29 Eylül 2012 Cumartesi

KENTSEL DÖNÜŞÜM İLE KENT DEVLETLERİNE - Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

KENTSEL  DÖNÜŞÜM  İLE  
KENT DEVLETLERİNE
                                                               Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
İki binli yıllara doğru eski bir  Dünya Bankası ve İMF görevlisi Türkiye’de önce başbakan ve daha sonra da cumhurbaşkanı  olunca , küresel emperyalizmin istek ve talepleri doğrultusunda  Türkiye’de dönüşüm rüzgarları estirilmeğe başlanmış ve bir çok tasarı gece yarıları okunmadan ve tartışılmadan meclisten geçirilerek yasalaştırılmıştır . Bunların içinde yer alan önemli yasalardan birisi de  Büyükşehir Belediyeleri hakkında çıkan kanundur . Nüfusu  bir milyon civarında olan bazı büyük kentler Büyükşehir Belediyeleri  hakkındaki kanunun içine alınarak devletin anayasal sistemine rağmen ulusal ve üniter devlet ilkelerine ters düşen bir  doğrultuda yeniden  farklı bir  yapılanmaya doğru  yönlendiriliyorlardı . Bu doğrultuda , giderek büyüyen kentlerin belediyeleri Büyükşehir Belediyesi konumuna getiriliyor ve kent merkezinin civarında oluşan yerleşim merkezleri de ilçe belediyeleri olarak bu Büyükşehir Belediyelerine bağlanarak ,merkeze bağımlı hale getiriliyorlardı . Bir anlamda , büyüyen kentlerin eyaletleşmesi anlamında yerel yönetimlerde merkezileştirme girişimleri yasa ile düzenlenerek   ilçe belediyelerinin bağımsız hareket etmeleri önleniyor ve  Büyükşehir Belediyelerine bağımlı bir statü getirilerek , bunların eyalet merkezine bağlı  olmaları sağlanıyordu . Büyükşehir belediyelerine yeni yasal düzenlemeler ile  daha geniş otorite tanınıyor ve geliştirilen yetki genişliği alanı içinde , bu gibi  büyüyen merkezlerin başkent Ankara’nın denetimi dışına çıkarak ,gelecekte yerel küçük devletçiklere dönüşebilmelerinin yolları açılıyordu .
            Türkiye önümüzdeki yıl  yerel seçimlere giderken ,TBMM’nin önüne  Büyükşehir Belediyeleri ile yeni yasa tasarısının getirileceği anlaşılmaktadır . Büyükşehir sayısın otuza çıkaracak bu tasarı ile , iktidar partisi yeni bir yerel seçim zaferi elde edebilmenin peşindedir .Ne var ki , konu  Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü açısından ele alınmadığı için gelecekte  Misakı Milli sınırları içinde bir milli mücadele savaşı kazanılarak elde edilmiş olan ulusal ve üniter devlet yapısının parçalanmasına gidecek kadar hassas bir görünüm arzetmektedir . Büyükşehir Belediyeleri üzerinde ısrar ederek , hızla artan nüfusun ihtiyacı olan yeni kent yapılanmalarına gidilmemesi de ülkede giderek eyaletleşmeye giden gelişmelerin önünü açmaktadır .  Bir çok kentten daha kalabalık ve büyük bir aşamaya gelen Türkiye’nin önde gelen ilçeleri , vilayet yapılacaklarına Büyükşehir olarak ilan edilmeye hazırlanan kentlerin sınırları içerisinde tutulmakta ve küresel emperyalizmin ulus devletlerden eyalet devletlere geçiş planları doğrultusunda bunlar , bugün Büyükşehir olarak ilan edilmekte olan  yarının eyalet devletlerinin içinde kalmağa mahkum kılınmaktadırlar . Bu açıdan Van kenti  ile  ilgili gelişmeler son derece düşündürücü bir biçimde tartışma alanına gelmiştir .Bir kaç deprem üst üste gören bu kentin   toparlanabilmesi açısından  kente bağlı en büyük ilçe olan Erciş’in vilayet olması mümkün iken , bu yola gidilmeyerek ,Van’ın Büyükşehirler listesi içine alınması çeşitli tepkilere yol açmıştır . Van kenti yurdışında yaşayan Ermeni diyasporası aracılığı ile gelecekte  Doğu Anadolu toprakları üzerinde ilan edilmesi düşünülen  Büyük Ermenistan’ın başkenti olarak hazırlanmağa başlanmıştır .Bu aşamada Van’ın Büyükşehir ilan edilmesi Büyük Ermenistan projesine yardımcı olacak ve Ermenistan bugün  büyükşehir olarak ilan edilmekte olan Van üzerinden  Doğu Anadolu’nun tam ortasına yerleşebilecektir . Van’ın Ermeni yapılanmasının merkezi  olması hazırlanırken bu kentin büyükşehir ilan edilmesi , Büyük Ermenistan için kolaylaştırıcı bir adım olacaktır.Buna karşılık ,Van’ın karşı kıyısındaki Erciş’in vilayet yapılması ise ,   Van merkezli Ermeni yapılanmasına karşı  bölgede Türk kimliği ağır basan yeni bir vilayeti Türkiye’ye kazandırarak   Doğu Anadolu bölgesinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin etkinliğinin artmasına ve böylece devam etmesine giden yolu açacaktır .  Van örneğinin açıkca ortaya koyduğu üzere , büyükşehir belediyeleri  uygulaması ülkede hem eyaletleşmeyi hem de  Sevr planının uzantısı olan Balkanizasyonu Türkiye’ye taşıyacaktır ,
            Daha önceleri ilan edilmiş olan Büyükşehirlerin bugünkü gelişmelerine bakıldığı zaman , birer milyonun üzerindeki nüfus yapıları ile bu merkezlerin kendi vilayet sınırları içerisinde merkez Ankara’dan koparak eyaletleşmeye doğru gittikleri görülmüştür . Edirne çevresinde bir Trakya Cumhuriyeti , İzmir bir Ege Cumhuriyeti ,Antalya bir Akdeniz Cumhuriyeti  ,Trabzon bir Karadeniz Cumhuriyetine doğru  gelişmeler gösterirken , Van ve Diyarbakır gibi  Büyükşehirler ise ,Türk kimliğinin ötesinde farklı kimliklere dayalı  bazı etnik ve gayrimüslim devletçikleri Balkanizasyonun  Anadolu’ya taşınması doğrultusunda  öne çıkardıkları görülmektedir . Konya,Kayseri,Eskişehir,Bursa ve Zonguldak,  gibi büyük kentler’de tıpkı İstanbul gibi kendi kontrol edebilecekleri  bir çevre hegemonyası arayışı içine girmiştir . Büyükşehir ilan edilen kentler hemen yeni ilçe belediyeleri oluşturarak bir anlamda yerel devletleşmeye doğru gitmektedirler .İlçe belediyelerinin sayılarının artmasıyla da  büyükşehirlerin gücü artmakta ve zamanla  kendi sınırları içerisinde devletleşme olgusu yaşanarak , büyükşehirlerin otorite merkezi olduğu eyalet devletlerine doğru  gelişmeler birbiri ardı sıra gündeme gelmektedirler . İstanbul,Diyarbakır,Edirne,İzmir,Antalya gibi büyükşehirler daha şimdiden kendilerini başkent ilan ederek bölgeciliğe başlamışlar ve Türkiye Cumhuriyetinin başkenti Ankara’yı , ya dışlayarak ya da by-pass ederek  kendi bağımsız geleceklerine doğru her türlü dış ilişkilere girmekten kaçınmamışlardır . Nüfus artışının hızlı olması , başkent Ankara’nın seksen milyonluk bir ülke halkının istek ve taleplerini tam olarak karşılayamaması  yüzünden ,halk kitlelerinin taleplerinin büyükşehir yapılanmaları üzerinden yerel yönetimlerin üzerine yıkılması kolay bir yol olarak ortaya çıkmış ve siyasal iktidarlar da  bu durumdan yararlanmaya bakmışlardır . Ciddi anlamda bir idari reform ile  toplumun gereksinmelerini karşılamaktan uzak kalan siyasal iktidarlar ,giderek büyüyen  kentleri büyükşehir belediyelerine dönüştürmeye öncelik vermişler ama dış bakılar ve yönlendirmeler nedeniyle yeni vilayet kurmaktan uzak durmuşlardır .
            İki binli yıllara girildikten sonra Türkiye üzerinde küresel emperyalizmin baskıları daha da artınca,bu kez Büyükşehir Belediyeleri kanunu ile yetinmekten vazgeçilerek yeni adımların atılması gerçekleştirilmiştir . Önceki cumhurbaşkanı döneminde hem kamu yönetimi hem de yerel yönetimler reform tasarıları meclise getirilmiş ve bunlar hızla parlamentodan geçirilerek ,küresel emperyalizmin yeni eyalet devletçiklerini oluşturma girişimlerine hız verilmiştir . Eski bir Anayasa Mahkemesi başkanı olan önceki cumhurbaşkanı bu reform tasarılarındaki oyunları görerek her iki yasayı da veto etmiş ve böylece   Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu iradeden gelen ulusal ve üniter devlet modelini sorumlu ve vatansever bir devlet başkanı olarak korumuştur . Bu cumhurbaşkanı döneminde , kent devletlerine gidecek  yolda reform görünümlü bölücülük amacına ulaşamayınca ,bu kez başka yollar denenmiş ve Avrupa Birliği sürecinde yeni adımlar atılırken , büyük kentleri başkent Ankara’dan ayıracak girişimlere öncelik verilmiştir . Avrupa Birliğinin vermiş olduğu paralar ile  bölücülüğün merkezi olan Diyarbakır’da  bölge istinaf mahkemesinin temelleri atılmıştır . Daha sonraki aşamada dokuz ayrı büyükşehir  yeni istinaf mahkemelerinin merkezleri olarak ilan edilmiş ve böylece  kısa dönemde Türkiye’nin başkenti  Ankara’nın yanı sıra dokuz eyalet oluşumu ile ,on eyaletten oluşacak bir federasyon arayışı dönemi başlatılmıştır .Bunun yanı sıra ,kalkınma ajanslarının 12 ayrı büyükşehirde kurulması da  ,kentlerin devletleşmesi doğrultusunda yeni bir adım olarak eyaletleşmeyi hızlandırmıştır .Bu gibi adımlar yeni yasalarla atılırken , genç bürokratlar da Amerika’ya gönderilerek  , eyaletleşme ve eyalet yönetimi üzerinde kurslardan geçmişler ve gelecek de eyaletlerden oluşacak federasyon yapılanması  doğrultusunda  eğitim almışlardır . Amerikan devleti bu doğrultuda bürokratların yanı sıra bazı bilim adamı ve yargıçlara da burslar vererek , hem eyaletleşme hem de federasyon devleti oluşumu konularında yetiştirilmişlerdir . Böylece idari yapılanmaların yargı ayağı da tamamlanarak  ulusal ve üniter devletten kopma süreci hızlandırılmıştır .  Küresel sermayenin ulus devlet düşmanlığının etkisi altında kalınarak , kentlerin ulus devletlerin başkentlerinden koparılmalarına giden süreç hem hızlandırılmış hem de bu doğrultuda yeni adımlar atılarak ,küresel emperyalizmin yeni dünya düzeni  eyaletler ya da kent devletçikleri üzerinden kurulmağa çalışılmıştır .
Ulus devletin merkezi yönetimine son verecek derecede keskin adımlar  atılırken , kentlerin dönüştürülmesine öncelik verilmiş ,batı emperyalizmi  yerli işbirlikçilerini bu doğrultuda  dolduruşa getirerek , kentlerin merkezi olmayan bir biçimde yeniden ele alınmalarını sağlamıştır . Yerelleşmeye öncelik veren adımlar atılırken ,yeni yasal düzenlemeler yapılmış , bakanlıkların yurt içi örgütleri de bu doğrultuda daha farklı düzeylerde çalışmalara yönlendirilmişlerdir . ABD Büyük Orta Doğu ,İsrail Büyük İsrail , Avrupa Birliği ise Büyük Avrupa plan ve projeleri doğrultusunda ulusal ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetini  eyaletleşmeye doğru yönlendirirken , bölgesel  federasyon yapılanmasının temelleri kentsel dönüşüm  adımları ile atılmağa çalışılmıştır . Avrupa Birliği Türkiye’yi üye yapma konusunu bir  pazarlık ve şantaj olarak öne sürerken  , ABD ve İsrail ikilisi bölge devletlerinin sınırlarını değiştirecek derecede terör ve savaş saldırganlığını  bütün bölge devletleri ile beraber Türkiye’ye de yönelterek  yol haritalarında ilerleme sağlamağa çalışmışlardır . Türkiye’de merkezi yönetime son verecek derecede köklü ve radikal adımlar atılırken  ,kentlerin dönüştürülmesine öncelik verilmiş ve giderek büyüyen kentler , kentsel dönüşüm planları çerçevesinde yeniden yapılandırılmağa çalışılmıştır . Ülkeyi merkezi yapılanmadan çıkarma doğrultusunda yapılan yerel yönetim girişimlerinin , zaman içerisinde kentsel dönüşüm plan ve programları ile de desteklenmeleri , dönüşüm sürecini daha da hızlandırmış ve bir an önce sonuç almak isteyen küresel sermaye ile beraber ABD ve İsrail devletlerinin Türkiye yönetimi üzerindeki etkilerini daha da artırmıştır . Merkezi yönetim ve başkent Ankara bir yana bırakılarak , Ankara’daki meclis Ankara’nın içinin boşaltılmasına alet edilmiş ,anayasa ve yasalar daha tam olarak değiştirilmeden   , Ankara’nın başkent olma statüsü  kaldırılmadan  ,anayasaya aykırı bir biçimde kamu bankalarının merkezleri yeni Bizans olarak  tanımlanmağa başlayan İstanbul’a götürülmüştür .
            Kentsel dönüşüm  projeleri uluslar arası konjonktürün ulus devletleri tasfiye sürecinde bir dayatması olarak   ortaya çıkınca , hem bu konuda çeşitli bakanlıklar üzerinden  yeni bazı uygulamalara gidilmiş hem de hükümetin öncülüğünde  bütün yerel yönetimler kendi yörelerinde kentsel dönüşüm işine kalkışmışlardır . Kentsel dönüşüm konusu  yerel düzeyde ele alındığında daha çok imar ve çevre düzenlemesi olarak öne çıkmış ve belediyeler kendi yörelerini yeniden düzenleme doğrultusunda  çağdaş gelişmelerin ışığı altında   yeni imar planları ile dönüşüme yönelmişlerdir . Bir anlamda kentler içinde insanların yaşadığı yöreler olmaktan çıkarak  ,küresel emperyalizmin yaratmak istediği piyasalar dünyasının yerel merkezleri  durumuna sürüklenmişler ,dışarıdan gelen yabancı sermayenin öncülüğünde bütün yerleşim merkezlerinde alış veriş merkezleri büyük alanlara inşa edilerek , geleneksel çarşı ve pazarlar çöküşe mahkum edilmişlerdir . Batı dünyasının önde gelen tekelci şirketlerinin ve onların markalarının yer aldığı alış veriş merkezleri  dolar ve euro üzerinden ticaretin yapıldığı alış veriş merkezleri ile yurdun bütün köşelerine girdiği zaman   tüm yerleşim yerlerindeki    dükkan ve mağazalar satış yapamaz hale gelmişler ve zamanla iflas ederek piyasayı küresel şirketlere terk etmişlerdir . Kahraman bakkallar  kredi kartı ile satış yapan  alış veriş merkezleri ile savaşa kalkışırken , yoksul halk kitleleri bunların yanında yer almak istemiş ama kredi kartı kolaylığı ile taksit olanakları yüzünden halk kitlelerinin büyük çoğunluğu alış veriş merkezlerine teslim olmak  zorunda kalmışlardır . Küresel şirketlerin şubelerini içinde barındıran bu merkezler , kentlerin dönüşümünde en önemli adım olmuş , halk kitleleri sağlanan kolaylıklar yüzünden geleneksel çarşı ve pazarları  terk ederek  yeni  alış veriş   merkezlerinin kartlı abonesi olmuşlardır . Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki , Ankara ve İstanbul Avrupa kıtasında en fazla alış veriş merkezlerinin kurulduğu kentler olarak öne çıkmışlardır . Benzeri gelişmeler Türkiye’nin diğer büyük şehirlerinde de görülen manzaralar olmuştur . Alış veriş merkezleri  bütün yerleşim yerlerinin ve kentlerin geleneksel düzenlerini bozarak kentsel dönüşümün önünü açmışlardır .Bir anlamda kentsel dönüşüm , çeyrek yüzyıl önce başlanan  alış veriş merkezleri zincirinin tüm  bölgelere yayılmasıyla  başlamıştır denilebilir .         
Belediyeler  rant kazanmak ve yeni imar planları hazırlayarak , bunlar aracılığı ile daha fazla bir  gelir elde edebilmek üzere  kentsel dönüşüm planlarına yöneldiğinde , her yerleşim biriminin kendine özgü sorunları gündeme gelmiş ,bu doğrultude belediyelerin birbirinden farklı yeni imar planlarına yöneldikleri görülmüştür . Küreselleşme akımı  genel anlamda  yepyeni bir dünya düzeni oluşturmak üzere  yola çıktığı için , her kent bu doğrultuda bir kıpırdanma içine girmiş ve yerel yönetimler  yörelerini  güzelleştirmek ya da modernleştirmek üzere  yeni yapılanmalara girişmişlerdir . Daha önceleri  mahallelerde görülen yerel güzelleştirme   derneklerinin  bu uğraşını yerel yönetimler kendi görevleri saymışlar , güzelleştirme ve modernleştirme adı altında ya da gerekçesiyle  yöresel yıkım ve değişim planlarını öne çıkarmışlardır . İçinde oturulamayacak duruma gelen   yüz yıllık ya da elli senelik binaların  yıkımına öncelik verilmiş ayrıca  son yıllarda  çokça görülen depremler nedeniyle zelzele kuşağında bulunan bütün binaların yıkılmasına da öncelik verilmiştir . Bu noktada İstanbul depremi bir büyük sorun olarak gündemde tutulmuş ve bu noktadan yola çıkılarak İstanbul kentinde halen kullanılmakta olan  Osmanlı döneminden kalma binaların yıkımına  ağırlık tanınmıştır . Büyük bir deprem tehlikesi ile karşı karşıya bulunan İstanbul’u bu tehlikeden kurtarmak üzere  , kentin en eski binalarının bulunduğu semtlerde  toptan yıkımlara gidilmiş ,halk kitlelerini evsiz bırakmamak üzere belediyeler üzerinden önlemler alınarak  dışarıda kalan halka geçici barınma olanakları sağlanmıştır . Kudüs ile  Büyük Orta Doğu bölgesinin merkezi olma yarışı içinde olan İstanbul’un  deprem ile tehdit edilmesi tehlikesi  bu kentin  rekabet yarışında geride kalmasını sağlayabileceği görülmüş ama buna rağmen kentsel dönüşüm planlarından vazgeçilmeyerek , İstanbul’un yeniden inşasına devam edilmiştir .
            Küresel sermaye, okyanus ötesinden dünyayı yönetemez bir noktaya sürüklendiği için  kendi denetimi altındaki medya aracılığı ile İstanbul’u  dünya ticaret merkezi olarak ilan ettirmiş ve  bu doğrultuda  Atatürk’ün adını kullanarak Ataşehir adı altında kendisi için yeni bir yerleşim merkezi inşa ettirmiştir .  İstanbul’un Anadolu yakasında yer alacak bu sermaye merkezi New York bankalarının elindeki sermaye gücünü  Yeni Bizans projesinin merkezi olacak İstanbul’a taşıyacak ,bu nedenle de kentsel dönüşüm projeleri ile bu eski kent  dünya ticaret merkezi olarak yeniden yapılandırılacaktır . İstanbul Belediyesi tarafından yürütülen kentsel dönüşüm projelerine bakıldığı zaman küresel sermayenin dünya ticaret merkezi planına öncelik verildiği , hiç bir biçimde Türk devleti ya da halkının ulusal çıkarları doğrultusunda bir yeniden yapılanmaya gidilmediği anlaşılmaktadır .Dış tercihlere öncelik veren ,küresel sermayenin yeni yerleşim merkezi olarak seçilen İstanbul’un kentsel dönüşüm projelerinde bunlara öncelik tanındığı ama hiçbir biçimde İstanbul halkının ya da Türk devletinin beklentileri doğrultusunda kentsel dönüşüm girişimlerinin gündeme getirilmediği görülmektedir .  Kentsel dönüşüm bir anlamda Türklerin İstanbul kentinin sönüşümü olmakta ,ama daha sonraki aşamada da küresel sermayenin yeni dünya ticaret merkezi olarak yepyeni bir yapılanmayı  devreye sokmaktadır . Kentsel dönüşüm İstanbul’u yeniden Bizans’a ya da Konstantinopolis’e dönüştürürken ,Osmanlılardan kalan Türklerin İstanbul’unu tarihin tozlu sayfalarına göndermektedir . Bu kentte  yaşamakta olan gayrimüslimlerin öncülüğünde Yeni Bizans projesi Fener Patrikhanesinin yönetiminde devreye girmekte ,İstanbul Türklerin ya da Türkiye’nin en büyük kenti olmaktan çıkmaktadır . Bir yandan Bizans’a geri dönüş diğer yandan küresel sermayenin dünya ticaret merkezini bu kentte kurmağa çalışması , İstanbul’u geleceği  belirsiz bir kent konumuna getirmiştir . Deprem tartışmaları sürdürüldükçe , İstanbul’un eski semtleri toptan yıkılarak , yeni hazırlanan projelerin uygulama alanlarına dönüştürülmektedir .
Kentsel dönüşüm süreci Türkiye’de yeni bir dev kamu kuruluşu olarak Toplu Konut İdaresi’ni öne çıkarmıştır . Emlak bankasını kapatan , bu banka üzerinden yürütülen yapı ve inşaat projelerini  Toplu Konut İdaresine teslim eden iktidar partisi bir yönü ile de bu kamu kurumunun bir büyük dev olarak piyasayı kaplamasına yol açmıştır . Yıllardır sürüp giden kentleşme  eğilimlerinin çarpık bir  duruma gelmesi yüzünden devlet bu alana  müdahale ederek Toplu Konut İdaresini devreye sokmak durumunda kalmıştır . Batının kontrolu altında bir kapitalist ekonomiyi yaşam düzeni olarak seçen Türkiye Cumhuriyetinde insanların yaşadığı kentler  her türlü rant kavgasının çekişme alanları olarak öne çıkarken ,maddi durumu çok geride olan bazı yerel yönetimlerin , kentsel dönüşüm alanları ilan ederek buralardaki eski binaları yıkmağa yöneldikleri ve elde ettikleri boş alanlar üzerine de çeşitli projelerin yapımını gündeme getirdikleri görülmüştür . Türkiye’yi son on yıldır yönetmekte olan  ılımlı Müslümanların partisi  sahip olduğu liberal düşünceler ile  kentsel dönüşüme ekonomik açıdan bakmış ve böylece kendisini destekleyen çeşitli cemaat kadrolarına , kentsel dönüşüm projelerinde hem iş hem de ihale olanakları getirmiştir . Çarpık kentleşmeye devlet müdahale edince , bu kent yağmasına ve imar rantlarına geçiş dönemi başlatılmış ve bu konuda da hem iktidar partisinin elindeki belediyeler ile  gene hükümetin denetimi altındaki Toplu Konut İdaresinin ortak çalışmalara yönlendirildikleri görülmüştür . Vatandaşın barınma ve konut gereksinmeleri  doğrudan doğruya Toplu konut idaresi üzerinden karşılanmağa çalışılmış ,piyasa ve inşaat sektörü eskiden olduğu gibi Karadeniz’li müteahhitlere bırakılmamıştır .
İnşaat sektörü daha çok göç alan kentlerde gelişmeler gösterirken , hükümetin yönlendirmeleri ve iktidar partisinin elindeki belediyeler yurdun her köşesinde toplu konuta yönelmişler  ve bu doğrultuda Toplu Konut İdaresi büyükşehirlerin ve illerin yanı sıra ilçelerde de belirli bölgesel düzenlemeler çerçevesinde toplu konut yapımını gerçekleştirmeğe çalışmıştır . Anadolu  insanını tümüyle eski  ve  yıpranmış binalardan kurtarma doğrultusunda geliştirilen toplu konut projeleri  Anadolu’yu yeniden inşa ederken ,yıkılan eski mahallelerin yerinde yeni rant tesisleri yükselmeğe başlamıştır . TOKİ’nin devreye girmesiyle daha güçlü bir yapılanma  içine giren kentsel dönüşüm projeleri  , kentlerin yayılması üzerine merkezde kalan eski yapıların bütünüyle yıkılmasını öne çıkarmış , merkezde yer alan okul binaları ya da kamu kurumlarının çalışmalarını sürdürdüğü yapılar zamanla yıkılmış ve bunlar kentin dış semtlerinde yeniden daha modern bir biçimde yapılırken ,merkezi alanlarda ortaya çıkan boş alanlar  çeşitli ticari girişimlere konu olmuştur . Bu gibi boş alanlar  alış veriş merkezlerine olduğu gibi ticaret ve iş merkezlerine ya da  çeşitli ekonomik girişimlerin  yatırım yapılanmalarına tahsis edilerek  piyasa ekonomisinin canlandırılmasında kullanılmıştır .  Küresel emperyalizmin istediği piyasa ekonomisinin hegemonyası , kentsel dönüşüm plan ve projeleri sayesinde gerçekleştirilmiş  , bir yanda toplu konut siteleri yapılarak kentler yenilenirken diğer yandan da  yıkılan binalardan ,okul ve kamu yapılarından geri kalan boşluklar da piyasa ekonomisini canlandıracak doğrultuda yeni yatırım alanlarına öncelik verilmiştir .Bu amaçla planlar ya da projeler değiştirilmiş ,parayı verenin düdüğü çaldırması gibi , yerel yönetimler de  döviz getiren yabancı sermaye kuruluşlarına kentlerin en güzel ve merkezi alanlarına açarak ya da tahsis ederek , teslim olmanın açık örneklerini göstermişlerdir
Siyaset alanında devletlerin küçültülmesi nedeniyle devreye giren mafya-çete-cemaat yapılanmaları ,bütün belediyelerde devreye girerek bu yerel kuruluşların imar planı hazırlıklarında ya da  öncelikli arsa ve yer tahsislerinde önde gelen önemli roller oynamışlardır . Bu yüzden kısa zamanda yeni zenginler sınıfı oluşmuş , vatandaş türban ya da laiklik kavgası ile uğraşırken atı alan  köprüyü geçerek  yeni zenginler sınıfı içindeki yerlerini almışlardır . İmar planı yetkilerinin ve imar vergilerinin yerel yönetimleri devri sonrasında , bütün belediyeler kentsel dönüşüm planlarına yönelerek merkezi alanlardaki eski binaları yıkarak ve ortaya çıkan boşluklar içinde yeni planlar hazırlayarak  kentsel dönüşüm görünümünde büyük rant oluşumları sağlamışlardır . Bu yüzden belediye seçimleri ve yerel yönetimler birer rant kavgasının alanları durumuna gelmiştir . Hiç gerekmediği halde , kendi yandaşlarına rant geliri yaratmak zorunda kalan partili yerel yönetimler olduk olmadık yerlerde kentsel dönüşüm ya da  yeniden yapılanma planları adı altında tamamen yandaşlara gelir ve rant kazandırma girişimlerine kalkışabilmektedirler . İktidar partileri de genel seçimler sırasında yerel yönetimlerin desteklerine  gereksinme duydukları için ,bazı hukuka aykırı girişimleri ya da plan ve programları görmezden gelebilmekte ve bunun sonucunda da tüm belediye yönetimlerinin yargı yerlerine düşmesi gibi olumsuz durumlar görülebilmektedir. Siyasal iktidarlar yerel yönetimleri  kendi tabanlarını  doyurma yeri olarak gördüğü sürece kentsel dönüşüm projelerinin rant yaratmaya dönük girişimler olmaktan kurtulması mümkün olamayacaktır . Afet riski taşıyan bölgelerde ve deprem kuşağı üzerinde  kesinlikle uygulanması gereken kentsel dönüşüm projelerinde ,acil yerlerin bir yana bırakılarak daha fazla gelir getirebilecek rant alanlarına öncelik verilmesi ,bu alanda önlem alınmasını engellemektedir .
Kent yağmasının yanı sıra yeşil alanların da yağma konusu olarak seçilmesi   bu konudada yeni düzenlemelere gidilmesini zorunlu kılmıştır . Özellikle  2-B arazisi olarak gösterilen orman vasfını yitirmiş orman kenarı bölgeler için düşünülen villa kent projelerinde İspanya gibi devletlerin içine sürüklendiği çıkmazların iyi hesap edilmesi gerekmektedir .İspanya’da  yabancılar için bu gibi alanlarda yapılan villa kentler elde kalmış ekonomik kriz nedeniyle Avrupa ülkeleri durgunluğa sürüklenince , kimse  İspanya’ya giderek bu orman kenarında yapılan villa kentlerden ev almamıştır . Türkiye’yi ekonomik darboğazdan kurtaracak ve elli milyar gelir getirecek projeler olarak öne ürülen 2-B arazisi planlarının uygulamaya geçirilmesi sırasında  İspanya ve İtalya,Yunanistan gibi ülkelerin içine sürüklendiği çıkmazlardan iyi dersler alınması gerekmektedir . Aksi takdirde ,villa kentler kurmak üzere orman arazisi statüsünden çıkarılan güzel vatan köşelerinin de kentsel dönüşüm adına  yabancıları yok yere  tahsis edilmesi gibi olumsuz durumlar ile Türkiye ‘de karşılaşabilecektir . Ayrıca hazineye ait tarım arazilerinin bazı tekelci küresel şirketlere yok pahasına tahsis edilmesi de yeni peşkeş tartışmalarını öne çıkartabilecektir . Yağma ve talan girişimleri dıştan destekli emperyal organizasyonlar ile örgütlenirken ,ülkenin önemli su yatakları,tarih ve kültür hazineleri,turizm alanları, , petrol ve doğal gaz yatakları ile diğer maden arazilerinin de   yok pahasına yabancıların eline geçmeleri söz konusu olabilecektir . Türkiye Cumhuriyeti bugün  Misakı Milli sınırları içindeki vatan topraklarının  neredeyse onda birini yabancılara çeşitli yönlerden tahsis etmiş bir durumdadır . Yer altı zenginliklerinin  özelleştirme ya  da küreselleşme görünümü altında yabancılara tahsis  edilmesiyle beraber  çeşitli kentler tehdit altında kalmakta ,zengin altın madenlerinin yabancılar tarafından çıkarlımsa yüzünden koskoca Bergama kenti yaşanmaz bir konuma düşürülmektedir . Bir çok kentin toprak altında çeşitli maden ve enerji yataklarının bulunması yüzünden de , bu bölgelerde dolaylı yollardan kentsel dönüşüm projeleri devreye sokularak , bu gibi değerli toprakların üzerinde insanların yaşamlarına son verilmektedir . Küresel şirketlerin maden ve enerji gereksinimleri yüzünden bazı kentler  Bergama’da olduğu gibi yaşanmaz bir hale gelmekte ve kentsel dönüşüm bir yönü ile de  halk kitlelerinin  kendi topraklarından sürülmelerine yol açmaktadır .
Kentsel dönüşüm ,küresel emperyalizmin bütün dünya devletlerine dayatmış olduğu bir zorunluluktur . Finans kapitalin dünya imparatorluğu hedefi doğrultusunda ,ulus devletler tasfiye edilirken , önce büyük şehirlerin öncülüğünde eyalet yapılanmalarına öncelik verilmekte ,daha sonraki aşamalarda da kırsal  kesimde yaşayan bütün  insanların şehirlerde toplu olarak yaşayacakları kent devletlerinin oluşturulması planlanmaktadır . Kentsel dönüşüm programları bu doğrultuda  büyük şehirler merkezli olarak öne çıkarılmakta ama toplumsal tabanın para kazanabilmesi  için diğer kentlerde ve yerleşim merkezlerinde devreye sokulmaktadır . Bu nedenle , kentsel dönüşüm demek aslında kent devletleri kurulması anlamına gelmektedir . Geçmişten gelen geleneksel kentsel yapılar, geçici olarak görülen ulus devletler döneminde modernleştirilmeğe çalışılmış ama  son tahlilde kent devletlerinin kurulması düşünüldüğü için  kentsel dönüşüm projeleri rant aşamalarından sonra yeni yapılanmaların adımları olarak görülmektedir . Kamu yönetimlerinde yapılan reform girişimlerinde bir çok merkezi yetkinin yerel yönetimlere devredilmeğe çalışılması  , yerel yönetim reformu adı altında gündeme getirilen yeniden yapılandırma girişimleri  hep birlikte kent devletlerine doğru gidişin  öncü hazırlıkları olarak öne çıkmaktadır . Bu nedenle , kentsel dönüşüm projelerine soyunan yerel yönetim birimleri ,kentlerini geleceğe dönük devletleştirirlerken ,  kentlerini devletleştirme yolunda  merkezi devleti ya da devletin ulusal ve üniter yapısını yıkmakta olduklarını da akıllarına getirmelidirler .İnsanlığı modern çağa ulaştıran ulus devletlerin ortadan kaldırılarak , yeniden orta çağın kent devletlerine   doğru bir gidişin tezgahlanması  tam anlamıyla insanlığın geri gidişi olacağı  açıktır . Küresel şirketlerin çıkarları uğruna kurulacak dünya imparatorluğunda bir avuç azınlığın hegemonyasının geçerli olması  post-modernizm  adına gizlenirken , bütün insanlığı modernizmin çağdaş dünyasına taşımış olan ulusal ve üniter devlet yapılarından vazgeçilerek dünya halklarının batılı emperyal devletlerin insafına terk edilmesi tam anlamıyla bir geri gidiş ve  çözülmesi gerekli çok büyük bir çelişki olarak  dünya kamuoyunun önüne çıkmaktadır .
Yerkürenin ikliminin değişmesi yüzünden , dünyanın çeşitli bölgelerinde  ciddi boyutlarda doğal afetler ile karşı karşıya kalınmaktadır .Suni olarak deprem ya da her türlü atmosfer olayı yaratma şansını ele geçirmiş olan insanoğlunun yarın çıkarları için her türlü çılgınlığı yapması mümkündür .Bu gibi istenmeyen durumları dikkate alarak ve doğal afetlerin yaratabileceği mahzurları gidermek üzere önümüzdeki dönemde dünya haritası üzerinde  tarihin çeşitli dönemlerinde görüldüğü gibiyeni göç dalgaları   ortaya çıkabilir . Bu nedenle , kentsel dönüşüm projelerini  insanlığın bu tür acil gereksinmelerini karşılamaya yönelik olarak yeniden gözden geçirmek yararlı olacaktır . Eğer gerçek anlamda insanlığın yararına bir kentsel dönüşüm düşünülüyorsa o zaman, her türlü rant düşüncesini bir yana bırakarak ve  küresel sermayenin  ulus devletleri tasfiyesini hedefleyen kent devleti oluşumlarından vazgeçerek  daha gerçekçi ve bilimsel amaçlı kentsel dönüşüm projelerinin devreye sokulmasında büyük bir kamu yararı olacaktır. Gerçek anlamıyla kentsel dönüşüm, bütün insanlığın hayrına ve yararına  oluşturulmalı, rant ve siyasal çıkar düşüncelerinden uzak bir çizgide  bilimsel  ve gerçekçi  esaslara dayalı bir biçimde tamamlanmalıdır.. .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder