29 Eylül 2012 Cumartesi

KENTSEL DÖNÜŞÜM İLE KENT DEVLETLERİNE - Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

KENTSEL  DÖNÜŞÜM  İLE  
KENT DEVLETLERİNE
                                                               Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
İki binli yıllara doğru eski bir  Dünya Bankası ve İMF görevlisi Türkiye’de önce başbakan ve daha sonra da cumhurbaşkanı  olunca , küresel emperyalizmin istek ve talepleri doğrultusunda  Türkiye’de dönüşüm rüzgarları estirilmeğe başlanmış ve bir çok tasarı gece yarıları okunmadan ve tartışılmadan meclisten geçirilerek yasalaştırılmıştır . Bunların içinde yer alan önemli yasalardan birisi de  Büyükşehir Belediyeleri hakkında çıkan kanundur . Nüfusu  bir milyon civarında olan bazı büyük kentler Büyükşehir Belediyeleri  hakkındaki kanunun içine alınarak devletin anayasal sistemine rağmen ulusal ve üniter devlet ilkelerine ters düşen bir  doğrultuda yeniden  farklı bir  yapılanmaya doğru  yönlendiriliyorlardı . Bu doğrultuda , giderek büyüyen kentlerin belediyeleri Büyükşehir Belediyesi konumuna getiriliyor ve kent merkezinin civarında oluşan yerleşim merkezleri de ilçe belediyeleri olarak bu Büyükşehir Belediyelerine bağlanarak ,merkeze bağımlı hale getiriliyorlardı . Bir anlamda , büyüyen kentlerin eyaletleşmesi anlamında yerel yönetimlerde merkezileştirme girişimleri yasa ile düzenlenerek   ilçe belediyelerinin bağımsız hareket etmeleri önleniyor ve  Büyükşehir Belediyelerine bağımlı bir statü getirilerek , bunların eyalet merkezine bağlı  olmaları sağlanıyordu . Büyükşehir belediyelerine yeni yasal düzenlemeler ile  daha geniş otorite tanınıyor ve geliştirilen yetki genişliği alanı içinde , bu gibi  büyüyen merkezlerin başkent Ankara’nın denetimi dışına çıkarak ,gelecekte yerel küçük devletçiklere dönüşebilmelerinin yolları açılıyordu .
            Türkiye önümüzdeki yıl  yerel seçimlere giderken ,TBMM’nin önüne  Büyükşehir Belediyeleri ile yeni yasa tasarısının getirileceği anlaşılmaktadır . Büyükşehir sayısın otuza çıkaracak bu tasarı ile , iktidar partisi yeni bir yerel seçim zaferi elde edebilmenin peşindedir .Ne var ki , konu  Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü açısından ele alınmadığı için gelecekte  Misakı Milli sınırları içinde bir milli mücadele savaşı kazanılarak elde edilmiş olan ulusal ve üniter devlet yapısının parçalanmasına gidecek kadar hassas bir görünüm arzetmektedir . Büyükşehir Belediyeleri üzerinde ısrar ederek , hızla artan nüfusun ihtiyacı olan yeni kent yapılanmalarına gidilmemesi de ülkede giderek eyaletleşmeye giden gelişmelerin önünü açmaktadır .  Bir çok kentten daha kalabalık ve büyük bir aşamaya gelen Türkiye’nin önde gelen ilçeleri , vilayet yapılacaklarına Büyükşehir olarak ilan edilmeye hazırlanan kentlerin sınırları içerisinde tutulmakta ve küresel emperyalizmin ulus devletlerden eyalet devletlere geçiş planları doğrultusunda bunlar , bugün Büyükşehir olarak ilan edilmekte olan  yarının eyalet devletlerinin içinde kalmağa mahkum kılınmaktadırlar . Bu açıdan Van kenti  ile  ilgili gelişmeler son derece düşündürücü bir biçimde tartışma alanına gelmiştir .Bir kaç deprem üst üste gören bu kentin   toparlanabilmesi açısından  kente bağlı en büyük ilçe olan Erciş’in vilayet olması mümkün iken , bu yola gidilmeyerek ,Van’ın Büyükşehirler listesi içine alınması çeşitli tepkilere yol açmıştır . Van kenti yurdışında yaşayan Ermeni diyasporası aracılığı ile gelecekte  Doğu Anadolu toprakları üzerinde ilan edilmesi düşünülen  Büyük Ermenistan’ın başkenti olarak hazırlanmağa başlanmıştır .Bu aşamada Van’ın Büyükşehir ilan edilmesi Büyük Ermenistan projesine yardımcı olacak ve Ermenistan bugün  büyükşehir olarak ilan edilmekte olan Van üzerinden  Doğu Anadolu’nun tam ortasına yerleşebilecektir . Van’ın Ermeni yapılanmasının merkezi  olması hazırlanırken bu kentin büyükşehir ilan edilmesi , Büyük Ermenistan için kolaylaştırıcı bir adım olacaktır.Buna karşılık ,Van’ın karşı kıyısındaki Erciş’in vilayet yapılması ise ,   Van merkezli Ermeni yapılanmasına karşı  bölgede Türk kimliği ağır basan yeni bir vilayeti Türkiye’ye kazandırarak   Doğu Anadolu bölgesinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin etkinliğinin artmasına ve böylece devam etmesine giden yolu açacaktır .  Van örneğinin açıkca ortaya koyduğu üzere , büyükşehir belediyeleri  uygulaması ülkede hem eyaletleşmeyi hem de  Sevr planının uzantısı olan Balkanizasyonu Türkiye’ye taşıyacaktır ,
            Daha önceleri ilan edilmiş olan Büyükşehirlerin bugünkü gelişmelerine bakıldığı zaman , birer milyonun üzerindeki nüfus yapıları ile bu merkezlerin kendi vilayet sınırları içerisinde merkez Ankara’dan koparak eyaletleşmeye doğru gittikleri görülmüştür . Edirne çevresinde bir Trakya Cumhuriyeti , İzmir bir Ege Cumhuriyeti ,Antalya bir Akdeniz Cumhuriyeti  ,Trabzon bir Karadeniz Cumhuriyetine doğru  gelişmeler gösterirken , Van ve Diyarbakır gibi  Büyükşehirler ise ,Türk kimliğinin ötesinde farklı kimliklere dayalı  bazı etnik ve gayrimüslim devletçikleri Balkanizasyonun  Anadolu’ya taşınması doğrultusunda  öne çıkardıkları görülmektedir . Konya,Kayseri,Eskişehir,Bursa ve Zonguldak,  gibi büyük kentler’de tıpkı İstanbul gibi kendi kontrol edebilecekleri  bir çevre hegemonyası arayışı içine girmiştir . Büyükşehir ilan edilen kentler hemen yeni ilçe belediyeleri oluşturarak bir anlamda yerel devletleşmeye doğru gitmektedirler .İlçe belediyelerinin sayılarının artmasıyla da  büyükşehirlerin gücü artmakta ve zamanla  kendi sınırları içerisinde devletleşme olgusu yaşanarak , büyükşehirlerin otorite merkezi olduğu eyalet devletlerine doğru  gelişmeler birbiri ardı sıra gündeme gelmektedirler . İstanbul,Diyarbakır,Edirne,İzmir,Antalya gibi büyükşehirler daha şimdiden kendilerini başkent ilan ederek bölgeciliğe başlamışlar ve Türkiye Cumhuriyetinin başkenti Ankara’yı , ya dışlayarak ya da by-pass ederek  kendi bağımsız geleceklerine doğru her türlü dış ilişkilere girmekten kaçınmamışlardır . Nüfus artışının hızlı olması , başkent Ankara’nın seksen milyonluk bir ülke halkının istek ve taleplerini tam olarak karşılayamaması  yüzünden ,halk kitlelerinin taleplerinin büyükşehir yapılanmaları üzerinden yerel yönetimlerin üzerine yıkılması kolay bir yol olarak ortaya çıkmış ve siyasal iktidarlar da  bu durumdan yararlanmaya bakmışlardır . Ciddi anlamda bir idari reform ile  toplumun gereksinmelerini karşılamaktan uzak kalan siyasal iktidarlar ,giderek büyüyen  kentleri büyükşehir belediyelerine dönüştürmeye öncelik vermişler ama dış bakılar ve yönlendirmeler nedeniyle yeni vilayet kurmaktan uzak durmuşlardır .
            İki binli yıllara girildikten sonra Türkiye üzerinde küresel emperyalizmin baskıları daha da artınca,bu kez Büyükşehir Belediyeleri kanunu ile yetinmekten vazgeçilerek yeni adımların atılması gerçekleştirilmiştir . Önceki cumhurbaşkanı döneminde hem kamu yönetimi hem de yerel yönetimler reform tasarıları meclise getirilmiş ve bunlar hızla parlamentodan geçirilerek ,küresel emperyalizmin yeni eyalet devletçiklerini oluşturma girişimlerine hız verilmiştir . Eski bir Anayasa Mahkemesi başkanı olan önceki cumhurbaşkanı bu reform tasarılarındaki oyunları görerek her iki yasayı da veto etmiş ve böylece   Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu iradeden gelen ulusal ve üniter devlet modelini sorumlu ve vatansever bir devlet başkanı olarak korumuştur . Bu cumhurbaşkanı döneminde , kent devletlerine gidecek  yolda reform görünümlü bölücülük amacına ulaşamayınca ,bu kez başka yollar denenmiş ve Avrupa Birliği sürecinde yeni adımlar atılırken , büyük kentleri başkent Ankara’dan ayıracak girişimlere öncelik verilmiştir . Avrupa Birliğinin vermiş olduğu paralar ile  bölücülüğün merkezi olan Diyarbakır’da  bölge istinaf mahkemesinin temelleri atılmıştır . Daha sonraki aşamada dokuz ayrı büyükşehir  yeni istinaf mahkemelerinin merkezleri olarak ilan edilmiş ve böylece  kısa dönemde Türkiye’nin başkenti  Ankara’nın yanı sıra dokuz eyalet oluşumu ile ,on eyaletten oluşacak bir federasyon arayışı dönemi başlatılmıştır .Bunun yanı sıra ,kalkınma ajanslarının 12 ayrı büyükşehirde kurulması da  ,kentlerin devletleşmesi doğrultusunda yeni bir adım olarak eyaletleşmeyi hızlandırmıştır .Bu gibi adımlar yeni yasalarla atılırken , genç bürokratlar da Amerika’ya gönderilerek  , eyaletleşme ve eyalet yönetimi üzerinde kurslardan geçmişler ve gelecek de eyaletlerden oluşacak federasyon yapılanması  doğrultusunda  eğitim almışlardır . Amerikan devleti bu doğrultuda bürokratların yanı sıra bazı bilim adamı ve yargıçlara da burslar vererek , hem eyaletleşme hem de federasyon devleti oluşumu konularında yetiştirilmişlerdir . Böylece idari yapılanmaların yargı ayağı da tamamlanarak  ulusal ve üniter devletten kopma süreci hızlandırılmıştır .  Küresel sermayenin ulus devlet düşmanlığının etkisi altında kalınarak , kentlerin ulus devletlerin başkentlerinden koparılmalarına giden süreç hem hızlandırılmış hem de bu doğrultuda yeni adımlar atılarak ,küresel emperyalizmin yeni dünya düzeni  eyaletler ya da kent devletçikleri üzerinden kurulmağa çalışılmıştır .
Ulus devletin merkezi yönetimine son verecek derecede keskin adımlar  atılırken , kentlerin dönüştürülmesine öncelik verilmiş ,batı emperyalizmi  yerli işbirlikçilerini bu doğrultuda  dolduruşa getirerek , kentlerin merkezi olmayan bir biçimde yeniden ele alınmalarını sağlamıştır . Yerelleşmeye öncelik veren adımlar atılırken ,yeni yasal düzenlemeler yapılmış , bakanlıkların yurt içi örgütleri de bu doğrultuda daha farklı düzeylerde çalışmalara yönlendirilmişlerdir . ABD Büyük Orta Doğu ,İsrail Büyük İsrail , Avrupa Birliği ise Büyük Avrupa plan ve projeleri doğrultusunda ulusal ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetini  eyaletleşmeye doğru yönlendirirken , bölgesel  federasyon yapılanmasının temelleri kentsel dönüşüm  adımları ile atılmağa çalışılmıştır . Avrupa Birliği Türkiye’yi üye yapma konusunu bir  pazarlık ve şantaj olarak öne sürerken  , ABD ve İsrail ikilisi bölge devletlerinin sınırlarını değiştirecek derecede terör ve savaş saldırganlığını  bütün bölge devletleri ile beraber Türkiye’ye de yönelterek  yol haritalarında ilerleme sağlamağa çalışmışlardır . Türkiye’de merkezi yönetime son verecek derecede köklü ve radikal adımlar atılırken  ,kentlerin dönüştürülmesine öncelik verilmiş ve giderek büyüyen kentler , kentsel dönüşüm planları çerçevesinde yeniden yapılandırılmağa çalışılmıştır . Ülkeyi merkezi yapılanmadan çıkarma doğrultusunda yapılan yerel yönetim girişimlerinin , zaman içerisinde kentsel dönüşüm plan ve programları ile de desteklenmeleri , dönüşüm sürecini daha da hızlandırmış ve bir an önce sonuç almak isteyen küresel sermaye ile beraber ABD ve İsrail devletlerinin Türkiye yönetimi üzerindeki etkilerini daha da artırmıştır . Merkezi yönetim ve başkent Ankara bir yana bırakılarak , Ankara’daki meclis Ankara’nın içinin boşaltılmasına alet edilmiş ,anayasa ve yasalar daha tam olarak değiştirilmeden   , Ankara’nın başkent olma statüsü  kaldırılmadan  ,anayasaya aykırı bir biçimde kamu bankalarının merkezleri yeni Bizans olarak  tanımlanmağa başlayan İstanbul’a götürülmüştür .
            Kentsel dönüşüm  projeleri uluslar arası konjonktürün ulus devletleri tasfiye sürecinde bir dayatması olarak   ortaya çıkınca , hem bu konuda çeşitli bakanlıklar üzerinden  yeni bazı uygulamalara gidilmiş hem de hükümetin öncülüğünde  bütün yerel yönetimler kendi yörelerinde kentsel dönüşüm işine kalkışmışlardır . Kentsel dönüşüm konusu  yerel düzeyde ele alındığında daha çok imar ve çevre düzenlemesi olarak öne çıkmış ve belediyeler kendi yörelerini yeniden düzenleme doğrultusunda  çağdaş gelişmelerin ışığı altında   yeni imar planları ile dönüşüme yönelmişlerdir . Bir anlamda kentler içinde insanların yaşadığı yöreler olmaktan çıkarak  ,küresel emperyalizmin yaratmak istediği piyasalar dünyasının yerel merkezleri  durumuna sürüklenmişler ,dışarıdan gelen yabancı sermayenin öncülüğünde bütün yerleşim merkezlerinde alış veriş merkezleri büyük alanlara inşa edilerek , geleneksel çarşı ve pazarlar çöküşe mahkum edilmişlerdir . Batı dünyasının önde gelen tekelci şirketlerinin ve onların markalarının yer aldığı alış veriş merkezleri  dolar ve euro üzerinden ticaretin yapıldığı alış veriş merkezleri ile yurdun bütün köşelerine girdiği zaman   tüm yerleşim yerlerindeki    dükkan ve mağazalar satış yapamaz hale gelmişler ve zamanla iflas ederek piyasayı küresel şirketlere terk etmişlerdir . Kahraman bakkallar  kredi kartı ile satış yapan  alış veriş merkezleri ile savaşa kalkışırken , yoksul halk kitleleri bunların yanında yer almak istemiş ama kredi kartı kolaylığı ile taksit olanakları yüzünden halk kitlelerinin büyük çoğunluğu alış veriş merkezlerine teslim olmak  zorunda kalmışlardır . Küresel şirketlerin şubelerini içinde barındıran bu merkezler , kentlerin dönüşümünde en önemli adım olmuş , halk kitleleri sağlanan kolaylıklar yüzünden geleneksel çarşı ve pazarları  terk ederek  yeni  alış veriş   merkezlerinin kartlı abonesi olmuşlardır . Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki , Ankara ve İstanbul Avrupa kıtasında en fazla alış veriş merkezlerinin kurulduğu kentler olarak öne çıkmışlardır . Benzeri gelişmeler Türkiye’nin diğer büyük şehirlerinde de görülen manzaralar olmuştur . Alış veriş merkezleri  bütün yerleşim yerlerinin ve kentlerin geleneksel düzenlerini bozarak kentsel dönüşümün önünü açmışlardır .Bir anlamda kentsel dönüşüm , çeyrek yüzyıl önce başlanan  alış veriş merkezleri zincirinin tüm  bölgelere yayılmasıyla  başlamıştır denilebilir .         
Belediyeler  rant kazanmak ve yeni imar planları hazırlayarak , bunlar aracılığı ile daha fazla bir  gelir elde edebilmek üzere  kentsel dönüşüm planlarına yöneldiğinde , her yerleşim biriminin kendine özgü sorunları gündeme gelmiş ,bu doğrultude belediyelerin birbirinden farklı yeni imar planlarına yöneldikleri görülmüştür . Küreselleşme akımı  genel anlamda  yepyeni bir dünya düzeni oluşturmak üzere  yola çıktığı için , her kent bu doğrultuda bir kıpırdanma içine girmiş ve yerel yönetimler  yörelerini  güzelleştirmek ya da modernleştirmek üzere  yeni yapılanmalara girişmişlerdir . Daha önceleri  mahallelerde görülen yerel güzelleştirme   derneklerinin  bu uğraşını yerel yönetimler kendi görevleri saymışlar , güzelleştirme ve modernleştirme adı altında ya da gerekçesiyle  yöresel yıkım ve değişim planlarını öne çıkarmışlardır . İçinde oturulamayacak duruma gelen   yüz yıllık ya da elli senelik binaların  yıkımına öncelik verilmiş ayrıca  son yıllarda  çokça görülen depremler nedeniyle zelzele kuşağında bulunan bütün binaların yıkılmasına da öncelik verilmiştir . Bu noktada İstanbul depremi bir büyük sorun olarak gündemde tutulmuş ve bu noktadan yola çıkılarak İstanbul kentinde halen kullanılmakta olan  Osmanlı döneminden kalma binaların yıkımına  ağırlık tanınmıştır . Büyük bir deprem tehlikesi ile karşı karşıya bulunan İstanbul’u bu tehlikeden kurtarmak üzere  , kentin en eski binalarının bulunduğu semtlerde  toptan yıkımlara gidilmiş ,halk kitlelerini evsiz bırakmamak üzere belediyeler üzerinden önlemler alınarak  dışarıda kalan halka geçici barınma olanakları sağlanmıştır . Kudüs ile  Büyük Orta Doğu bölgesinin merkezi olma yarışı içinde olan İstanbul’un  deprem ile tehdit edilmesi tehlikesi  bu kentin  rekabet yarışında geride kalmasını sağlayabileceği görülmüş ama buna rağmen kentsel dönüşüm planlarından vazgeçilmeyerek , İstanbul’un yeniden inşasına devam edilmiştir .
            Küresel sermaye, okyanus ötesinden dünyayı yönetemez bir noktaya sürüklendiği için  kendi denetimi altındaki medya aracılığı ile İstanbul’u  dünya ticaret merkezi olarak ilan ettirmiş ve  bu doğrultuda  Atatürk’ün adını kullanarak Ataşehir adı altında kendisi için yeni bir yerleşim merkezi inşa ettirmiştir .  İstanbul’un Anadolu yakasında yer alacak bu sermaye merkezi New York bankalarının elindeki sermaye gücünü  Yeni Bizans projesinin merkezi olacak İstanbul’a taşıyacak ,bu nedenle de kentsel dönüşüm projeleri ile bu eski kent  dünya ticaret merkezi olarak yeniden yapılandırılacaktır . İstanbul Belediyesi tarafından yürütülen kentsel dönüşüm projelerine bakıldığı zaman küresel sermayenin dünya ticaret merkezi planına öncelik verildiği , hiç bir biçimde Türk devleti ya da halkının ulusal çıkarları doğrultusunda bir yeniden yapılanmaya gidilmediği anlaşılmaktadır .Dış tercihlere öncelik veren ,küresel sermayenin yeni yerleşim merkezi olarak seçilen İstanbul’un kentsel dönüşüm projelerinde bunlara öncelik tanındığı ama hiçbir biçimde İstanbul halkının ya da Türk devletinin beklentileri doğrultusunda kentsel dönüşüm girişimlerinin gündeme getirilmediği görülmektedir .  Kentsel dönüşüm bir anlamda Türklerin İstanbul kentinin sönüşümü olmakta ,ama daha sonraki aşamada da küresel sermayenin yeni dünya ticaret merkezi olarak yepyeni bir yapılanmayı  devreye sokmaktadır . Kentsel dönüşüm İstanbul’u yeniden Bizans’a ya da Konstantinopolis’e dönüştürürken ,Osmanlılardan kalan Türklerin İstanbul’unu tarihin tozlu sayfalarına göndermektedir . Bu kentte  yaşamakta olan gayrimüslimlerin öncülüğünde Yeni Bizans projesi Fener Patrikhanesinin yönetiminde devreye girmekte ,İstanbul Türklerin ya da Türkiye’nin en büyük kenti olmaktan çıkmaktadır . Bir yandan Bizans’a geri dönüş diğer yandan küresel sermayenin dünya ticaret merkezini bu kentte kurmağa çalışması , İstanbul’u geleceği  belirsiz bir kent konumuna getirmiştir . Deprem tartışmaları sürdürüldükçe , İstanbul’un eski semtleri toptan yıkılarak , yeni hazırlanan projelerin uygulama alanlarına dönüştürülmektedir .
Kentsel dönüşüm süreci Türkiye’de yeni bir dev kamu kuruluşu olarak Toplu Konut İdaresi’ni öne çıkarmıştır . Emlak bankasını kapatan , bu banka üzerinden yürütülen yapı ve inşaat projelerini  Toplu Konut İdaresine teslim eden iktidar partisi bir yönü ile de bu kamu kurumunun bir büyük dev olarak piyasayı kaplamasına yol açmıştır . Yıllardır sürüp giden kentleşme  eğilimlerinin çarpık bir  duruma gelmesi yüzünden devlet bu alana  müdahale ederek Toplu Konut İdaresini devreye sokmak durumunda kalmıştır . Batının kontrolu altında bir kapitalist ekonomiyi yaşam düzeni olarak seçen Türkiye Cumhuriyetinde insanların yaşadığı kentler  her türlü rant kavgasının çekişme alanları olarak öne çıkarken ,maddi durumu çok geride olan bazı yerel yönetimlerin , kentsel dönüşüm alanları ilan ederek buralardaki eski binaları yıkmağa yöneldikleri ve elde ettikleri boş alanlar üzerine de çeşitli projelerin yapımını gündeme getirdikleri görülmüştür . Türkiye’yi son on yıldır yönetmekte olan  ılımlı Müslümanların partisi  sahip olduğu liberal düşünceler ile  kentsel dönüşüme ekonomik açıdan bakmış ve böylece kendisini destekleyen çeşitli cemaat kadrolarına , kentsel dönüşüm projelerinde hem iş hem de ihale olanakları getirmiştir . Çarpık kentleşmeye devlet müdahale edince , bu kent yağmasına ve imar rantlarına geçiş dönemi başlatılmış ve bu konuda da hem iktidar partisinin elindeki belediyeler ile  gene hükümetin denetimi altındaki Toplu Konut İdaresinin ortak çalışmalara yönlendirildikleri görülmüştür . Vatandaşın barınma ve konut gereksinmeleri  doğrudan doğruya Toplu konut idaresi üzerinden karşılanmağa çalışılmış ,piyasa ve inşaat sektörü eskiden olduğu gibi Karadeniz’li müteahhitlere bırakılmamıştır .
İnşaat sektörü daha çok göç alan kentlerde gelişmeler gösterirken , hükümetin yönlendirmeleri ve iktidar partisinin elindeki belediyeler yurdun her köşesinde toplu konuta yönelmişler  ve bu doğrultuda Toplu Konut İdaresi büyükşehirlerin ve illerin yanı sıra ilçelerde de belirli bölgesel düzenlemeler çerçevesinde toplu konut yapımını gerçekleştirmeğe çalışmıştır . Anadolu  insanını tümüyle eski  ve  yıpranmış binalardan kurtarma doğrultusunda geliştirilen toplu konut projeleri  Anadolu’yu yeniden inşa ederken ,yıkılan eski mahallelerin yerinde yeni rant tesisleri yükselmeğe başlamıştır . TOKİ’nin devreye girmesiyle daha güçlü bir yapılanma  içine giren kentsel dönüşüm projeleri  , kentlerin yayılması üzerine merkezde kalan eski yapıların bütünüyle yıkılmasını öne çıkarmış , merkezde yer alan okul binaları ya da kamu kurumlarının çalışmalarını sürdürdüğü yapılar zamanla yıkılmış ve bunlar kentin dış semtlerinde yeniden daha modern bir biçimde yapılırken ,merkezi alanlarda ortaya çıkan boş alanlar  çeşitli ticari girişimlere konu olmuştur . Bu gibi boş alanlar  alış veriş merkezlerine olduğu gibi ticaret ve iş merkezlerine ya da  çeşitli ekonomik girişimlerin  yatırım yapılanmalarına tahsis edilerek  piyasa ekonomisinin canlandırılmasında kullanılmıştır .  Küresel emperyalizmin istediği piyasa ekonomisinin hegemonyası , kentsel dönüşüm plan ve projeleri sayesinde gerçekleştirilmiş  , bir yanda toplu konut siteleri yapılarak kentler yenilenirken diğer yandan da  yıkılan binalardan ,okul ve kamu yapılarından geri kalan boşluklar da piyasa ekonomisini canlandıracak doğrultuda yeni yatırım alanlarına öncelik verilmiştir .Bu amaçla planlar ya da projeler değiştirilmiş ,parayı verenin düdüğü çaldırması gibi , yerel yönetimler de  döviz getiren yabancı sermaye kuruluşlarına kentlerin en güzel ve merkezi alanlarına açarak ya da tahsis ederek , teslim olmanın açık örneklerini göstermişlerdir
Siyaset alanında devletlerin küçültülmesi nedeniyle devreye giren mafya-çete-cemaat yapılanmaları ,bütün belediyelerde devreye girerek bu yerel kuruluşların imar planı hazırlıklarında ya da  öncelikli arsa ve yer tahsislerinde önde gelen önemli roller oynamışlardır . Bu yüzden kısa zamanda yeni zenginler sınıfı oluşmuş , vatandaş türban ya da laiklik kavgası ile uğraşırken atı alan  köprüyü geçerek  yeni zenginler sınıfı içindeki yerlerini almışlardır . İmar planı yetkilerinin ve imar vergilerinin yerel yönetimleri devri sonrasında , bütün belediyeler kentsel dönüşüm planlarına yönelerek merkezi alanlardaki eski binaları yıkarak ve ortaya çıkan boşluklar içinde yeni planlar hazırlayarak  kentsel dönüşüm görünümünde büyük rant oluşumları sağlamışlardır . Bu yüzden belediye seçimleri ve yerel yönetimler birer rant kavgasının alanları durumuna gelmiştir . Hiç gerekmediği halde , kendi yandaşlarına rant geliri yaratmak zorunda kalan partili yerel yönetimler olduk olmadık yerlerde kentsel dönüşüm ya da  yeniden yapılanma planları adı altında tamamen yandaşlara gelir ve rant kazandırma girişimlerine kalkışabilmektedirler . İktidar partileri de genel seçimler sırasında yerel yönetimlerin desteklerine  gereksinme duydukları için ,bazı hukuka aykırı girişimleri ya da plan ve programları görmezden gelebilmekte ve bunun sonucunda da tüm belediye yönetimlerinin yargı yerlerine düşmesi gibi olumsuz durumlar görülebilmektedir. Siyasal iktidarlar yerel yönetimleri  kendi tabanlarını  doyurma yeri olarak gördüğü sürece kentsel dönüşüm projelerinin rant yaratmaya dönük girişimler olmaktan kurtulması mümkün olamayacaktır . Afet riski taşıyan bölgelerde ve deprem kuşağı üzerinde  kesinlikle uygulanması gereken kentsel dönüşüm projelerinde ,acil yerlerin bir yana bırakılarak daha fazla gelir getirebilecek rant alanlarına öncelik verilmesi ,bu alanda önlem alınmasını engellemektedir .
Kent yağmasının yanı sıra yeşil alanların da yağma konusu olarak seçilmesi   bu konudada yeni düzenlemelere gidilmesini zorunlu kılmıştır . Özellikle  2-B arazisi olarak gösterilen orman vasfını yitirmiş orman kenarı bölgeler için düşünülen villa kent projelerinde İspanya gibi devletlerin içine sürüklendiği çıkmazların iyi hesap edilmesi gerekmektedir .İspanya’da  yabancılar için bu gibi alanlarda yapılan villa kentler elde kalmış ekonomik kriz nedeniyle Avrupa ülkeleri durgunluğa sürüklenince , kimse  İspanya’ya giderek bu orman kenarında yapılan villa kentlerden ev almamıştır . Türkiye’yi ekonomik darboğazdan kurtaracak ve elli milyar gelir getirecek projeler olarak öne ürülen 2-B arazisi planlarının uygulamaya geçirilmesi sırasında  İspanya ve İtalya,Yunanistan gibi ülkelerin içine sürüklendiği çıkmazlardan iyi dersler alınması gerekmektedir . Aksi takdirde ,villa kentler kurmak üzere orman arazisi statüsünden çıkarılan güzel vatan köşelerinin de kentsel dönüşüm adına  yabancıları yok yere  tahsis edilmesi gibi olumsuz durumlar ile Türkiye ‘de karşılaşabilecektir . Ayrıca hazineye ait tarım arazilerinin bazı tekelci küresel şirketlere yok pahasına tahsis edilmesi de yeni peşkeş tartışmalarını öne çıkartabilecektir . Yağma ve talan girişimleri dıştan destekli emperyal organizasyonlar ile örgütlenirken ,ülkenin önemli su yatakları,tarih ve kültür hazineleri,turizm alanları, , petrol ve doğal gaz yatakları ile diğer maden arazilerinin de   yok pahasına yabancıların eline geçmeleri söz konusu olabilecektir . Türkiye Cumhuriyeti bugün  Misakı Milli sınırları içindeki vatan topraklarının  neredeyse onda birini yabancılara çeşitli yönlerden tahsis etmiş bir durumdadır . Yer altı zenginliklerinin  özelleştirme ya  da küreselleşme görünümü altında yabancılara tahsis  edilmesiyle beraber  çeşitli kentler tehdit altında kalmakta ,zengin altın madenlerinin yabancılar tarafından çıkarlımsa yüzünden koskoca Bergama kenti yaşanmaz bir konuma düşürülmektedir . Bir çok kentin toprak altında çeşitli maden ve enerji yataklarının bulunması yüzünden de , bu bölgelerde dolaylı yollardan kentsel dönüşüm projeleri devreye sokularak , bu gibi değerli toprakların üzerinde insanların yaşamlarına son verilmektedir . Küresel şirketlerin maden ve enerji gereksinimleri yüzünden bazı kentler  Bergama’da olduğu gibi yaşanmaz bir hale gelmekte ve kentsel dönüşüm bir yönü ile de  halk kitlelerinin  kendi topraklarından sürülmelerine yol açmaktadır .
Kentsel dönüşüm ,küresel emperyalizmin bütün dünya devletlerine dayatmış olduğu bir zorunluluktur . Finans kapitalin dünya imparatorluğu hedefi doğrultusunda ,ulus devletler tasfiye edilirken , önce büyük şehirlerin öncülüğünde eyalet yapılanmalarına öncelik verilmekte ,daha sonraki aşamalarda da kırsal  kesimde yaşayan bütün  insanların şehirlerde toplu olarak yaşayacakları kent devletlerinin oluşturulması planlanmaktadır . Kentsel dönüşüm programları bu doğrultuda  büyük şehirler merkezli olarak öne çıkarılmakta ama toplumsal tabanın para kazanabilmesi  için diğer kentlerde ve yerleşim merkezlerinde devreye sokulmaktadır . Bu nedenle , kentsel dönüşüm demek aslında kent devletleri kurulması anlamına gelmektedir . Geçmişten gelen geleneksel kentsel yapılar, geçici olarak görülen ulus devletler döneminde modernleştirilmeğe çalışılmış ama  son tahlilde kent devletlerinin kurulması düşünüldüğü için  kentsel dönüşüm projeleri rant aşamalarından sonra yeni yapılanmaların adımları olarak görülmektedir . Kamu yönetimlerinde yapılan reform girişimlerinde bir çok merkezi yetkinin yerel yönetimlere devredilmeğe çalışılması  , yerel yönetim reformu adı altında gündeme getirilen yeniden yapılandırma girişimleri  hep birlikte kent devletlerine doğru gidişin  öncü hazırlıkları olarak öne çıkmaktadır . Bu nedenle , kentsel dönüşüm projelerine soyunan yerel yönetim birimleri ,kentlerini geleceğe dönük devletleştirirlerken ,  kentlerini devletleştirme yolunda  merkezi devleti ya da devletin ulusal ve üniter yapısını yıkmakta olduklarını da akıllarına getirmelidirler .İnsanlığı modern çağa ulaştıran ulus devletlerin ortadan kaldırılarak , yeniden orta çağın kent devletlerine   doğru bir gidişin tezgahlanması  tam anlamıyla insanlığın geri gidişi olacağı  açıktır . Küresel şirketlerin çıkarları uğruna kurulacak dünya imparatorluğunda bir avuç azınlığın hegemonyasının geçerli olması  post-modernizm  adına gizlenirken , bütün insanlığı modernizmin çağdaş dünyasına taşımış olan ulusal ve üniter devlet yapılarından vazgeçilerek dünya halklarının batılı emperyal devletlerin insafına terk edilmesi tam anlamıyla bir geri gidiş ve  çözülmesi gerekli çok büyük bir çelişki olarak  dünya kamuoyunun önüne çıkmaktadır .
Yerkürenin ikliminin değişmesi yüzünden , dünyanın çeşitli bölgelerinde  ciddi boyutlarda doğal afetler ile karşı karşıya kalınmaktadır .Suni olarak deprem ya da her türlü atmosfer olayı yaratma şansını ele geçirmiş olan insanoğlunun yarın çıkarları için her türlü çılgınlığı yapması mümkündür .Bu gibi istenmeyen durumları dikkate alarak ve doğal afetlerin yaratabileceği mahzurları gidermek üzere önümüzdeki dönemde dünya haritası üzerinde  tarihin çeşitli dönemlerinde görüldüğü gibiyeni göç dalgaları   ortaya çıkabilir . Bu nedenle , kentsel dönüşüm projelerini  insanlığın bu tür acil gereksinmelerini karşılamaya yönelik olarak yeniden gözden geçirmek yararlı olacaktır . Eğer gerçek anlamda insanlığın yararına bir kentsel dönüşüm düşünülüyorsa o zaman, her türlü rant düşüncesini bir yana bırakarak ve  küresel sermayenin  ulus devletleri tasfiyesini hedefleyen kent devleti oluşumlarından vazgeçerek  daha gerçekçi ve bilimsel amaçlı kentsel dönüşüm projelerinin devreye sokulmasında büyük bir kamu yararı olacaktır. Gerçek anlamıyla kentsel dönüşüm, bütün insanlığın hayrına ve yararına  oluşturulmalı, rant ve siyasal çıkar düşüncelerinden uzak bir çizgide  bilimsel  ve gerçekçi  esaslara dayalı bir biçimde tamamlanmalıdır.. .

25 Eylül 2012 Salı

Adalet, hukuk ve dürüstlük adına "bir ümit ışığı"...

Prof. Dr. Ayşegül Akbay Yarpuzlu
Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı
Ülkemizdeki Liberal Düşünce akımları içinde çok saygın bir yere sahip; Özellikle insan hakları, adalet, hukuk ve bilinçli yönetim (yönetim bilimi) alanındaki çalışmaları ile tanınan bilim insanı, Sayın Prof. Dr. Ayşegül Akbay Yarpuzlu; Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduğunu bildirdi ve; 
"Beytepe Üçüncü Etap Toplu Konut Alanı'nın imar planlarındaki değişiklikler nedeniyle başlatılan, soruşturmada, Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek hakkında "haksız kazanç sağlama" ve "görevi kötüye kullanma" iddiaları üzerine ilk açıklamasını yaptı.     
Konuyla ilgili açıklamasında "Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı" Prof. Dr. Ayşegül Akbay Yarpuzlu: 
"Bu ve benzeri rüşvet, iltimas, yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma iddialarının Ankara’da yıllardır bitmek bilmediğini; Ankara’lıların artık güvenilir, temiz, dürüst ve şeffaf bir yönetim istediklerini hatırlatarak, bir süre önce Çankaya Belediyesi hakkında çıkan rüşvet iddiaları gibi, bu kere de Melih Gökçek ve Belediye Meclisi üyelerinin tamamı hakkında açılan soruşturma hakkında sorumlulardan net açıklamalar beklediğini" söyledi. (25.09.2012)
Prof. Dr. Ayşegül Akbay Yarpuzlu
İ l e t i ş i m:
Cep: 0-530-9283959
Web: liberalpolitika.blogspot.com
***
BİR YORUM, ÖNERİ VE KATKI VAR...

{HaberPOSTA} - ANKARA, Adalet, hukuk ve dürüstlük adına "bir ümit ışığı"...‏
Gürbüz Güvendag - Kime: gercek.demokrat@hotmail.com, aysegulkarpuzlu@gmail.com
*
Yolsuzluk ve Devlet hazinesinin kotu yönetimi, bir insanlık sucudur,
Devlet hazinesi, Milletin ortak serveti, bir takım yollarla  kucuk bir azınlıgın cebine gidiyorsa, bu halkın fakru zaruret icinde kıvranmasına sebeb olur.
Plansız sehirlesme, rant olayı, birilerinin partizanca zengin edilmesi, ulkelerin fakirlesmesine, halkın bir sekilde ezilmesine  sebep olur.
Haksızlık, adaletsizlik kol gezer.
Bakın Guney Dogu’da onlarca genc, acımasızca katlediliyorsa bunun en buyuk sebebi,  yeterli donanımın askerlere verilmemesidir.Dolmusla asker sevkedilirse, alev topu ile gencecik cocukları yakarlar. Karakollarınızın olmayısı, yeterli gözetleme imkanınızın bulunmaması, bolgenin ve sınırların korunmaması,o bolgede uretimin yapılmaması hep, yolsuzluk dolayısı ile ulke kaynaklarının carcur edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Bir arkadasım anlattı,bir dostu,belediyeden is almaktadır.Kredi almıstır. Belediye baskanı bunu telefondan arar, sana bu isleri kim veriyor söyliyeceksin der. Arkadası,isim vermez ve bu kisiyi batırırlar.
Yahu, su belediye baskanına bak, kontrolu dısında, ihale kabul etmiyor diyor.
Her kimki, yolsuzluga, haksızlıga karsı cıkıyor, o bu memleket icin ulvi bir görev yapıyordur, vatanı savunuyordur.
Bugun, iktidardan yana belediyeler icin sorusturma yok, muhalif belediyeler de ise en kucuk bir iddia ile insanlar zindana atılıyor.
Musluman ulkelerde en cok okunan kitab ,Kavgam mıs.
Hitlerin yargısız infazları, cok begeniliyormus.
Bizde de Stalini mahkemelrine bir hayranlık var galiba.
Sayın, Hocamıza hurmetler sunarım.
Gurbuz GÜVENDAĞ

22 Eylül 2012 Cumartesi

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ

Üniversitelerin Açılışında
İlk Ders Ne Olmalıdır?
Prof. Dr. İbrahim Ortaş,
Çukurova Üniversitesi, 
iortas@cu.edu.tr
Eğitimin günümüzdeki temel amacı genç insanı topluma işine yararlı kılacak şekilde yetiştirmektir.
İlk Ders Heyecanı Öğrencilere Yaşatılmalıdır
Önümüzdeki hafta çoğu üniversitemizde yeni eğitim ve öğretim dönemi başlıyor. Hayırlı olsun. Ciddi bilimsel, idari ve ekonomik sorunun yaşandığı üniversitelerde, akademik heyecanın zayıflaması yanında üniversitelerin açılışındaki ilk gün heyecanın yeni gelen öğrencilere yaşatmak geleneği de yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Her yıl giderek artan üniversitelerin sorunları artık taşınamaz duruma gelmiştir. Her taraftan kuşatılmışlık ve ilgisizlik öğrencilere kadar yansımış durumadır. Yetersiz alt yapı, kısıtlı bütçe, öğretim üyelerinin maaş yetersizliği, ikili ve paralı eğitim, paralı yüksek lisans, yenilenemeyen araştırma görevlisi kadroları, vizyonsuzluk, misyonsuzluk ve politikasızlıklar artık üniversitelerde şevki ve heyecanı önemli ölçüde kırmış durumdadır. Bilindiği gibi heyecanın ve aşkın bittiği yerde nitelikli, her yönü ile coşkulu insanların yetişmesini (yeni tohumların çimlenmesini ve bitkilerin yeşermesini) beklememek gerekir.    
Biz akademisyenler her türlü sorunu yaşıyoruz. Ancak vicdanımız ülkemizin geleceği olan gençlerin üniversitelere heyecansız başlamasına razı olmuyor. En azından yöneticilerin ilk gün yeni gelen öğrencilere üniversite gibi bilim-sanat ve felsefenin yapıldığı ortamda hayata ve geleceğe coşku ile sarılmaları ve kendilerini üniversite ortamının sunduğu olanaklardan yararlanmasını önermesini önemsiyorum.
İlk günlerde yeni gelen öğrencilere üniversite geleneklerini yaşatmak, gençlere yeni bir başlangıç yaratmak gerekir. Giderek kaybolmaya başlayan üniversite geleneklerini sürekli canlı tutmak, gençlerin geleceğe güven ile bakmalarını sağlamak, ülkelerini ileriye taşımak için kendilerini de çorbada tuzu olan insanlar olarak görmeleri için motive etmek gerekir.
Üniversitelerin açılacağı bu ilk günlerde öyle bir ilgi uyandırmak gerekir ki, kişi kendisini zenginleştirecek yeni bir ortamda bulunsun. Aynı zamanda kişi kendisini önemsemeli. Eğitildiği ortamın kendisine kazandıracağı, niteliklerle toplumun geleceğine yön verecek sınırlı sayıda kişiden biri olduğu öz güvenine kavuşmalıdır.
Her şeye rağmen ilk derslerde öğrencilere sahip çıkmak, onları şevkle kucaklamak gerekiyor. Hatta öğretim üyeleri olarak üniversitelilik bilincimiz içinde öğrenme becerilerimizi, öğrendiğimiz hayat derslerimizi ve yaşamdan beklentilerimizi objektif ölçüler içinde ilk derslerimizde öğrencilerimiz ile paylaşalım. Öğrencileri düşündürmeye yönlendirelim. Özellikle de okuma alışkanlığının kazandırılması için biraz hayatı anlamaları için bizde teknik geliştirerek öğrencilerimizi üniversite ortamının içine çekebiliriz.
Eğitim cazip hale getirilmelidir.
Ders eğitimi kadar genel kültür, popüler bilim ve yaşama dair bilgilerin de verilmesi gerekir. Maalesef bugün üniversitelerimizde teknik bilgi veriliyor ancak kişinin hayata hazırlanması için mutlaka bilimsel düşünme alışkanlığı, okuma alışkanlığı ile kültürel alt yapılarını geliştirmeleri gerekir. Sık sık eleştiri konusu olan ders dışı yaşanan birçok konuda mezunların yetersiz bilgiye sahip olması geleceği hedefleyen bir toplum için ciddi olarak dikkate alınmak zorundadır. Dışarıda olup bitenin bilinmesi durumdan vazife çıkarılması ve karşılaştığı sorunlara çözüm üretebilsin. Eğitim bu süreci dikkate alarak kişiye düşünmeyi, hayata hazırlanmayı kazandıracak ortamlar sağlamalıdır, üniversitelerin başta sanatsal faaliyetler ve kültürel faaliyetlere ağılık vermelidir. Bir şekilde öğrenciler mutlaka hayatı her alanda sorgulamayı benimsemelidir.  
 “Nehir yatağında, ağaç toprağında, demir kalıbında şekillenir” özdeyişine uygun olarak insanda yetiştiği ortamda şekillenir. Mırıldanan değil, sebep sonuç ilişkisi kurabilen, sorun çözmesini bilen insan yetiştirerek yarınlara gelişmiş insan potansiyeli yetiştirmemiz gerekir.
Üniversiteler İtiraz Etmeyi de öğretmelidir
Üniversiteler açılırken öğrencilere yalnız ders çalışın, oynayın zıplayın başka da bir şeye karışmayın demek yerine, tam tersinden geleceği görerek ülkenizin sorunlarını da bu sıralarda öğrenin, geleceğe sahip çıkın demeyi de üniversite ortamı öğretmelidir.
Yaşamı Sokrat’ın ifadesi ile sorgulamayı ve eleştirel bakmayı bilmeli. Üniversitelinin kritik düşünme, eleştirel yaklaşımı üniversitede teknikleri ile öğrenmeli.
Yerine göre HAYIR diyebilmeli.
Başkasının şemsiyesinin altında dolaşmayı, bir yerlere gelmek için birilerine yağ çekerek kendisine makam, mevki edinmeyi öğrenmenin bedelinin ileride ağır olacağını öğrenmelidir. Kendisi olmamış kişiliğin her zaman yarar getirmediğini, çoğu zaman yalnız kaldığını ve sorunların altında ezildiği anlatılmalıdır.
Bunu için üniversite yöneticilerinin ve biz hocaların ilk mesajları önemli.
Üniversite Yarını Öngörerek Öğrencisine Bugünden Sahip Çıkmalıdır
Bugün ülkemizde en çok eleştirilen ve hedefteki kurumların başında üniversiteler gelmektedir. Üniversiteler hakkında yapılacak eleştiriler hepimizi rahatsız etmekte ve edecektir. Bugünden yarını görüp, kendimize yakışır bir anlayış ile daha ileri bir üniversiteyi yaratabiliriz.
Eğer bunu yapamasak, üniversiteyi okulun ötesine taşıyamasak ileride üniversiteye olan güven sarsılır, bazı birimler için ne araştırma yapacak ortam bulabiliriz, ne de okutacak öğrenci bulamayabiliriz.
Üniversiteler kendi yasal sorumlulukları içinde en ulvi görevi olan öğrencilerini tarihe ve geleceğe karşı her yönü ile felsefi boyutta eğitmek zorundadır. Bir tür hayat okulu olan üniversite eğitimi öğrencinin üniversiteye ilk ayak bastığı günden başlamalıdır. Üniversite yıllarında kendi yol haritasını kendisinin çizmesi gerektiği ve geleceğin sorumluluğunu alabilmeyi öğrenmelidir.
Muasır medeniyetler seviyesinde bir Türkiye yaratmanın tek çıkış kapısı nitelikli bir üniversite eğitimi vermekten geçmektedir. Bunu yapacak güçte ve iradede olduğumuzu düşünüyorum. Ancak giderek üniversiteler üniversite bilincinden ve olgusunda uzaklaştığını da unutmayalım. Saygın bir hocamızın ifadesi ile “üniversitecilik” oynadığımızın farkına vararak bir an önce evrensel ölçekte üniversite kavramını ülkemize yeniden kazandıralım.
Üniversitede İlk Ders Ne Olmalıdır? 
Bu Derslerde Öğrenciler Neyi Öğrenmeli?
Üniversitede ilk ders üniversite tarihi öğretilmelidir.
Üniversite neden özerk olmalı?
Özgür birey olmanın üniversite hayatı için önemi nedir?
Bilim hangi ortamlarda daha iyi gelişir?
Bilim tarihinde bilim özgürlüğü konusunda verilen çabalar nelerdir?
Ülkemiz ve üniversitemizin bilimsel düzeyi nedir?
Bilimin bugünkü sorunları nelerdir?
Yarınlar için bilim ne öngörüyor?
İnsanlığın sorunlarının üstesinden gelmek için üniversitelerin ve bilimin yapması gerekenler nelerdir? Bizlerin bundaki sorumluluğu nedir?
Üniversite hayatında sorgulamanın öneminin anlatılması yeni öğrencilerin üniversiteyi benimseme ve yaşama sevincini aşılamak anlamında çok yararlı olacaktır.
Üniversiteler Kendi Sorunlarını Açık Yüreklilikle Gündeme Getirmeli ve Öğrencilerine de Sahip Çıkmayı Öğretmelidir.    
Yöneticilerin çoğunluğu üniversitelerin omuzundaki yükün farkında diye düşünüyorum. Ancak farkındalığın ötesinde üniversitelerin üzerindeki o görünmez otoritelerin baskısı nedense üniversiteleri konuşturmamakta ve sorunlara doğrudan değinmeyi frenlemektedir.  Gördüğüm kadarı ile özerk olmayan üniversiteler sorunlara daha çok ekonomik ve idari yönden ele almaktadırlar. Üniversitelerin bilimsel sorunları ve ülkenin sorunları nedense cesaretle işlenmemektedir. Bugün artık yoksulluk sınırındaki maaşlarımızın durumunu bile yüksek sesle dile getiremiyoruz. Üniversiteler doğaları gereği hiçbir iktidar ve otoritenin etkisinde kalmadan mevcut durumu analiz etmeleri yanında yarına da ufuklar çizmeli topluma yol göstermeli ve umutlar yaratmalıdırlar.
Yaklaşık 3 milyon insanın üniversitelilik bilinci ile aydınlanması ve ülkesinin sorunlarına omuz verecek düzeyde eğitilmesi en büyük arzumuzdur. Bu bağlamda üniversitelerin açılışında öğrencilere verecekleri ilk mesajlar kalıcı nitelikte olması nedeniyle önemsenmektedir. (21 Eylül 2012, Adana)
            *** Not:  Daha önce yazdığım “Üniversiteyi Kazanan Yeni Öğrenciler Kendilerini Yeni Döneme Hazırlamalıdır” yazıyı öğrencilerimiz ile paylaşabiliriz
            ***
Üniversiteyi Kazanan Yeni Öğrenciler Kendilerini Yeni Döneme Hazırlamalıdır
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,  
Çukurova Üniversitesi, 
iortas@mail.cu.edu.tr
ÖSS sonucuna göre üniversiteye yerleştirilen yeni üniversite öğrencilerini kutluyor ve üniversite hayatına hoş geldiniz diyorum.
Üniversitelerimizde ne üniversite tarihi ve kültürünün tanıtımı, ne de üniversiteye uyum programının uygulanmadığı bilinmektedir. Yine öğrencilerimizin çoğunluğunun da üniversite okuyacak düzeyde lise eğitiminde yeteli olgunluğa erişmediği bilinmektedir. Uyum programları veya üniversite ortamına hazırlık süreçleri uygulanamadığı için üniversite atmosferi ve üniversitelik bilinci öğrenci öğrencinin kafasında yeterince gelişmiyor. Bütün bunların sonucunda doğal olarak üniversite lisenin bir devamı gibi algılanıyor ve sonuna kadar da böyle devam ediyor. Üniversite hayatını yakından izleyen ve üniversitelilik bilincinin yeterince gelişmediği ülkemizde öğrencilerimizin başlangıçta kendilerini yeni döneme nasıl hazırlamaları gerektiği konusunda, kendilerine ileride büyük yarar sağlayacağını düşündüğüm bazı tespitlerim ve önerilerim olacaktır.
Öğrenci Üniversitenin Ne Olduğunu Bilmiyor
Bugüne kadarki hocalık tecrübeme göre öğrencilerimizin geneli “üniversiteyi tanımıyor". Öğrencilerin çoğunluğu üniversite nedir, üniversite öğrencisinin rolü nedir? Üniversite öğrencilerinden toplum ne bekliyor? Üniversite gençliği üniversitelilik bilinci ile dünyadaki ve ülkedeki gelişmeler karşısında nasıl davranmalı? Bu ve benzeri daha birçok soruyu öğrencilerin kendi kendilerine sormaları ve üniversite tarihini öğrenerek kendilerini geliştirmeleri yararlı olacaktır.
Üniversite Ortamı Yalnız Meslek Öğrenilen Yer Değildir
Öğrencilerimiz üniversiteyi bir meslek edinme aracı olarak görüyor. Ders işleme anlayışı da lisenin bir devamı olarak algılanıyor. Bu anlayış öğrencide yaşama faklı bir bakış açısı ile bakma konusunda yeni bir heyecan, aşk ve isteklendirme yaratmamaktadır. Üniversiteden neredeyse tek beklentisi bir an önce bir diploma alıp hayata atılmak olmaktadır.
Üniversiteyi bir bilim ve felsefi tartışma ortamı olarak görüp, kendini geliştirme, sosyalleşme, geleceğini şekillendirme konusunun gerek bizim tarafımızdan işlenmemesi, gerekse de öğrencilerimizin tartışma kültürlerinin yetersizliği nedeniyle bilgi ve düşünce üretme sürecine bir katkısı olmadan ve kendini entelektüel dünyaya yeterince hazırlamadan diploma alarak gitmektedirler. Çünkü üniversite beklediğimiz ölçüde kişiye farkındalık yaratma ve ufkunu açma işlevinde bulunamamaktadır.
Dil Ve Düşünme Becerisini Geliştirme
Ayrıca çok önemsediğim bir diğer konu da yazma kültürünün eksikliği ve geliştirilmesidir. Üniversiteye hazırlık niteliğinde olması gereken lise eğitimimizde dil bilgisi yanında, tarih, felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi derslerde yeterince verilmemektedir. Üniversite öğrencisinin kendisini hayata bir bütün olarak hazırlaması ve tartışmaya daha etkili katılması için birçok konuda donanımlı olması gerekir. 
Tarihi Bilgisinin Geliştirilmesi
Üniversitede maalesef öğretemediğimiz bilim tarihi, bilim felsefesi ve uygarlık tarihi konusunda eğitime başlamadan önce öğrencilerin üniversiteye hazırlanarak gelmeleri yararlı olacaktır.
Üniversiteye gelecek öğrencilerin üniversite yaşamına bilinçli olarak başlamasının önemli olduğunu belirtmek isterim. Çok benimsediğimiz “nasıl başlarsa öyle gider“ öz değişine uygun olarak gençlerin üniversiteye bilinçli ve ne istediğini bilerek başlaması önem arz etmektedir.
Özellikle öğrencilerimizin tarih bilincine önem vermesi anlamlı olacaktır. Her konuda geçmişi bilmek ve geçmişten geleceğe akış sağlamak hem bağıntılı ve bütünsel düşünme, hem de düşünsel bir derinlik sağlayacaktır.
Kendi Bakış ve Özgür Düşüncesini Oluşturma
Gençlerin hiç bir gurubun total anlamda bir izmin etkisine girmeden, yetişkin bir birey olarak kendilerini yetiştirmeleri, tüm etkilerin üstüne çıkarak özgür düşünebilmeleri hem özgüvenlerini artıracak, hem yeni ufuklar sağlayacaktır. Üniversite öğrencilerinin değişik ihtiyaçlarını karşılama konusunda kendilerine yanaşan, maddi ve manevi yardım sunan kişilerin peşine takılmak veya katılmak yerine kendi öz bilinçlerine ve değerlerine güvenerek özgür birer öğrenci olarak kendi ayaklarının üzerinde duracak davranışlar sergilemelerini, kendilerini yetiştirmelerinin kendileri için daha yaşamsal öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerin içinde geleceğe yönelik kendi yaşamsal yol haritalarını bilinçli seçmeleri gerekir. Kişilikli olmayı, küçük çıkar ilişkilerine tenezzül etmemeyi, kendi ayakları üzerinde durmayı şimdiden ilke haline getirmeleri, uzun sürede kendi yararlarına olacaktır. 
Kişilik Sahibi Olma
Günümüzde maalesef yaşamın zorlaşması sonucu insan ilişkilerinde ciddi zedelenmeler yaşanmaktadır. Rüzgârın estiği yöne göre hareket etmek, küçük çıkar, makam ve mevkiler için inanmadığınız süreçlere girmeniz size şeref vermez ve kişiliğinizi başından zedeler. Sağlıklı ve nitelikli olarak davranmak, durduğunuz yeri bilmek insana saygınlık kazandırır. Güç kimde ise ona göre yön almak, güç sahiplerine hizmet etmek, daha yüksek makam ve mevkilere gelmenizi sağlayabilir. Ancak insanlık tarihi gücün, kendi çıkarı için her türlü yanlışı kabul eden kişilerin hiçbir zaman özgür olmadıkları ve kendilerini o makama getiren kişilerin manevi ve maddi baskısından çıkamadıkları görülmektedir.
Öğrencilerin bugünden geleceğe yön oluştururken, kişilikli olmayı ve ona göre onurlu ve başı dik olmayı öğrenmeleri, Kurtuluş Mücadelesinde görüldüğü gibi Anadolu’nun küllerinden yeni bir dünya yaratmayı göze almaları gerekir.
Planlı ve Kararlı Olma
Bugüne kadar yapmak isteyip de yoğun ders yükü nedeniyle gerçekleştiremediğiniz hobi ve beklentileriniz için üniversite iyi bir fırsat oluşturabilir.
Öğrenci olarak kim olduğunuzu, kim olmak istediğinizi, toplumun sizi gelecekte nasıl bilmesini istiyorsunuz? Bunları yeni hayatınızın başlangıcında derin derin düşünmenizde yarar bulunmaktadır.
 Öğrenciliğin ilk gününe başlamadan ne istediğini veya ne istemediğini iyi analiz ederek yol haritasının başlangıcında işinizi ciddiye alarak başlamanız gerekir.
Çoğumuz ailemizden, toplumdan, geleneklerimizden doğrudan aldığımız ve yorumlamamdan kucağımızda bulduğumuz değerleri, şimdi bilinçli ve objektif olarak sorgulayarak yol haritamızı içinde yaşadığınız çağa uygun olarak yeniden hazırlamamız gerekir. Bilinçli olarak çalışarak, okuyarak uğrunda emek harcayarak elde ettiğimiz bilgi ve diğer kazanımlar bizim öz değerlerimizdir.
Hobi ve Duyarlılıklarımızı Geliştirme
Gençlerin üniversitede yapmaları gereken bir diğer özenli görev de belli hobileri kazanmasıdır. Yaşamdan zevk almak yaşamı anlamlı kılmak için hobi sahibi olmak büyük zenginlik kazandıracaktır. Hepsinden önemlisi yatay boyutta gelişmek için çok değişik alanlarda okuyarak üniversite yaşamında kitap okuma alışkanlığını kazanmaları gerekir. Çeşitli sanat alanları bulunup bunlarla ilgilenmeleri gerekir. Öğrencilerin şimdiden kendilerine tam teşekküllü ve geleceklerini anlamlı kılmak ve çağa yeni bakış açısı kazandıracak şekilde kendilerini hazırlaması için kolları sıvamaları gerekir. Kendi kendinizi yeni döneme hazırlarken, başarılı olabileceğiniz alanları iyi tanımlayarak, öğrenci temsilciği, liderlik, müzik, resim ve diğer sosyal alanlarda ne tür yeteneklerinizin olduğunu bu süreci şimdiden düşünmekte fayda bulunmaktadır. Öğrenciliğin ilk aşamasında sahip olduğunuz iç enerjiyi ve becerilerinizi harekete geçirerek yeni bir yol haritası çizmeleri gerekir.
Tabii üniversitelerinde bu dinamik gençliğin dinamiklerini durdurmak değil, daha ileriye taşıyacak ortamlar hazırlaması beklenilmektedir.
Kendi Gelecek Senaryolarını Oluşturma
Sık sık insanların geçmişte savunduğu düşüncelerin ve söylemlerinin yıllar sonra karşısına çıktığı görülmektedir. Hele Devletin önemli bir mevkisine gelecekseniz, hemen geçmişiniz sorgulanır ve söylemlerinizden dolayı yargılanırsınız. İnsan gerçekten de yaşam için olgunlaşıyor, törpüleniyor, sivri söylemlerden arınıyor. Ancak temelden görüş değişikliği çok büyük bir dönüşümü gerektirir. Onun için şimdinden yol haritasını çizerken mutlaka bilinçli ve sorumlu bir başlangıç yapmak gerekir. Bugünden atılacak yanlış adımların cezasını yine sizler çekeceksiniz. Tabii sorumlu mevkideyseniz etki ettiğiniz alandaki kişilerde sizin yanlışlarınızın kurbanı olacaklardır. Yarını bugünden doğru kurgulamak önemli. Bir kez yol haritanızı doğru kurguladığınızı düşünüyorsanız da sonuna kadar değerlerinizin arkasında durmayı da şimdiden öğrenin.
Öğrencilerin kendi vizyonların ve misyonlarını şimdiden çizmeleri bir çok yönden önemli. Ne olmak, neye sahip olmak, olmak istediği veya ulaşmak istediği geleceğini şimdiden nasıl sağlayacağını ve hangi argümanlar ile sağlayacağını şimdiden düşünmekte yarar var.
Vicdanınızı Dinleyin
Yeni sürece başlarken, kim olduğunuzun iyi analiz edilmesi önemli. Yaptığınızın insanlığa ve doğaya ne faydasının olduğunun iyi düşünülmesi gerekiyor. Gelecekte nasıl anılmak istediğiniz hayati bir sorun niteliği taşımaktadır. Ahretlik bir konu ancak, her insanın bu dünyadan ayrılırken, insanların sizin hakkınızda arkanızdan ne demesini istersiniz? İnsanların hakkınızda nasıl konuşmasını istiyorsanız bugünden ona göre davranmanız gerekir.
Bilim Adamı Olmak İsteyenler Şimdiden Çok Çalışmalıdır
Bilim adamı olmak isteyen gençlerin bugünden yabancı dil bilgisi yanında derslerini daha dikkati izlemeleri ve bilim adamı olmaya kendilerini hazırlamaları gerekir. Bilim yapmak için yalnız ders çalışmak değil, aynı zamanda iyi birer felsefeci ve sosyal bilim bilgisi ile donatılmış olmaları gerekir. Kavramları iyi bilmesi, çalıştığı konunun tarihini bilmesi iyi bir bilim adamı için zorunlu koşullardır.
Ne Yapmalı?
Üniversiteler açılana kadarki yaklaşık bir yıllık süre içinde kendilerini üniversiteye üniversite öğrencisi gibi hazırlamalı, eksiklerini gidermeli. Yukarıda belirttiğim konularda biraz düşünerek kendi kendilerine bir yol haritası çizmeli.
-Mutlaka Türkçe, İngilizce, Meslek Sözlüğü ve bir adet Felsefe Sözlüğü almaları,
-Üniversite temelde bir felsefi tartışma ortamı olduğu için liseden psikoloji, davranış bilimleri, sosyoloji, felsefe, uygarlık tarihi ve genel toplum bilimi gibi konularda bilgi ve bakış geliştirmeleri,
-Dil açısından gelişim sağlayacak bol okuma yapmaları,
-Mutlaka bir yabancı dil bilgisi gerçekleştirmek için plan ve hazırlık yapıp, bunu başarmaları,
-Bilgisayar konusunda eksiklerin giderilmesi ve iletişim ağından yaralanma yollarının geliştirilmesi,
-Bilgiye erişme ve bilgiden yararlanma konusunda kütüphanenin nasıl kullanılacağını üniversiteye gelmeden öğrenmeleri,
-Tabii temel bilimler ve kavramlarına hakim olmaları.
Tüm bunların sırrı, bol okumak, günceler tutmak, denemeler yazmaktan geçiyor. Gençler bu konularda daha ilköğretim başından itibaren çok sistemli olarak desteklenmeli ve cesaretlendirilmeli.
Özet olarak;
Üniversiteye yeni gelecek öğrencilerin, ülkemiz gençliği içinde seçilerek gelen en iyi öğrencileri olduklarını, toplumun geleceğini kendilerinin omuzlarında olduğu bilinci ile sorumlu davranmaları gerekir. Unutmayalım gelecekteki kendi mutlu yaşamımız ve ülkemizin aydınlık geleceği bizim bugün vereceğimiz karara bağlı. Dolayısıyla kendi yarınımızı şimdiden bilerek ve bilinç ile kurgulamamız gerekir. Bir toplumun en eğitilmiş kesiminin içinde olmak sorumluluğu bu bakımdan büyük bir sorumluluktur. Sorumluluk sahibi kişiler, ne yaptığını bilen, kişiliği gelişmiş, doygun iç zenginliği olan, küçük çıkarlara yenik düşmeyen kişiliklerdir. Toplum okumuşlardan bilgisi, görgüsü ile saygınlığı olan, çağına karşı sorumlu ve toplumu çağdaş düzeye taşıyacak nitelikler beklemektedir.
Bunu başaracağınızı düşünüyorum.
 Tüm bunları söylerken de üniversite camiası olarak ne kadar ağır bir sorumluluk taşıdığımızın bilincindeyim. Sizlerin gelişeceği ortamları da bizler sağlamalıyız. Salt istemekle olmaz, gerekli koşulları da hazırlamalıyız. Dolayısıyla YÖK üst yönetimi ve rektörlüklere, her bir öğretim elemanına fikri, irfanı, vicdanı hür nesiller yetiştirilebilmesi için büyük bir yükümlülük düşmektedir.
 Uygun ortamları bulacağınız, bulduklarınızı ilerleteceğiniz ümidiyle öğrencilerimize tekrar başarılar dilerim.

Prof. Dr. Turgut TÜFEKÇİ


EREĞLİ’NİN SESSİZ SÖZSÜZ ÇIĞLIĞI
ve Prof. Dr. TURGUT TÜFEKÇİ’NİN ÇAĞRISI
Prof. Dr. Turgut TÜFEKÇİ & Mustafa Nevruz SINACI
“Konya’nın Ereğli ilçesi 1980’lere kadar hayalleri zorlayacak derecede güzel, harikulâde, masallar diyarı misal efsanevi bir şehirdi. Yöresel tabirle dere, akar, çay ve arklarla kılcal damarlar gibi örülmüş son derece verimli, işsizlik sorunu olmayan, insanları mutlu, sağlıklı, neşeli, huzurlu, gelecekten umutlu, nüktedan, hayat dolu yemyeşil, cennetsi bir diyar vardı. Sonra mı?!... Sonrası çok hazin bir hikâye….
CEHALET, RANT VE İHTİRAS KURBANI BİR CENNET
Ülkemiz ve dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Ereğli'nin, en önemli ACİL ve güncel sorununa değerli ilgi ve dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
            Devlet adına ve millet iradesine vekâleten hükümet edenler; Geniş halk kitlelerini doğrudan veya dolaylı ilgilendiren konularda mutlak bir gereklilik ve zorunluluk olmadıkça; Asla ve kesinlikle insan, ekosistem (hayvanlar ve bütün canlılar), tarihi doku ve kadim doğa aleyhine sonuçlar doğuracak kararlar alamaz, yaptırım ve tasarruflarda bulunamazlar. Hak karinesi, adalet ahlâkı, evrensel hukuk ve medeni siyaset; Asillere dahi ait olmayan bu hakkı vekillere asla vermemiş ve tanımamıştır.
Hukuktan maksat: Doğrusal yönde ifa ve helâli, hak’ı icra’dır.
Devlette devamlılık esas; Doğa’da devamlılık elzem, mutlak ve sebeb-i hayattır.
Dolayısıyla hayat hakkı en temel, vazgeçilmez, olağan şartlarda müdahil olunamaz ve ihlâli insanlık suçu olmakla; Gerçekte ekosistem için de durum aynıdır. Aksi takdirde ülkede medeni, sosyal ve yasal sorumluluk işlemiyor; Adalet, hukuk ve denetim erkleri siyasallaşmış, muhalefet yok hükmünde; En iyi ihtimalle hayati ilkeler ve yükselen değerler vesayet, tasallut altında demektir. İşte örnek ve günün HES furyasından önce Ereğli’de baş gösteren felâket.
EREĞLİ ÇÖL OLMASIN!...
Bu uğurda, her takdirin üstünde, büyük bir onur, vefa ve sorumlulukla mücadele eden Prof. Dr. Turgut Tüfekçi; CNN TÜRK ve insanlık düşmanı rant mahlûkatınca hayat damarları ve Can Suyu kesilerek “sessiz sözsüz çöl olmaya sürüklenen Ereğli adına” insanlık âlemi, TC hükümeti, cnnturk ve onurlu, sorumlu vatandaşlara sesleniyor: 
“Değerli Güven Bey, (Yeşil Doğa Program Yapımcısı)
Merhaba! Size Ereğli'deki (Konya) doğa katliamını bildirmek istiyorum…
İvriz Kabartmasının bulunduğu Ereğli en az 5000 yıllık yerleşim merkezidir.
1985’ e kadar şehirden geçen akarsu ve Roma İmparatorluğu zamanında açıldığı bilinen “toprak kanallar” (Ereğli ağzında “arklar”) sayesinde İç Anadolu’nun en yeşil yeri idi. “Yeşil Ereğli” den bereket fışkırırdı.1970’lerde, bütün Ereğlililerin rüyası İvriz Barajıydı. Politikacılar “baraj” vaat ederek oy isterlerdi. 1985’te rüya gerçekleşti ama inanılmaz bir kararla Ereğli’nin can suyu kesildi. Önce, binlerce yıllık, Ereğli’ye hayat veren, gençlerin yüzdüğü, sıcak yaz günlerinde ailelerin çevresinde dinlendiği, bereket kaynağı, fotoğraflardaki gibi harika güzellikler ihtiva eden akarsu, dere ve “ark”lar kurudu…
Sonrada, “Yeşil Ereğli” …
2012 de gelinen durum:
Türkiye’nin en lezzetli meyve ve sebzelerinin yetiştiği bahçeler kurudu (bkz. 80' ler de ki Tekel'in likör, Tamek'in reçel reklâmları); Son 9 -10 yılda, Türkiye çapında haber olan, toz fırtınaları oluşmaya başladı (bkz. TV ve gazete haberleri); Ortalama yıllık yağış can suyu, kesilmeden önceki 23 yılda 315 mm iken sonraki 23 yılda 287 mm oldu (% 8,9 azaldı, bu azalma max. ve min. değerlerde de görülmektedir); yeşil alan kuruduğundan yağmur bulutları yağmura dönüşemeden Ereğli’yi terk etmektedir.. Dünyanın sayılı sulak alan ve kuş cennetlerinden olan Ereğli Sazlıkları (Akgöl)’ün alanı 21500 hk dan 3000 hk a indi; geçmişte önemli sayıda üreyen özel kuş türlerine artık rastlanmamakta…
Fotoğraflardaki efsane güzellikler yok oldu, çölleşme başladı. 1985 öncesine ait dört fotoğrafı ve  son yıllarda başlayan çölleşmenin fotoğrafını ekte gönderiyorum. Bu çevre ve doğa katliamının sorumlusu İvriz Barajı değil; uygulanan su yönetim planıdır. Halen geri dönüş mümkün. Ancak hemen harekete geçilmez ise Ereğli yakında çöl olacak. Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun vadede Ereğli'yi bekleyen diğer tehlike, şimdi tahminen 925 m (cansuyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yer altı su seviyesinin, Tuz gölü seviyesinin (905 m) altına düşmesi halinde ova köylerinde ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir.
Önerilerim; DSİ, İvriz Barajı su yönetim planını değiştirmeli ve Ereğli’ ye can suyunu vermeli; Akarsu ve binlerce yıllık, “ark”lar tekrar açılmalı; açma işlemi günümüz teknolojisi ile mümkündür, kısa sürede gerçekleştirilebilir; Ordu, okullar, halk ve TEMA gibi STK ve kuruluşların desteği sağlanarak Torosların yamaçları ağaçlandırılmalıdır. Değerli çevre dostu, “Yeşil Ereğli”nin çöl olmasını önlemek, fotoğraftaki güzelliklere tekrar kavuşmak yönünde çok büyük katkınız olacağına inanıyorum.
Yeşil Ereğli'nin çöl olmaması umuduyla size iyi sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.
Saygılarımla,  Prof. Dr. Turgut Tüfekçi, turgut.tufekci@yahoo.com
Yeşil Ereğli’nin efsane yıllarını bütün ihtişamıyla yaşamış, şimdi Ankara bozkırlarını kaplayan beton yığınları arasında çile dolduran kadim bir Ereğli’li olarak;, Sevgili ve değerli hemşehrim Turgut Tüfekçi’ye, bu kutlu mücadelesinde başarılar diler; Tüm Ereğli dostları ile onurlu, sorumlu ve duyarlı yurttaşlarımızı “bu mücadeleye katılmaya” davet ederim. 
BİR HATIRLATMA:
Gerçekte ülkemizin ekolojik denge sorunu büyük… Yerine göre çok kritik ve telâfi edilemez boyutlara dayanmış durumda. Eko sistem çekilmekte, çökmekte, iklim değişmekte, onursuz, cahil ve bencil, betonculuğu kalkınma sanan şehir eşkıyaları ve çıkar odaklı yönetim unsurları yüzünden Türkiye, vahim bir doğa felâketiyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır..
İşte, Konya’nın Ereğli ilçesi de bu kritik yerleşim ve yaşam alanlarından biri..
Ancak önce genel duruma, AB ve dünya ya ‘mukayeseli bir bakışla’ göz atmak gerek.
Dünya’da ‘başka Türkiye yok’ söylemi ne anlama gelmektedir? Bakalım:
“Tüm Avrupa’da 12 bin çeşit bitki türü var. Türkiye’de bu rakam 9000., Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanmakta. (82 Nijerya kadar) Son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok oldu. Yetişmiş bir ağaç günde 17 kişinin oksijen ihtiyacını karşılıyor ve 22.5 kilogram karbondioksiti absorbe ediyor. Sadece dünya kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılabilse, yılda 8 milyon hektar orman alanı korunabilir. Günümüzde dünya, dakikada 21 hektar orman alanı kaybediyor. Böylece fert başına her yıl doğaya 7 ağaç borçlanılmakta...
Çünkü bir yıl içinde kullandığımız kâğıt, kartonlar ve yaşamsal ihtiyaçlarımız için 7 adet ağaç tüketmekteyiz. Bir Avrupalı yılda ortalama 300 kg. kâğıt ve kâğıt ürünü tüketmekte. Dünyada her yıl kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılsa Türkiye büyüklüğünde bir ormanlık alan yok olmaktan kurtarılabilir. Bunu asırlar önce gören Fatih Sultan Mehmet ne demiş? “Ormanlarımdan bir dal kesenin, başını keserim” Son Peygamber Hazreti Muhammed ise; “Kıyametin koptuğunu görsen dâhi, mutlaka bir fidan dik!”
Sonuçta eko sistemle barışıklık anlamına gelen ‘çevre koruma’ olgusu, bireysel görev ve sorumlulukla başlayıp, tüm ülke ve arz’ı içine alan‘evrensel’ duyarlığı zorunlu kılmaktadır. İnsan’a düşen görev önce ruhsal, sonra bedensel ve buna paralel çevre temizliğidir. Çevrecilik sadece ‘temiz tutma’ anlamına gelmez. Aynı zamanda ekolojik sistem, denge ve değerleri ‘doğal ortamda’ koruma, kollama, iyileştirme ve geliştirme anlamını taşır. Ki, başta Ereğli olmak üzere, ülkemizde pek çok yörenin sorunu korumasızlık; Yasa dışı edinim, kanunsuz temlik-tasarruf, Soygun-vurgun, rant kaygısı ve imar yolsuzluklarıdır. .
Derhal harekete geçilmez ise Ereğli çok yakında çöl olacaktır. Unutmayın ki başlayan çölleşme ‘acil önlem alınmadıkça’ hızlanarak artar. “acil önlem alınmaması halinde” çok geç olacaktır. Bekleyecek vakit mi var? Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun vadede Ereğli’yi bekleyen öteki tehlike, şimdi 925 m (can suyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yeraltı su seviyesinin, Tuz Gölü seviyesi (905 m ) altına düşmesi halinde, ova köylerinde ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir. (MNS, 28.02.2007 Gazeteler)

18 Eylül 2012 Salı

16 - 17 Eylül 1961 cinayetlerinin 51. yılı!...


EN KARA GÜN!..
DEMOKRASİ, ATA-TÜRK, ADALET VE HUKUK,
ASILARAK İDAM EDİLDİ...

Mustafa Nevruz SINACI (*)
 “Şehid Başvekil Merhum Adnan Menderes; Polatkan ve Zorlu anısına”
Adnan Menderes 1899’da Aydın’da doğdu. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetti. O'nu Anneannesi büyüttü. Tahsiline İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başladı; Kızılçulu Amerikan Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği için, devlete müracaat ederek, Misyonerler hakkında şikâyetlerde bulundu. Makamlardan birinin başında Celal Bayar vardı. Bu vesileyle Celâl Bayar’la tanışmış oldu.
Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak askerliğini yaptı. Aydın’da Kuvva-i Milliye bağlamında Ayyıldız Çetesi’ni kurdu. Daha sonra Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa katıldı. İstiklal Madalyası aldı. Ali Fethi Okyar’ın 1930’da kurduğu, ancak kısa sürede kapatılan Serbest Fırka’nın Aydın Teşkilatı'nı teşkille İl Başkanı oldu. İl Başkanı iken Mustafa Kemal Atatürk tarafından hususi olarak ziyaret edildi. Nezaketen ve çok kısa süreli olarak plânlanan ziyaret saatlerce sürdü. Parti kapatılınca HP’ye girdi. Mustafa Kemâl Atatürk’ün emir ve isteği ile 1931’de Aydın Milletvekili seçildi.
1945’e kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü yaptı. Saracoğlu Hükümeti’nin getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı'nı şiddetle reddederek, komisyondan istifa etti. Partide yaptıkları muhalefetten dolayı, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte CHP Disiplin kurulunca 12 Haziran 1945’te ihraç edildi. Celal Bayar da hem partiden hem de Mebusluktan istifa etti. Bu hareketler Demokrat Parti’nin 7 Ocak 1946’da kurulmasına sebep oldu. 1946 seçimlerinde Kütahya Mebusu olarak meclise girdi. Celâl Bayar’dan sonra Demokrat Parti içindeki ikinci adam durumu ve konumuna geldi.
            14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP oyların 53,5’ini alarak iktidara geldi.
10 senelik iktidarın tek başbakanı olarak döneme damgasını vurdu. İktidarı zamanında 5 hükümet kurdu. Bu zaman içinde Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde büyük gelişmeler oldu. Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı, köye makine girdi, ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık yeniden başladı. Türkiye adalet, hukuk ve kalkınma kavramıyla tanıştı.
            27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan darbeyle iktidardan indirildi. Yassıada’ya hapsedildi. Milli Birlik Komitesi tarafından kurulan Yüksek Adalet Divanı’nca (!) idama  mahkûm edildi. Yassıada'da tutuklu bulunduğu sırada çok zalimce ve insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Duruşmalarda İzzet-i nefsi ile oynandı. Hapishanede sürekli rencide edildi. 
            ATATÜRK'ÜN SÖZÜ VE CHP MACERASI
            Türk demokrasi tarihinin en önemli şahsiyetlerinden olan Adnan Menderes 1930’da katıldığı Serbest Cumhuriyet Fıkrası feshedilince, Celal Bayar'la görüşerek, Cumhuriyet Halk Fırkasına girdi, en sonunda da Mustafa Kemal'in "Bugün konuştuğum genç, elbette burada bizim parti mutemetleri ile çalışamaz. Şayan-ı dikkat bir gençtir. Gün gelecek bu ülkede Demokrtasi’yi kurmak şerefi ona nail ve nasip olacaktır" cümlesi ile takdir ve beğenisini kazanmıştı. 1931 yılında Atatürk’ün emir ve direktifi ile CHF Aydın Milletvekili seçildi, 1945 yılına kadar CHF Milletvekilliğini sürdürdü.
            Adnan Menderes o dönemi şöyle anlatır: 
"Atatürk zamanında ben, Aydın'da Serbest Fırka'nın reisiydim. Fethi Bey bizzat Aydın'a gelerek, Serbest Fırka ile meşgul oldu. Aydın belediye seçimlerini kazandım. Gayet dürüst bir mücadeleye giriştim. Halk Fırkası’nın lider ve ileri gelenleri ile tanışıyordum. Ama CHF'na, onların rica ve ısrarına rağmen girmedim... Fethi Bey'in partisi, malum şartlar altında feshedildi. Memlekete derin bir teessür hâkim oldu. Halk Partisi kendini toparlamak istedi. Vilayetlere heyetler gönderildi. Bu arada İzmir ve Aydın'a da, Celal Bayar riyasetinde bir heyet geldi... Ben bu heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet, Celal Bayar tanıdığım ve hürmet ettiğim bir zattı. Vasıf Çınar İttihat ve Terakki’den hocamdı... Ve temas nihayet temin edildi. Bu muhterem zatların ibram ve ısrarı üzerine, Halk Partisine girerek, fikirlerimizi parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaktı. O zamana kadar CHF’na karşı çekingen davranan ve mütereddit tanınan arkadaşlarla, bu partiye girdik.
            27 MAYIS DARBESİ
            Sabah saat 04: 36'da Ankara Radyosu'ndan yapılan bir anons, nefesini tutan insanları bir anda heyecanlandırdı. Tek haberleşme aracı olan devlet radyosundan evlere ulaşan menfur bir yalandan ibaret anonsta, ''Bugün, demokrasimizin içine düştüğü buhran ve en son müessif hadiseler dolayısıyla, kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla; TSK, memleketin idaresini eline almıştır'' deniliyordu.. Böylece Türk halkı darbe ilk defa tanışmış oldu. Reis-i Cumhur Celal Bayar Çankaya Köşkü'nde; Başbakan Adnan Menderes Kütahya'da tevkifle gözetim altına alındı. Bakanlar Kurulu ve Tahkikat Komisyonu üyeleriyle DP milletvekilleri de bulundukları mekânlardan toplanarak Harp Okuluna götürüldüler.
DP iktidarı ile iyi ilişkiler içinde bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun başta olmak üzere; Üst rütbeli binlerce asker ve bürokrat derhal cezaevlerine konuldu. Ülkede ilan edilen sıkıyönetim sonucu tüm Demokrat Partili milletvekilleri, üst derecedeki bürokratlar ve polis şefleri tek tek evlerinden alındı. Demokrat Parti’li siyasiler yargılanmak üzere Yassıada'ya gönderildiler. Darbecilerin emir ve kademe zinciri dâhilinde hareket eden sözde mahkeme haklarında idam hükmü verdi ve 16 Eylül 1961 günü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve 17 Eylül 1961 günü Adnan Menderes alçakça asılarak idam edildiler. Rûhları şâd olsun.
            MENDERES'İN SON DAKİKALARI
            İmralı'ya gelindiğinde, memleket içinde ve dış basında sıhhi durumu hakkında türlü spekülâsyonlara yol açan Menderes, iskeleden konulduğu misafir salonuna kadar çiçek tarhları arasındaki 100 metrelik yolu hiç kimsenin yardımı olmadan rahatça yürüdü. Ayrıca misafir salonu ile darağacı arasındaki 80 metrelik yolu da, gene aynı rahatlıkla katetti. İmralı Adasının etrafında ve içinde Örfi İdare Kumandanlığınca sıkı emniyet tedbirleri alınmıştı.
            İmralı Adası etrafında donanmamıza mensup tekneler, içinde de deniz, kara ve hava askerleri görülmekteydi. Menderes'e MBK.'nin tasdik kararı, kendisine tahsis olunan misafir salonunda tefhim edildi. Cumartesiyi Pazar’a bağlıyan gece saat 01.30'da Zorlu ve Polatkan için yapılan formaliteler, Menderes için tekrarlandı. Menderes Egesel'i dinlerken korku ile sarsıldı. Fakat zamanla kendisini toparladı. Oturduğu yerde kamburunu çıkararak daha da küçülmüş ve son arzusu sorulduğu zaman bir sigara istedi. Verilen Yenice sigarasını içerken şunları söyledi:
- Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah içinde bıraksın.” Menderes, sabaha karşı saat 02.31'de Zorlu'nun ipe çekildiği darağacında asılarak idam edildi. Aynen Zorlu ve Polatkan gibi, idam ve infaz edilmek için darağacına götürülürken, bilekleri arkasına bağlanmıştı.
            61 NOL'U TEBLİĞ
            Milli Birlik (?) Komitesi İrtibat Bürosunun 17 Eylül 1961 Tarih ve 61 numaralı tebliğidir: 1- Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat, Amiral Bristol Hastahanesi Dahiliye Servisi Şefi Dr. Nevzat Yeğinsu ve Yassıada Garnizon Hastahanesi tabiplerinden Dr. Galip Bozalioğlu, Dr. Ahmet Karahaliloğlu, Dr. Zeki Kebapçıoğlu ve Dr. Sedat Yürütgen'den müteşekkil heyet tarafından düşük Başvekil Adnan Menderes'in sıhhi muayenesi yapılmış sıhhi durumunun tamamen normale döndüğü raporla tesbit edilmiştir. 2- Yüksek Adalet Divanınca verilen ve Milli Birlik Komitesi’ nce tasdik edilen idam cezası hükmü infaz edilmiştir. Tebliğ olunur.
1. YORUM VE KATKI:  (mahfuz)
            “27 Mayıstan bir gün sonra 28 Mayıs günü, ABD Ankara Büyükelçisi Warren, darbe lideri Cemal Gürsel’in yanına Selim Sarper ile aynı arabada gidiyordu. Sarper, C. Gürsel’in yanına ABD Büyükelçisi ile girdi. Bu görüşme meyvesini çabuk verdi. Cunta kölesi kurucu meclis’te hükümetin Dışişleri Bakanı Fahri Korutürk altı saat sonra görevden alındı ve yerine Selim Sarper getirildi. 1961’de CHP’den milletvekili atanan Sarper, İnönü hükümetlerinde de Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttü. Yıllar sonra gizliliği kalkan ABD Diplomatik Belgeleri, Sarper’in Dışişleri Bakanlığı döneminde ABD lehine casusluk yaptığını ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel hakkında ağır ifadeler kullandığını gösteriyordu. Dışişleri Bakanı Sarper, kendi Devlet Başkanı için ABD’ye “That Gursel was not a great brain” yazıyordu. İsmet İnönü’nün hep yumuşak elini sırtında hissettiği Sarper, TC’nin Dışişleri Bakanı mıydı?, yoksa ABD’nin Türkiye temsilcisi mi çok tartışılır. Ancak Sarper Dışişleri Bakanlığı döneminde SSCB’nden gelen her türlü normalleşme talebini hem ABD’ye bildiriyor hem de etkisiz kılıyordu. Sarper en son 1965 ‘de CHP milletvekili seçildi. 1968 yılının Ekim ayında öldü.” (….)
            2. YORUM VE KATKI: (mahfuz)
            “Her türlü gayri-ciddilik, ayırımcılık, kayırımcılık, cehalete pabuç bırakma, yalakalık ve toplumun tüm vidalarını gevşetme operasyonları Menderes döneminde ve iktidarda kalma hırsının eseridir. Ama millet, İnönü ve şürekâsından -haklı olarak- o kadar nefret etmişti ki, “bir kurtarıcı misal” O’na sarıldı. ABD zaten ülkeye İnönü döneminde musallat olmuştu, 27 Mayıs Hükümetleri ile iyice tüm kılcal damarlara nüfuz etti ve bu ülkede, Atatürk ve İnönü döneminde görev alan Türk asıllılar "kasadan ve masadan" uzaklaştırılarak, tüm ülke dönme, devşirme, kripto kimlikli çift kişilikli "bin bir surat" etki ajanı karaktersiz cibilliyetsizlere terk ve teslim ederek;  toplumun tüm asgari müşterek ve ortak değerlerini yozlaştırma sürecini hızlandırdılar. Geçmiş geçmişte kaldı. Bu gün çok önemli… Yarın da belli değil.....” (…)
3. YORUM VE KATKI: (mahfuz)
            “Evet, 27 Mayıs bir devrimdi ama yeniden bir devrim daha yapılabilir. Meydanı boş kaldı sananlar AKP’nin nasıl hesap vereceğini görmek isterler mi acaba?  27 Mayıs “darbe” değil devrimdi. Ama ne yazık ki, bir iki hafta içinde ABD'nin güdüm ve kontrolüne girdi. Eğer o zamanın silâhlı kuvvetleri NATO ordusu olmasaydı, şimdi Türkiye tam bağımsız, kendi uçağını, tankını kendi yapan sanayileşmiş ve gelişmiş ileri bir ülke olurdu. 27 Mayıs'ın tam ve gerçek bir devrim olabilmesi için., İlk önce NATO'dan çıkma kararı alınması gerekli ve zorunlu idi.  Ancak, Ordunun üst kademesi NATO emrindeki subaylarla dolu olduğundan, bu yapılamadı. Türkiye, bir ABD sömürgesi olarak bu günlere kadar geldi ve artık, yok olma tehlikesi potansiyel bir tehlike değil, fiilen gerçek oldu...” (…)
            ÖNEMLİ NOT:
Halihazır kurulu “Darbeleri Araştırma Komisyonu”, Meclis, 550 (sözde) parlamenter ve hükümete rağmen!.. Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle ve bilhassa "son elli yılı" ile hesaplaşması, helâllaşma, yüzleşme ve ibrası; Bu menfur icra, şaibeli, acı ve muzlim karanlıkların aydınlatılması; Makûs talihin değiştirilmesi;. Darbeci, cuntacı ve sultacılar tarafından alçakça, kalleşçe ifa olunan bütün soygun, yalan-talan ve vurgunların ortaya çıkartılarak, Bedelinin usul ve füruğ dâhil tahsil edilip, devletin namusunun kurtarılması; Tüyü bitmemiş yetimin hakkının tahsili ile 27 Mayıstan günümüze bütün suçlular cezalandırılarak; Kamu Vicdanı’nın rahatlatılması…
            Ne zaman mümkün olacak?... Acaba!...
            (*) 51. Sene-i devriyesinde: (2012 yılı) 16 - 17 Eylül!...,