel leşme programı çerçevesinde  Türkiye’deki hastaneler ve sağlık düzeninde yapılan reform tam bir başarısızlık ile sonuçlanmıştır . Devlet hastanaleri ile birlikte üniversite hastanelerine de el konulurak bunların özelleştirilme görüntüsü altında Amerikan ilaç şirketlerinin kontrolu altındaki uluslar arası sağlık firmalarına devredilmeleri  oyunu ortaya çıkınca , sağlık dünyasında büyük tepkiler gündeme gelmiş ve  kapitalist sistemin istediği  özelleştirilmiş sağlık düzeni kurmak üzere uzun süre işbaşında kalan bakan istifa ederek ayrılmak zorunda kalmıştır . Sağlık alanında özelleştirme amacıyla el konulan hastaneler ortada kalınca bu kez , Kamu Hastaneleri Birliği adı altında ne olduğu belli olmayan , başarısız özelleştirme programının ortaya çıkardığı sorunları aşmak üzere geçici olarak örgütlenen bir kurum halkın karşısına çıkartılmıştır . Üniversite hastanelerine  de özelleştirme için el konulması  Tıp alanındaki eğitim düzenini çökertirken  , bakanlıkların elindeki hastanelerin de yeni  kurulan bir kuruma devredilmesiyle de ortaya bir çok karışıklık yaratan sorun çıkmıştır . Küresel sermaye  Türkiye’nin sağlık düzeni ile kendi çıkarları doğrultusunda oynarken  uzaktan kumandalı bir biçimde oynarken  , yoksul Türk vatandaşlarının hem sağlık hem de yaşam haklarını tehlikeye atacak kadar   eski kamu düzenini bozmuştur . Bu durumun bir an önce düzeltilebilmesi için üniversite hastanelerinin yeniden rektörlüklere devredilerek  tıp eğitim düzeninin yeniden kurulması gerekmektedir .
            Kamu Hastaneleri Birliği bir kamu kurumu olarak kurulurken , sağlıkta özelleştirme girişimlerinin başarısız kalması ve eski düzenin  çöküşü nedeniyle  böylesine bir adım atılmıştır . Her bakanlığın ya da belediyenin kendi hastanesini kurması gibi bir süreçte  , bunun dışında kalan kamu kurumlarını da düşünerek konunun kamusal alanda yeniden bir düzene kavuşturulabilmesi için  Kamu Hastaneleri Birliği gündeme gelmiştir . Önceleri  özelleştirmeler yüzünden geçici olarak ortaya çıkan bu birliğin zamanla kalıcı olacağı ortaya çıkmıştır . Sağlık alanında bütünüyle  özelleştirmelerden vazgeçilmesiyle  ortaya çıkan sağlık alanının kamusal  bir yapılanma içerisinde düzenlenmesiyle Kamu Hastaneleri Birliği , devletin sağlık kamusal alanı ile ilgili temel örgütlenmesi olarak öne çıkmıştır . Üniversite hastanelerinin ihtiyaçları ise  Yüksek Öğretim  Kurulunun yeni aşamada oluşturacağı  örgütlenme ile karşılanacaktır . Tıp eğitimi ile  hastane hizmetleri arasındaki eşgüdümün yeni dönemde      YÖK çatısı altında ilgili bir birim tarafından tamamlanmasına  ,Sağlık Bakanlığının ilgili birimlerinin de  katkıda bulunması  gerekmektedir . Sağlıkta reformun   , küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda değil ama insan haklarının en üst düzeyde geliştiği bir aşamada sağlık  hakkı doğrultusunda  olacağı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır . Gerçeklerin aşırı kazanç uğruna görmezden gelinmesiyle reform yapılamamış ,yeniden eskisi gibi bir kamusal alan düzenlenmesi gündeme gelmiştir .
            Bütün insanların sağlıksız durumlardan  kurtarılarak  sağlık hakkı doğrultusunda  gereken kamu hizmetlerine  sahip olabilmeleri doğrultusunda  devletin engelleri kaldıran bir yaklaşım içerisine girmesi gerekmektedir . İnsan sağlığının korunabilmesi için koruyucu hizmetlerin düzenli olarak yürütülmesi  zorunludur . Sağlık hakkı öncelikle yaşama hakkını güvence altına alırken daha sonra da çalışma ve diğer hakların düzene konulmasında katkı sağlamıştır . Küreselleşme sürecinin getirmiş olduğu yeni liberal saldırılar karşısında  sağlık hakkının temel alınması ve bu haktan yola çıkarak diğer benzeri hakların korunması gerekmektedir .
            Yeterli bir sağlık reformu için  devlet bütçesinin daha da genişletilmesine ihtiyaç bulunmaktadır . Varlıklı insanların bazı asgari düzeydeki masraflara katkısının sağlanması , sağlık hakkı ile ilgili olarak devletin altına girmiş olduğu harcama yükünün biraz olsun azaltılması içindir . İnsanlar en doğal hakları olan sağlık hizmetlerini alırken  muhtaç durumdaki insanlara yeşil kart uygulamalarının en üst düzeyde  yapılması gerekmektedir . Sağlık hizmetleri ucuzlatılırken , ilaç masraflarının karşılanmasında  da  devlet uygulamalarının genişletilmesi zorunlu görünmektedir . Üniversite hastanelerinde  eğitim gören geleceğin hekim adaylarının masraflarının da bir kısmının devlet tarafından karşılanması  sistemin güçlendirilmesine yardımcı olacaktır .
            Koruyucu sağlık hizmetlerinin kişilere yönelik ya da çevreye yönelik olmak üzere iki başlık altında ele alınması ve zaman içerisinde gelişmelerinin sağlanması gerekmektedir . Kişilere yönelik koruyucu  hizmetlerde sağlık eğitimi ,erken tanı,aile planlaması bağışıklık  ve beslenmenin düzeltilmesi ile ilgili hizmetlerin bir bütünsellik içerisinde yürütülmesi gerekmektedir . Çevreye yönelik koruyucu hekimlik çalışmalarında da temiz suya ulaşma , tuvaletlerin düzeni ,barınak ve besin hijyenlerinin sağlanması  ,erozyonların önüne geçilmesi ,ilk yardım ve acil tedavi hizmetleri   ile hasta sevki hizmetlerinin belirli bir düzen çerçevesinde  yönlendirilmesi gerekmektedir . Son yıllarda geliştirilen aile hekimliği kurumunun  koruyucu hekimlik çizgisinde  toplum  hekimliği  gibi geliştirilebilmesi ve ana – çocuk sağlığında daha etkin sonuçlar alabilmek için , sağlık alanındaki kamu hizmetlerinin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir .
            Tedavi edici sağlık hizmetlerinin daha da geliştirilerek  en üst düzeyde örgütlenebilmesi için hem bölge hem de ihtisas hastanelerine gereksinme vardır . Ayrıca bütün büyük şehirlerde trafik hastanelerinin kurulması acil yardım ihtiyaçlarının karşılanabilmesi açısından gerekli görünmektedir . Temel sağlık hakkı doğrultusunda  herkesin genel sağlık sigorta sistemine sahip olabilmesi için gereken önlemlerin alınması gerekmektedir . İlaç gereksinmelerinin karşılanmasında , yabancı şirketlerin hegemonyasının kırılabilmesi için Sağlık bakanlığının öncülüğünde  bir ilaç endüstrisi programı uygulama alanına getirilmelidir . Toplumun daha sağlıklı bir duruma gelebilmesi için de halk sağlığı hizmetlerinin daha etkili bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir . Hasta hakları bildirisinin tam olarak uygulanabilmesi için bütün hastaneler de  Sağlık bakanlığı denetçilerinin etkin çalışmaları gerçekleştirilmelidir . Böylece sağlık hizmetleri insan haklarına uygun olacaktır .
            Sağlık alanında  hizmetlerin yürütülmesi sırasında ortaya çıkan sorunların  çözüme kavuşturulabilmesi için  yüksek sağlık kurulu oluşturulmalı ve  ülkede sağlık eğitimi  ile sağlık sorunlarının  izlenerek çözüme kavuşturulması için çalışmalar yapacak bir Ulusal Sağlık Akademisine gereksinme vardır . Akademi ,ulusal sağlık politikalarının geliştirilmesi  ,her alanda sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesini devlet adına izleyecek , sağlık eğitimini en üst düzeyde  ele alınması doğrultusunda girişimlerde bulunacaktır .
            Dünya nüfusunun artması  , artan ihtiyaçların karşılanması doğrultusunda  endüstri kirliliğinin artması ,her geçen gün dünyanın doğal yapısının zarar görmesi gibi gelişmeler insanlığın karşısına çevre sorununu yeni bir konu olarak çıkartmıştır . Doğal hayatın bir parçası olan insanlar yaşadıkları doğal çevre ile geçmişten gelen bir doğal bağlantıya sahipken ,bugün giderek artan çevre kirliliği yüzünden doğal  ortam ile bağlantıları  tehlikeye girmektedir . Enerji sorunun fosil yakıtlar üzerinden karşılanması , üretim yapan fabrikaların  baca filtrelerinin tam olarak takılmaması , sanayi üretimini çok daha fazla kazanç elde etmek için  artıran  fabrikaların  hukuk ve sınır tanımayan girişimleri ile birlikte büyük ülkelerin  çevre kirliliğini görmezden gelmeleri  insanlığın karşısına çok büyük bir çevre sorunu çıkarmıştır . Türkiye’de giderek çevre kirliliğine sürüklenirken  bir çevre makro planının acilen devreye sokulması gerekmektedir .
            Çevreyi kirletmeyen ürünlere vurulacak yeşil damga uygulamalarının genişletilmesiyle  çevre koruma bilincinin artırılması sağlanmalı ve çevre ile ilgili kamu kurumlarının ,çevre kirliliği yaratan kuruluşlara karşı devlet desteği ile daha güçlü bir biçimde mücadele etmeleri sağlanmalıdır . Bütün fabrikaların  ve kentlerin arıtma tesisleri kurmaları zorunlu tutulmalıdır . Batı ülkelerinde olduğu gibi çevre atıklarını yakacak tesisler kurarak kentlerin ısınma sorunları çözülmelidir . On katın üzerindeki büyük bina ya da toplu konut yapımını yasak getirilmeli , on kattan yukarı  yapılan binaların on kata indirilmeleri belirli bir plan dahilinde yapılmalıdır . Yeşil alanların korunması  çevre kuruluşlarının devrede bulunmaları  sayesinde gerçekleştirilmelidir . Doğal hayatın korunmasında  güvenlik güçlerinin de devreye girmesi sağlanmalıdır . Batı ülkelerindeki çevre polisi ve mahkemeleri uygulamalarına  Türkiye’de de başlanmalıdır .
            Sosyal güvenlik konusu , küreselleşme süreci sonrasında  çok hızlı bir biçimde olumsuz noktalara gelmiştir . Yüksek teknolojinin uygulandığı fabrikalarda işçi sayısı onda bir oranına düşürülmüş ve bu yüzden çok büyük işçi kitlesi  işsiz kalmıştır . İşsiz sayısının her geçen  daha da büyümesi sonucunda sendikalar büyük miktarlarda üye kaybetmiş ve giderek cılız örgütler konumuna düşürülmüşlerdir . İşsizliğin en üst noktalara tırmandığı küresel emperyalizm döneminde  sendikacılık   bitme noktasına gelmiş ve bu yüzden de çalışan halk kitleleri işsiz yığınlara dönüşürken , sosyal güvenlik sorunları çığ gibi büyümüştür.  Devletlerin sosyal güvenlik bakanlıkları ya da kurumları bu duruma karşı gereken önlemleri almaya çalışırken , Türkiye’deki sosyal güvenlik düzeninin  seksen milyonluk nüfusun  bütün gereksinmelerini karşılayamayacağı ortaya çıkmıştır . Bu durumda halk kitlelerinin sosyal güvenlik sorunlarının çözüme kavuşturulması ile ilgili  yeni  bir paket programın devreye konulması zorunluluk kazanmıştır .
            Dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birisinin Türkiye olması dikkate alınarak  , devletin sosyal güvenlik  hizmetlerine bu açıdan da önem vererek yaklaşması gerekmektedir . Açlık sınırında yaşayan orta tabakalar ile , işsizliğe mahkum edilen emekçi kitlelerin  bütün sosyal giderlerinin devlet tarafından sırtlanması zorunlu hale gelmiştir . Gerçekci ekonomik paketlerle gelir dağılımı bozukluğunu gidermek sosyal güvenlik sorunlarının çözümü açısından bir başlangıç olacaktır . Kaçak işçi çalıştırarak kayıt dışı ekonomiyi besleyen özel kuruluşların  cezalandırılması ile  sosyal güvenlik alanında  belirli bir ölçüde kamu düzeni  sağlanabilecektir . Kalıcı bir sosyal güvenlik düzeninin  örgütlenmesiyle  toplum içinde sosyal barış kurulacak ve Türk toplumu ulus devletin sağladığı olanaklar ile  daha fazla dayanışma içerisinde sorunlarına çözüm arayacaktır . Aktif nüfusun belirli sosyal standartlara kavuşturulmasıyla  kamu düzenini sarsabilecek sosyal sorunların ortaya çıkması önlenebilecektir .
            Sosyal güvenlik düzeninin yeniden oluşturulmasında bütün yükü devletin üstlenmemesi için  , işçi ve memur sendikalarının güçlendirilmeleri gerekmektedir . Yeni çıkarılacak kanunlar ile işçi ve memur sendikalarına daha güçlü yapılanma  olanakları tanınırsa  sendika üyesi olarak  çalışan kitlelerin  sorunları daha kolay çözülebilecektir . Çalışan halk kitlelerinin yeniden sendikaların çatısı altında toplanabilmelerinin yolu açılırsa , küresel saldırının yaratmış olduğu  yaralar daha hızlı bir biçimde sarılabilecektir . İşçi ve memur kitlelerinin sosyal güvenlik sorunlarının çözümünde sendikaların devrede olması  daha güçlü bir yeni sistemin kurulmasına yardımcı olacaktır .Bu doğrultuda Avrupa Birliği çatısı altında getirilen bütün  sosyal şartların ve hakların benzerlerinin Türkiye’de de uygulama alanına getirilmesinin desteklenmesi gerekmektedir .
            Daha önceleri kurulmuş olan Ekonomik- Sosyal Konsey’in çalışmalarının yeniden düzenlenmesi  ve bu kurulda işçi kesimi ile işverenlerin temsilcilerinin birlikte çalışarak ülke içinde öne çıkmış olan  sosyal güvenlik sorunlarını hızla çözüme kavuşturmaları beklenmektedir . Sosyal Güvenlik Kurumunun çalışmalarını destekleyecek ve bu alandaki kamu hizmetlerine katkı sağlayacak bir doğrultuda  yeni kurumsal  yapıların geliştirilmesinde yarar vardır . Meslek kuruluşlarının sendikalar ile işbirliği yapması  ve bütün çalışanları bir araya getirecek  bir ulusal çalışanlar meclisinin kurulması , bu alandaki sorunların çözümünde  halk kitleleri  arasında  dayanışma sağlanması açısından yararlı olacaktır .
            Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençliğe  Türkiye Cumhuriyetinin öncelikli olarak sahip çıkması gerekmektedir . Cumhuriyet yönetimi kendi gençliğine sahip çıkarsa, o zaman Türkiye Cumhuriyetini yarın yönetecek olan genç kuşaklar daha  kaliteli bir ortamda ve yapılanmada göreve gelebilecektir . Devletin elindeki  bütün  olanakları Türk gençliğinin iyi bir düzeyde yetiştirilebilmesi için  kullanması gerekmektedir . Korunmaya muhtaç gençler için  değişik hizmetler örgütlenmeli ve bunlar için yeni merkezler kurularak  diğer gençler ile aralarında eşitlik sağlanmalıdır . Gençlerin daha iyi yetişebilmeleri ve boş zamanlarında yararlı çalışmalar yapmalarını sağlayacak gençlik evlerinin  bakanlık çatısı altında örgütlenmesi gerekmektedir . Türk gençliğinin sorunlarına sahip çıkacak ve bu doğrultuda çalışmalarını devletin ilgili kamu kurumları ile birlikte sürdürecek  bir ulusal gençlik  konseyinin kurulması gerekmektedir .Yurt düzeyinde gençlik festivalleri yapmak ve  gençleri her tür  spor ya da sosyal etkinlik olanakları getirecek yeni bir tür örgütlenme  çalışması ,ulusal gençlik konseyi aracılığı ile yerine getirilmelidir .
            Bir İslam ülkesi olan Türkiye’de kadının  toplumdaki yeri her zaman için tartışma konusu olmaktadır .Geçim sıkıntılarının arttığı son dönemde  evlilik içi  kavgaların arttığı ve bu gibi çekişmeler yüzünden bir çok kadının hayatını kaybettiği görülmektedir . Bu gibi durumların önlenebilmesi için  kadının siyasette , toplumda ve bürokraside konumunu güçlendirerek  kadın çalışan sayısının artırılması gerekmektedir . Kadınlar da erkeklerin girdiği bütün okullara girerek onlar ile birlikte okuyabilmeli ve her alanda  erkekler gibi yetişebilmelidirler . Kadınları  erkeklere muhtaç durumdan kurtaracak düzeyde iş ve çalışma  olanaklarına kavuşturmak gerekmektedir . Yasalar ve hukuk makamları önünde  erkeklerle birlikte eşit koşullara sahip olan kadınların ,erkeklere karşı korunmaları ile de ilgili önlemlerin alınması zorunludur . Kadınların ahlak dışı yaşamlara sürüklenmemesi ve hayatlarını  kaybetmemesi için  kadın  kuruluşlarının desteklenmesi gereklidir.Bir yandan  aile mahkemeleri bir yandan da kadın sığınma evlerinin sayılarını artırmak gerekmektedir .  Aile ve sosyal  yardım bakanlığının  Türkiye’nin aile ve kadın sorunlarının çözümünde Avrupa standartlarını Türkiye’ye getirecek yeni  projelere yönelmesinde yarar vardır . Bakanlık ile  eşgüdüm sağlayacak bir ölçüde yerel yönetimlerin de  kendi bölgelerinde yaşayan kadınlar için sığınma evleri ve benzeri koruma kuruluşları oluşturmalarında da  kamu yararı bulunmaktadır .
            F-HUKUK VE DİN 
            Türkiye uluslar arası İslamcı bir anlayış  ile  millet olmaktan çıkarak yeniden orta çağ döneminde olduğu gibi ümmet toplumuna  doğru dönüştürülmektedir .  Böylesine önemli bir dönemecin tam ortasına gelindiği bir aşamada hukuk ve din alanlarının birlikte ele alınmalarında , ülkenin ulusal çıkarları açısından büyük yarar vardır  . Din adına ortaya çıkanlar hukuk düzenini tehdit ederlerken , hukuk adına ortaya çıkanlar da laik devlet modelinin korunması doğrultusunda din alanını yeniden düzenlemeye çalışmaktadırlar . Hukukçular hukuk devleti içinde dinsel  alanı  yasal bir düzene kavuşturmaya  çalışırken  , din adamları ise hiçbir biçimde pozitif hukuku tanımaz bir çizgide hareket ederek  , dinin getirmiş olduğu geleneksel adalet anlayışı içerisinde hak ve haksızlıklar ile  ilgili sorunları  çözmeye çalışmaktadırlar .Orta çağdaki dine dayalı kamu düzeni arayışı küresel emperyalizm tarafından desteklendiği  için,  Fransız devrimi sonrasında kurulmuş olan laik devlet düzeni ve çağdaş hukuk yapılanmasını din çevreleri bir türlü kabül edememektedirler .Bu durum dikkate alınarak hukuk ve din kesimlerinin temsilcilerinin bir araya gelerek barış içinde birlikte var olma olanaklarını bir büyük toplantı aracılığı ile araştırmaları gerekmektedir .
            Anayasası olan her  devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti  de bir anayasal devlettir ve anayasaya dayanan bir hukuk düzenin üzerinde kurulmuştur . Bu nedenle Türk devleti öncelikle bir hukuk devletidir ve her türlü işlemi kesinlikle hukuka dayanmak zorundadır . Anayasa ve yasalardan kaynaklanmayan  hiçbir  yetki kullanılamaz  .Gene anayasa ve yasalara dayanmayan  hiçbir işlem de geçerli olamaz . Devletin içinde yer alan bütün hukuk makamları bu iki esasa göre hareket etmek zorundadır . Ne var ki , uygulamada ise  anayasanın her gün çiğnendiği , anayasa ve yasalara dayanmayan bir iş ve işlemin keyfi yaklaşımlar içerisinde  gerçekleştirilmeye çalışıldığı görüldüğü için  bu durumdan hem Türkiye cumhuriyeti devleti hem de ülkemizdeki hukuk devleti düzeni büyük zararlar görmektedir . Anayasa maddelerinin  titizlikle uygulanması , her türlü iş ve işlemin anayasa ve yasalarda belirtilen kurallara uygun olarak yapılması hukuk devletinin gereğidir .Hal böyle olmasına rağmen , ülkede her gün hukuk dışı işlem ve eylemlerin birbiri ardı sıra öne çıkmaları karşısında hukuk makamları ve otoritelerinin bir araya gelerek  ülkenin bütün kurumlarını ve herkesi hukuk devleti ilkesine uymaya davet etmeleri gerekmektedir .
            Küreselleşmenin getirdiği yeni hukuk uygulamaları hukuk alanına yeni katkılar getireceğine  başka handikaplar getirmiştir . Kamu denetçiliği kurumu , idari yargıya  paralel bir yapılanma getirerek uygulamada düplikasyonlara yol açmıştır . Hakemlik uygulamaları ise , küreselleşme sürecinde karşı tarafı yabancı olan kesimlere yaramıştır . İsviçre’deki hakemlik merkezi küresel emperyalizmi meşrulaştırırken uluslar arası şirketlerin çıkarlarını ulus devletlere karşı koruyarak  , bu durumdan ulus devletlerin zararlı çıkmalarına giden yolu açmıştır . Hakem davalarında kaybeden taraf hep devletler olmuş ,böylece ulus devletlerin tasfiyesi süreci hızlanmıştır .  Ayrıca arabuluculuk uygulamaları da bir anlamda devletin resmi hukukunu  devre dışı bırakan  özel hakemlik  kurumuna dönüşme eğilimi göstermiştir . Her üç yeni kurum , küresel emperyalizm tarafından desteklenerek bütün devletlere empoze edilirken , yerleşik  devlet yapılarının üretmiş olduğu ulusal hukuk dışlanmış ve denetçi ,hakem ve de arabulucu kişiler üzerinden hukukun bireyselleştirilmesi sağlanmak istenmiştir .Hukuka bireyselleşmeyi getirerek  ulus devletlerin  hukuk yapılarına zarar veren bu üç kurumun bir an önce kaldırılarak ,ulus devlet hukukuna geri dönülmesi gerekmektedir .
            Üst üste  yeni kurulmuş bir partinin büyük çoğunluk ile işbaşına gelerek yürütme ve yasama güçlerini denetim altına almasından sonra , çağdaş cumhuriyet devletlerinin  ve demokrasinin sigortası olan  yargıyı da kendine bağlı kadrolar ile denetim altına almak istemesi üzerine, Türkiye’de hukuk devletinden parti devletine geçiş süreci yaşanmıştır . Daha önceleri iktidar partisi ile ortak hareket ederek devletin bütün güçlerine sızmış olan bir cemaatın bu aşamada iktidar partisi ile karşı karşıya gelmesi de Türkiye’de hem yargının tarafsızlığına hem de hukuk devleti düzenine  ters düşmüştür . Bu durumda , Türkiye’de devletin parti denetiminden çıkarak yeniden hukuk devleti konumuna gelebilmesi için  , kuvvetler ayrılığı sisteminin öncelikle yeniden ele alınarak daha geniş bir  biçimde düzenlenmesi gerekmektedir . Türkiye önümüzdeki dönemde karşılaşacağı bir çok siyasi ve hukuki sorunu  ve hatta şimdi yaşanan iktidar ile cemaat çekişmesini ancak güçlendirilmiş kuvvetler ayrılığı sistemi ile aşabilecektir . Böylesine bir yapılanmayı sağlayacak adımların atılabilmesi için bütün hukuk ve yargı organlarının temsilcilerinin bir araya geleceği Türkiye Adalet  Platformu  bir an önce kurulmalıdır . Ayrıca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ikiye ayrılarak , hakim ve savcıların ayrı kuruluşların çatısı altında birbirlerini denetlemeleri ortamı yaratılmalıdır .
            İmparatorluklardan ulus devletlere geçerken , Avrupa ulus devletleri din dışı bir  laik düzen içinde örgütlendiği için , Türkiye’de  de ulus devletin ilanı ile birlikte laiklik düzeni anayasal bir çerçevede kurulmuştur . İmparatorluk dönemindeki  kozmopolit yapılanmadan ulusal bir üniter devlete geçiş gerçekleştirilmeye çalışılmış ve bu doğrultuda din işleri cemaatların elinden alınarak laik devlete verilmiştir . Türkiye cumhuriyeti de din işleri ile ilgili olarak bir uzman kuruluş statüsünde Diyanet İşleri Başkanlığını  kurmuştur . Bu başkanlık aracılığı ile devletin ve milletin  dini gereksinmeleri kamu hizmeti düzeyinde karşılanmaya çalışılmıştır . Ne var ki , ılımlı İslam uygulamaları küresel dönemde dıştan destekli olarak öne çıkınca , bunun üzerine Kemalist devrimin laiklik düzeni tartışılmaya başlanmıştır . Bir yandan Aleviler bu kurumun çatısı altında Sünniler gibi yer almaya çalışmış . diğer yandan da  Musevi  ve Hrıstıyan dinlerinin mensubu olan  gayrimüslüm  kesimler  ,Vatikan ya da İsrail devletlerinin  din işlerini dışarıdan yönetmelerine giden yolların açılmasını istemişlerdir . Osmanlı döneminden kalma gayrimüslüm vakıflarile okulların  Hrıstıyan ve de  Musevi  cemaatların denetimine bırakılması talebi , cumhuriyet rejiminin geçen asrın başlarında getirmiş olduğu laik devlet sisteminden uzaklaşmaya neden olmuştur . Küresel emperyalizmin dinler arası diyalog anlayışı çerçevesinde bir İslam ülkesi olan Türkiye’de  din işlerinin yeniden cemaatlara devri ile devletin bu işlerden çekilmesi talebi öne çıkmıştır .        Türkiye’de hem  Müslümanların hem de gayrimüslimlerin ,hem Sünnilerin hem de Alevilerin yaşaması din ve mezhep çekişmelerine neden olduğu için , cumhuriyetin kurucuları laik devlet düzeni içerisinde  sorunu çözmek istemişlerdir . Ne var ki ,Atlantik emperyalizmi ile İsrail siyonizminin İslam coğrafyasını  ılımlı İslam modeli ile yönetmek istemeleri yüzünden, Türkiye’de ki laik devlet  modeli değiştirilmek istenmektedir . Anayasada her Türk vatandaşına  din,inanç ve vicdan özgürlüğünün tanınmasıyla  aslında cumhuriyet rejimi sorunu çözmüştür . Bugün gelinen aşamada Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılarak  din işlerinin yeniden cemaatlara bırakılması, laik  devletin geleceği açısından düşünülemeyecek bir girişimdir . Bu nedenle , Diyanet İşleri Başkanlığı  ile ilgili kanun yeniden düzenlenerek  bu kurumun çatısı altında  Dinler Yüksek Kurulu ile Mezhepler Yüksek kurulu gibi iki  ayrı yüksek kurulun getirilmesi ve bu organlarda dinler ile mezheplerin ayrı ayrı temsilcilerinin katılması, ülkede yaşanmakta olan  çekişme ve çatışmaların aşılması açısından yararlı olacaktır . Komşu ülkelerde var olan mezhepleri yakınlaştırma kurumları gibi kuruluşlar Diyanet İşleri Başkanlığı varken  ayrıca kurulamaz ama Diyanet kurumunun çatısı altında bütün din ve mezheplerin temsilcilerinin bir araya gelerek  din ve mezhep konularını tartışabilecekleri  yüksek kurulların oluşturulması ile bu alana da demokrasi gelecek ve cumhuriyetin çatısı altında bir diyalog ortamı kurulabilecektir . Avrupa’da  iki bin yıl boyunca yaşanan din ve mezhep kavgalarının Orta Doğu’ya taşınması, üçüncü dünya savaşı tehlikesi nedeniyle  kesinlikle  önlenmelidir .
SONUÇ:  
21. YÜZ YILDA YEPYENİ BİR CUMHURİYET İÇİN HODRİ MEYDAN