26 Şubat 2011 Cumartesi

gurbetçi'nin oy hakkı!.. // Mustafa Nevruz SINACI & Remzi UYSAL

REMZİ UYSAL
BÜYÜK UTANÇ 
VE MECLİS’İN YÜZKARASI
Mustafa Nevruz SINACI
            Türkiye Cumhuriyeti 1963 yılında yurtdışına işçi göndermeye başladı. Fakat insan hakları, adalet-hukuk ve yurttaşlık bilincinden yoksun; Onursuz-sorumsuz ve cahil yönetimler onlara, “yaşadıkları ülkede (yurtdışında)” oy kullanma, seçme-seçilme hakkı tanımadılar!...
            Bunun yerine, “TC Gümrük Kapılarında oy kullanmak” gibi utanç verici, vatandaşlık görevini zor, sıkıntılı, meşakkatli ve pahalı kılan; Ardına kadar istismar ve suiistimale açık bir usul, insanlık-hukuk ve ahlâk dışı yollar ihdas edilerek benimsendi!…
            Bu bir rezalettir. Utançtır. 1963’den günümüze hükümet eden, parlâmentoda yer alan, icra unsuru, haksız-yolsuz ve adaletsiz maaş alan binlerce politik-Acı’nın yüzkarasıdır. 
            İşte bir ibret belgesi… Beş yıldır adalet ve hukuk mücadelesi veren örnek ve önder bir vatandaş. Onurlu ve sorumlu İnsan; Almanya’nın Lübeck kentinde 1989 yılından bu yana çok başarılı çalışmalar yapan 19 Mayıs Türkiye Halk Kültür Merkezi (TÜRGEM) Genel Başkanı Remzi Uysal’ın mektubu, haklı şikâyeti, ikaz, irşâd ve çağrısı:
“Değerli kadim dostum Mustafa Nevruz Sınacı, sevgili Özcan Pehlivanoğlu;
Umarım sağlığınız iyidir. Göndermekte olduğunuz yazılarınız için teşekkür ederim. Bilindiği gibi Türkiye´de bu yıl 12 Haziran´da yapılacak Genel Seçimlerde; "Yurtdışındaki Türkler için Oy Hakkımızın” gerçekleşebileceğinden endişeliyim.
27 Aralık 2006 günü Balıkesir Barosu avukatlarından arkadaşım ve vekilim Sayın Erbuğ Delituna üzerinden Ankara 13. İdare Mahkemesi´nde açtığım "Yurtdışından Oy Hakki" ile ilgili dava, Türk siyasi tarihinde bir ilktir. Bu olay değişik basın ve yayın organlarında yer aldıysa da, özellikle de bugünlerde tekrar gündemdeki yerini alması gerektiğine inanıyorum. Yanılmıyorsam 3 yıl önceydi. TGRT´de Kum Saati programında Sayın Mehmet Canpolat, "Yurtdışından Oy Hakki" konusunda ısrarla katılmamı istediği programına, Berlin´de bir seminerde olduğumdan canlı olarak katılamayıp, telefonla katılmaya çalıştım. Program başlangıcında Sayın Canpolat: "Yurtdışından Oy Hakki" konusu gündeme gelince, Sayın Remzi Uysal´ın adını ve verdiği uğraşı gündeme taşımamak, anmamak haksizlik olur" sözünü de esirgememişti. Simdi "Oy Hakki" konusu epey olgunlaştı. Buna, şimdiye kadar hiç ilgi göstermemiş ve hattâ akıllarının ucundan geçirmemiş bazı kişilerin ucuz kahramanlık edası ile konunun mucidi ve sahibi olmak peşinde olduğunu gözlemekteyim. Ankara 13. İdare Mahkemesi "E:2007/25 K:2007/541" Sayılı Kararı ile 21.06.2007 tarihinden sonra dosyamı Danıştay´a göndermiştir. Dava Dosyam, simdi Danıştay dairesi raflarında bulunmaktadır. Dışarıdan siz dostlarım tarafından da ilgilenilmesinde yarar vardır diye düşünüyorum.
Bu konuda ilginizi rica ediyorum. Sorun gündeme taşınmalı ve secim gününe kadar da irdelenmesi sağlanmalı diye de düşünürüm. Üstelik sadece "Oy hakki" olarak da kalmamalı; "Yurtdışından Seçme ve Seçilme Hakki" olarak, ilgili komisyonlardan ve TBMM´den çıkması sağlanmalıdır. Ben elimden geldiğince konuyu, "Üç Nokta" internet platformundaki kösemde, Avrupa´da Türkçe yayın yapan değişik yayın organlarında zaman, zaman makalelerimle gündemde tutmaya ve unutturmamaya çalıştım.  Gelecekte konuyu "Göçün 50. Yıldönümü" münasebetiyle tekrar bir makalede farklı bir yaklaşımla değerlendirmeye çalışacağım.
Yurtdışı Secim Bölgesi kabul edilirse, 20 -24 arasında milletvekili çıkarma şansı da olabilir. Ve inanıyorum ki; siyaseti Avrupa´da değişik siyasi parti ve kurumlarda öğrenmiş arkadaşlarımız, Türkiye siyasetine bir farklılık, bir güzellik de getirebilir. Konu üzerine eğilmenizi ve ilginizi rica eder, engin saygı ve sevgilerimi sunarım.
Remzi UYSAL; TURGEM Genel Başkanı” 
(*) 21 Feb 2011 uysalremzi()yahoo.de  Subject: Lübeck´den selamlar, turgem()yahoo.de 
GURBETÇİ, OY’UNU NEREDE KULLANMALI
Mustafa Nevruz SINACI
Yurtdışında çalışan “gurbetçi” vatandaşlarımızın; Pek çok medeni emsale ve ilerleyen teknolojiye rağmen, “nerede ve nasıl oy kullanacakları” konusu halâ belirsiz…
Şubat ayının başlarında sadece Almanya’da ikamet eden Gurbetçiye yurtdışında oy kullanma umudu doğmuştu. Bazı ümit veren beyanlar ve gelişmeler oldu. Sonra mesele adeta kapandı. Buna göre: Yurtdışında bulunan 2,5 milyon seçmene, konsolosluklarda oy kullanma imkânı sağlanacaktı... Özellikle, gurbetçi seçmenlerin yüzde 60′ının yaşadığı Almanya’nın, Ankara’dan gelen bu yöndeki talebe olumlu cevap vermesi beklendi. Devlet Bakanı Faruk Çelik, yaptığı açıklamada, bu konuda umutlu olduğunu; Alman Federal İçişleri Bakanlığı’na taleplerini ilettiklerini ve cevap beklediklerini; Türk konsoloslukları ve elçiliklerde güvenlik endişesinin olmadığını ve buralarda rahatlıkla oy kullanabileceğini; Almanya’dan beklenen cevabın gelmesi durumunda Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) hemen harekete geçireceklerini söyledi. Ayrıca Başbakan’ın 28 Şubat’ta Almanya’ya yapacağı ziyarette de konuyu Başbakan Merkel’le görüşeceği bildirildi. Hatırlanacağı üzere: 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde 2,5 - 3 milyon dolayındaki gurbetçi seçmenden sadece 110 bini, tercihini sandığa yansıtabildi. (YSK kayıtlarına göre 2010 Seçmen sayısı: Yurtiçinde 49 milyon 446 bin 269; Yurtdışında 2 milyon 556 bin 335) 2.5 milyona yakın gurbetçi vatandaş, en demokratik hakkını kullanmaktan mahrum, mağdur ve yoksun bırakıldı. Bu durumun giderilmesi için gurbetçi seçmene mektupla (!) oy kullanma yolunu açan düzenleme, CHP’nin başvurusu sonucu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Sonuçta: 12 Eylül’deki tarihi referandumda oy kullanabilen gurbetçi sayısı 196 binde kaldı. Görünürde AKP, 1965 yılından beri sürüncemede olan oy konusunu bir neticeye bağlamak için temaslarını sıklaştırdı. Almanya’daki Türk gazeteciler için geçtiğimiz günlerde rezidansında bir yemek veren Berlin Büyükelçisi Ahmet Acet, gurbetçilerin oy kullanımı konusunda önümüzdeki haftalarda sürpriz gelişmelerin olacağını söyledi. Bazı diplomatik kaynaklar, Alman İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere ile görüşen Devlet Bakanı Çelik’in oy kullanma konusunda kararlı bir şekilde Türkiye’ye döndüğünü ifade ettiler. Bu durumda Türk seçmenler, Almanya’da 13 konsolosluk ve büyükelçilikte oy kullanabilecekler” (*)
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da YSK ile birlikte, gurbetçi seçmenlerin oy kullanabilmesinin yollarını aradıklarını söylüyorlar. Hattâ  Arınç’ın “Belki elektronik posta (e-mail) yoluyla oy kullanmak mümkün olur. Asıl soru, bunun bu seçimlere kadar yetişip yetişmeyeceği.” şeklinde bir beyanı da mevcut.
Gerçekte ben 1973’den beri bu “insani, medeni, hukuki ve ahlâki hak’ın” peşindeyim.
O yıllarda Almanya da ki Türk Cemiyeti Başkanı Hüsamettin İrken ile müştereken çok yoğun bir mesai verdik. Başta Dr. Faruk Sükan olmak üzere pek çok Milletvekili; Yurtdışında çalışan işçilerimiz ile mukim vatandaşlarımızın bulundukları ülkede; Türk Büyükelçilikleri ve Konsolosluklarında oy kullanmaları ve aday olarak seçimlere katılabilmeleri” hakkında vaki faaliyetlerimizi samimi şekilde destekliyorlardı. Fakat olmadı. 1973’den bu güne sürüp gelen yüzlerce dilekçe, duyuru, kampanya, “ilgili-yetkili ve sorumlu” mercilere sunulan dosyalara rağmen sonuç alınamadı!.. Kuzey Irak, Kerkük, Filistin, Suriye, Yunanistan ve Bulgaristan dâhil onlarca devletin yıllardır uyguladığı sistem, maalesef ülkemizde bir türlü gerçekleşmedi.
Dile kolay 38 yıllık mücadele… Nihayet kadim dostum Remzi Uysal’ın soruna ilişkin talebini; 23 Şubat 2011 tarih ve 3433 sayı ile YSK’na verdim. Temennim hükümetin, Türk vatandaşlarının yaşadığı tüm taraf devletlerde değil de; Özellikle Almanya bazında yürüttüğü çalışma “inşâllah” sonuç verir. 12 Haziran 2011 seçimlerinde, Hukuku düvel (evrensel hukuk) gereği Elçilik ve Konsoloslukların “taraf ülke” hükümranlığında “Türk Toprağı” olduğu idrak edilerek “teşmil” kararı alınır!.. Yahut tıpkı diğer devletlerin yaptığı gibi, “bilgilendirilerek” dünyanın bütün ülkelerindeki vatandaşlarımız bu “insani-hukuki ve medeni” hak’a; En zor ve pahalı, istismar ve suiistimale açık “gümrük kapısı” tuzaklarından kurtarılarak kavuşturulur.
(*) Gazeteler, 07 Şubat 201
BİLGİ NOT [Şubat-2011] “MİSYON TACİRİ, MUKALLİT SİMSARLAR
Tarihi/kadim "Demokrat Parti" mukallitleri, özde değil sözde demokratlar, menfaatperest misyon tacirleri ve ‘demokrat’ kisveli, sahteci, organize suç örgütleri!” yakında, MNS
            (**) Bu talep, 23 Şubat 2011 tarih ve 3433 numara ile 4982 Sayılı “Bilgi Edinme Hakkı Kanunu” gereği YSK Başkanlığı’na iletilmiş ve 11 Haziran 2011 seçimlerinde uygulanacak yöntem ile “sorun’un çözümü hakkında” ne düşünüldüğüne dair bilgi istenilmiştir.     
0 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

24 Şubat 2011 Perşembe

bir hatırlatma... // Prof. Dr. Zeynep ZAFER & Mustafa Nevruz SINACI

ALÇAKLIK VE KÜSTAHLIK: “SOY’A DÖNÜŞ” SÜRECİ
Prof. Dr. Zeynep ZAFER & Mustafa Nevruz SINACI 

Bizde “açılım” furyası, tam bir cehalet, şaibe ve şeamet biçiminde sürüp giderken; Hain komşu ‘hinoğlu hin’ her zamanki gibi pusuda… Biz, kirli çamaşır ve sözde açıklarımızı ortaya dökerken o, fırsattan istifade siyasi-sosyal ve maddi “açıklarını” kapatmakla meşgul…
27 Mayıs kalkışmasından sonra da 1963 -1980 döneminde tam bir insanlık düşmanlığı, terör mihraklarını tahrik, anarşiye yardım-yataklık yapmıştı. İyi hatırlayınız. O kirli, karanlık yıllarda yaşanan kâbus en çok Bulgaristan’a yaramış; komşu, ülkemizi bölmek, kana bulamak ve kardeş kavgası yaratan sağcı-solcu dâhili (domuzlara) bedhahlara miyarlarca dolarlık silâh, patlayıcı ve mühimmat pazarlamıştı.
Sonra yıllardır sistematik biçimde uyguladığı iç ajitasyon, Belene zulmü, ağır işkence, zoraki ad değiştirme, Slavlaştırma, asimilâsyon, zorunlu göç (tehcir) ve yer-yer “soya dönüş” gerekçeli “soykırım” teşebbüslerine, aciz ve zavallı (dönem) Türk hükümetlerine rağmen hız verdi. Yerine göre de İnönü yadigârı “Osmanlı Belgelerini” tehdit ve şantaj malzemesi olarak kullanmaktan bile kaçınmadan!..
Gerçekte “aslını inkâr” ve “dönmeliğin” lânetine uğramış bir çete devleti Bulgaristan.
Bu nedenle, yıllardır medenileşemedi, bir hak, adalet ve hukuk devleti olamadı.
Son “CÜRÜM”lerine Bakalım: 

2009 yılı Aralık ayında Türkiye’den 20 milyar dolar tazminat istemeye yeltendiler. (1)
Hükümetten değil; Sivil toplum, kamuoyu ve halktan yükselen büyük tepki karşısında paniğe kapılıp geri adım attılar. İş bu tazminat istemleri tam bir “yavuz hırsız” misali olup; “1912 -1913 yıllarından sonra Türkiye’ den göç eden Bulgarların, burada bırakmak zorunda kaldıkları mal ve mülklerine karşılık” gelmek üzere idi. (2)
Türk Milleti’nden şöyle bir cevap aldılar: “Önce Bulgaristan işgalci olarak bulunduğu toprakların tapusunu versin bakalım…101 yıldır bizim öz topraklarımızı kullanıyor.. Tapuyu geri versin hele, biz de 10 milyarı veriveririz elbet ne olacak. Ne de olsa Bulgarlar bizim eski kardeş ve soydaşımız… Tekrar birlikte oluruz olur biter..”
Buna karşı misilleme; Devlet Radyo-Televizyonunda günde 10 dakika süreyle yapılan “Türkçe haber yayınının” kaldırılması biçiminde “tehdit” olarak döndü. Sofya’da “gözdağı” gösterileri yapıldı. Radikal bir parti meydanlarda, Türkiye ve Türkler aleyhine aleni tahrik ve tehdit şovları sergiledi.. Tabii bizim dışişleri bu manzaraları görmedi bile!..
OYSA; Bulgaristan Türkleri dediğimiz Türkler, Osmanlı zamanında şimdiki “öz ata” topraklarına yerleşmiş Türkler; Bulgar Türkleri dediklerimiz ise, çok ama çok daha önceleri gene aynı topraklara yerleşen Bulgar (Belgur, Balkar) Türkleri.. Daha gerilere gidersek sadece Bulgaristan toprakları değil, olduğu gibi bütün Balkanlar ve çevresi de Türk toprağı ve orada yaşayanlar Türk’tür… Şimdi “Bulgar” dediğimiz bu dejenere toplum sonraları (Bizans, patrik ve papalık baskısı ile) Türklükleri unutturulmuş; cebren, baskı, zulüm ve soykırımlar sonucu başka kültür dairesine (Slav) geçirilerek “soysuzlaştırılmış” (dönme) olanlardır….
Yıllardır zalim, despot ve diktatör yönetimlerce uygulanan baskı, zulüm ve işkencenin esas nedeni de; Geniş halk kitlelerinde “yeniden bir Türkleşme, İslâmlaşma ve medenileşme” korkusudur. Aslında bu korku çok derindir ve bütün Avrupa da vardır…
Her neyse, 2010 yılı Ocak ayı başında, tam bu söylemler hız kesmiş ve kapanmışken; 28 Ocak günü FROGNEWS.BG (http://frognews.bg/) isimli bir Bulgaristan gazetesinde Stoyko Stoyanov imzası ile bir makale yayınlandı.
“Soya Dönüş” süreci ile ilgili soruşturma müruru zamana (zaman aşımına) mı uğradı?.. Neden (ve niçin) rafa kaldırılıyor?.. (3)
Doç Dr. Zeynep ZAFER (*) tarafından özenle yapılan “Haber Makale” tercümesini; İçerik ve anlam bütünlüğünün bozulmaması ve belge değerinin korunması bakımından aynen veriyorum:  
Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989 Kovulması
İsim değiştirme süreci ve 400 bin Türkün ülkeden kovulmasının mimarları cezalandırılmamakta ve (Bulgar) Hukuk sistemi, 20 yıldan beri konuyla ilgili soruşturmayı boykot etmektedir. (bazı ciddi belge ve kaynaklara göre bu rakam: 500.000’dir)
Devasa “Soya Dönüş” soruşturmasında 20 yıllık yasal sürenin sessizce dolmuş olma ihtimali vardır. Süre uzatımı ile ilgili herhangi bir resmi başvuru da yapılmamıştır. Bazı hukuk kaynakları, olay yaratacak bu haberi Frognews.bg’ye verdi. Ancak, Askeri Savcılık yetkilileri, açıklama yapmayı kesin olarak reddetmektedirler. Dönemin en uzun soruşturmalarından biri olan “Soya Dönüş” rafa kaldırılmaktadır. Böylece, Bulgaristan Türklerine karşı Komünist Rejimin işlediği suçlar, cezalandırılmamış olarak kalacaktır.
Frognews.bg, daha geçen yılın Aralık ayında bu soruşturmayı denetleyen Sofya Askeri Savcılığına, Yüksek Savcılık aracılığıyla aşağıdaki 5 soruyu yöneltmiş ve resmi olarak cevap almaya çalışmıştır:
1. “Soya Dönüş” süreci ile ilgili soruşturma ne durumda?
2. Soruşturmanın 20 yıl sürmesinin nedenleri nelerdir?
3. 20 yıllık süresi tam olarak ne zaman dolmaktadır?
4. Savcılığın, soruşturma süresinin uzatılması yönünde başvuru yapma ve araştırmayı devam ettirme niyeti var mıdır?
5. Bu soruşturma çerçevesinde eski Bulgar Komünist Partisi mensubu merkez ve bölge yöneticilerinin herhangi bir suçu ispatlanmış mıdır?
Mektubumuz askeri yetkililere ulaştırıldı, ancak bir aydan beri Sofya Askeri Savcılığından tarafımıza herhangi bir cevap gönderilmemiştir. Gayri resmi kaynaklardan öğrendiğimize göre, soruşturmadan sorumlu Savcı Evgeni İvanov, bu konuda rahatsız edilmek istemiyormuş. Dolayısıyla konuşması da, konuşmaması da mümkünmüş. Söz konusu soruşturma yakın bir zaman öncesinde kendisine verilmiştir;
Bunun dışında İvanov, Frognews.bg sorularını kışkırtıcı buluyormuş. Soruşturma gizlilik gerektiriyormuş. İvanov’un asker iş arkadaşlarıyla paylaştığına göre soruşturma, farkına varılmadan zaman aşımına uğramış, kendisi bu konuda şeflerini uyarmış, ancak neler yapılması gerektiği konusunda herhangi bir görüş bildirilmemiş.
Hukukçulara göre soruşturmanın özellikle “süresi” konusu yoruma açık ve çok tartışmalıdır. Çünkü belli bir zamanda ve kesin bir yerde işlenmiş tek bir suçla ilgili değildir; 1984’dün sonundan 1990 yılının başına kadar uzanan bir süreçte ülkemizin farklı bölgelerinde yaşayan binlerce insanı kapsayan devasa bir suç eylemi süreci söz konusudur.
Mavi Koalisyon Milletvekillerinin Bildiri Tasarısı
20 yıldan beri devam eden soruşturma, geçen yılın sonuna doğru Mavi Koalisyon’un 10 milletvekilinin dikkatini çekti. Bu 10 milletvekilleri, 27. 10. 2009’da resmi olarak Halk Meçlisinin Başkanı olan Tsetska Tsaçeva’ya bir Bildiri Tasarısı sundu. Tasarıda 400 bin Türkün vatanından kovulmasına sebep olan Komünist rejiminin Türk azınlığımıza karşı yürüttüğü eritme politikası ve “Soya Dönüş” süreci kınanmaktadır. Bildiri Tasarısında “İsim değiştirilmesiyle ilgili başlatılan soruşturmanın, Bulgar hukuk sistemi ve Cumhuriyet Başsavcısı tarafından devam ettirilmesi istenmektedir; Zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle komünist dönemi suçlarının örtbas edilmesi durumunda ise tüm Bulgar halkına mal edileceği konusunda uyarı yapılmaktadır”.
Ancak nedense bu Tasarı, Meclisin tozlu raflarına kaldırılmış ve şimdiye kadar üzerinde herhangi bir görüşme gerçekleştirilmemiştir. Bildiri Tasarısının neden reddedildiği konusunda herhangi bir açıklama da yapılmamıştır.
Belli bir süre önce Hak ve Özgürlükler Hareketi lideri Ahmet Doğan, rafa kaldırılmış İsim Değiştirme soruşturmasını kastederek insanlığa karşı işlenen suçların zaman aşımına uğramasının mümkün olamayacağını kesin olarak belirtmiş olsa da partisi, seçmenlerine şu konulara açıklık getirmek zorunda kalacaktır:
Miting ve toplantılarda anlattığı masallar ve Lahey Adalet Divanı ile ilgili ileri sürdüğü tehditler dışında Ahmet Doğan neden cinayetlerden, işkencelerden, Türklerin mahkeme kararı olmadan Belene Toplama Kampı’na gönderilmesinden, birçok sülâlenin memleketlerinden sürülmesinden (tehcir) ve asimilasyon uygulamalarından sorumlu kişilerin hukuk önünde hesap vermesi için somut adımlar atmamıştır?
Halk arasında yayılan söylentilere göre Bulgar Sosyalist Partisi ile Hak ve Özgürlükler Hareketi arasındaki Stanişev Kabinesi bünyesinde ortak çalışma anlaşması, eritme politikasına karşı yürütülen soruşturmanın unutulmasından geçmektedir; Ama Ahmet Doğan çevresi, böyle bir anlaşmanın varlığını sürekli olarak reddetmektedir.
Mahkeme çevrelerindeki söylentilere göre ise, bu soruşturma özellikle eski komünist Başbakan Georgi Atanasov yüzünden uzatılmaktadır, çünkü hala hayatta olan tek sanık Georgi Atanasov’dır. Üst düzey bir yetkiliye göre Atanasov’un ölümünden sonra ancak bu soruşturma yeniden ele alınacak ve üzerinde çalışılma yapılacaktır.
Frognews.bg şunları hatırlatmaktadır:
“Soya Dönüş” süreci sırasında işlenen suçlarla ilgili hukuki kovuşturma, herkes tarafından bilinen “Bir No’lu” soruşturmasından bölünerek 1990 yılında başlatılmıştır. Bir yıl sonra Askeri Savcılık, Ceza Kanunun 162. maddenin 1. fıkrası uyarınca Todor Jivkov, General Dimitır Stoyanov, Petır Mladenov, Georgi Atanasov ve Penço Kubadinski’ye karşı “ırk ve din temelinde düşmanlık yayma ve kışkırtıcı faaliyetlerde bulunma” suçlamasıyla hukuki inceleme başlatmıştır. Savcılık, 1993’te bu suçlamadan vazgeçmiş ve 387. maddenin 2. fıkrası uyarınca yeni bir suçlama yöneltmiştir. Sözünü ettiğimiz soruşturma, günümüze kadar 10 defadan fazla kapatılmış ve yeniden açılmış, delil yetersizliği nedeniyle reddedilmiş ve Savcılık sistemi içersinde farklı mercilerde bekletilmiştir. Aynı zamanda “Soya Dönüş” süreci soruşturması bölünerek 5 ayrı soruşturma daha oluşturulmuştur. Fakat en büyük yavaşlatma 1995 yılında gerçekleşmiştir. Yüksek Mahkemenin Askeri Heyeti, yeni delillerin toplanması gerekçesiyle soruşturmayı reddetmiştir.
Heyet, 1984-1989 yılları arasında yapılan baskılara maruz kalan tüm mağdurlardan ifade alınması özellikle şart koşmuştur. Buna benzer imkânsız bir isteğin gerçekleştirilmesi pratik olarak mümkün değildir, çünkü tüm dünyaya dağılmış yüzlerce değil, binlerce şahidin buraya çağrılması söz konusu olmaktadır.
Vefatlarından dolayı Todor Jivkov ve Dimitır Stoyanov’a karşı açılan soruşturmalar, 1998 yılında kapatılmıştır. Daha sonra da Georgi Atanasov’a karşı yürütülen cezai soruşturma kaldırılmış, ancak 2001 yılında adı geçen eski Başbakan tekrar sanık olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımıyla şimdiye kadar 312 şahit ifade vermiş ancak 126 kişinin tam adresi belirlenemediği için yetkiler onlardan ifade alamamıştır.
Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin isteği üzere 2007 yılının kışında Başsavcı Yardımcısı Valeri Pırvanov, Başsavcılığın bu konudaki görüşünü Meclisin İnsan ve Din Özgürlükleri Komisyonunda açıklamıştır. Ona göre N II-048 sayılı soruşturma, yeterli delil toplandıktan sonra ve kontrolü altında olan Savcının kararına bağlı olarak yenilenebilecektir.
Avrupa Konseyi, bu konuyla ciddi olarak ilgilenmektedir. Mayıs 2006 yılında Hana Severinsen isminde bir temsilcisini Bulgaristan’a göndermiştir. Bayan Hana Severinsen, soruşturmanın bloke edildiği, kimsenin ceza almadığı, kurumların bu konuda herhangi bir faaliyet göstermediği gibi tespitlerde bulunmuştur.
“Soya Dönüş” süreci ile ilgili soruşturmanın bloke edilmesi, Hak ve Özgürlükler Hareketi ile güney komşumuzdaki bazı göçmen derneklerin arasının açılmasını neden olmuştur. Bulgar hukuk sistemi, adaleti yerine getirmeyi reddettikten sonra, bu dernekler, Avrupa kuruluşlarından adalet arama konusunda bazı girişimlerde bulunmuştur. Derneklere göre kampanya sırasında 1300 kişi çok büyük zararlar görmüştür. Belene Toplama Kampı’nda tutulmuş olan 517 kişinin isimleri belirlenmiş ve Resmi Gazetesinde yayımlanmıştır. Bu kişiler üzerlerinde baskılar uygulandığı resmi olarak kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra mahkemeler tarafından cezalandırılmış siyasi mahkûmların isimleri belirlenmiştir. Üstelik Resmi Gazetede 1313 Sayılı Karar yayımlanmıştır. Bu Karara göre“Soya Dönüş” kampanyasını uygulayan yaklaşık 200 kişi “üstün başarılarından dolayı” Bulgar Komünist Partisi ve Todor Jivkov tarafından resmi olarak devlet ödülüyle ödüllendirilmiştir. Suç işleyen, yetkilerini aşan, işkence için emirler veren İçişleri Bakanlığı ve Bulgar Komünist Partisi çalışanların isimleri, ülkenin çeşitli bölgenin ve Bulgar Komünist Partisinin arşiv belgelerde yer almaktadır.
GERB Partisi Hükümeti açısından yeni yıl pek çok sürprizle başladı, ancak Boyko Borisov’un Türkiye’ye yapacağı muhtemelen 7 Şubat tarihli ziyareti, kendisine başka bir sürpriz hazırlamış olma ihtimali vardır. Bu sürpriz, Bulgar Milli Televizyonunda yayımlanan Türkçe haber programına karşı diş gıcırdatmasından ve Trakya göçmenlerine tazminat ödenmesiyle ilgili Bojidar Dimitrov’un sevdasından çok daha ciddi olacaktır.
Komşularımız ve göçmenler, bu zavallı “Soya Dönüş” soruşturmasını olduğu gibi NATO ve AB üyesi olan bir ülkenin adaleti yerine getirmemesinin sebebini mutlaka soracaktır.” (4)
ALÇAKLIK VE KÜSTAHLIK: 
“SOY’A DÖNÜŞ” SÜRECİ
Mezkür soruşturmaya verilen ad ve/veya anılış biçimi ne kadar anlamlı, kurnazca, sinsice ve kinayeli, dikkat ediyor musunuz? Tıpkı “Ümraniye soruşturmasına” Ergenekon adının takıştırılması ve yakıştırılması gibi!.. “Soy’a dönüş süreci”!.. Güya, işkence, zulüm, tehcir ve soykırım faili “dönmeler” asil; Türklüğünün şeref ve şanını asaletle koruyan ve yükselten asıl/gerçek/soy asli-ana unsur asimile!..
AB ve dünyayı kandırmak için ustaca uydukları yalan, iftira ve aldatmacaya bakın!..
Sanki adını (ve dinini) değiştiren aslına rücu edecekmiş!.. Öyle mi?...
İşte; Başta Bulgarlar olmak üzere, Rum (Romalı Hıristiyan Türkler) ile diğer Balkan yerleşiklerinin tarihi fobi ve yaman çelişkisi bu. Asaleten Türk olduğunu bilmek, bunun farkında olmak ve fakat “kaybettikleri değerler; insanca ve İslâm’ca yaşam biçimini terk” yüzünden amansız bir hayıflanmanın görüntüsü bu!...
UYAN TÜRKİYE!..Burada açıklananlar; Gerçekten yaşananlar ve halen, her şeye rağmen alçakça, kalleşçe ve küstahça yapılan uygulamalar yanında hiç kalır. Örneğin: Çifte vatandaşlık, mütekabiliyet hakları, ikili antlaşmalar ve AB üyeliğine rağmen halen süren “parçalanmış aileler”, “sosyal haklar”, “sabit kıymet ve gayrimenkul transferi”, “müktesep hak iadeleri” ve nihayet değişen isimler nedeniyle yaşanan büyük ıstırap, çile, eziyet, adım başı zulüm ve hukuki riyakârlıklar.
İşte bu vesileyle “duymak ve bilmek isteriz” TC Dışişleri Bakanlığı’nın asli görevi bu ve benzer sorunları, Türk vatandaşları lehine çözümlemek ve sorunları önlemek değil mi?!..
Kaynaklar:
(1) Baki Dökme, 4.1.2010 bakidokme@hotmail.com www.iyidersler.8m.com
(2) Bilindiği gibi Dış Bulgarlar’dan sorumlu Devlet Bakanı Bojidar Dimitrov, Balkan Savaşları sırasında (1912-1913) Trakya’dan Bulgaristan’a göç eden Bulgarlar için Türkiye’den 20 milyar dolarlık tazminat ödenmesi istemesiyle (Aralık-2009) ciddi bir diplomatik sorun yaratmıştı.
(3) Bulgaristan’da en yoğun olarak 1984-1985’te gerçekleştirilen zorunlu asimilasyon çerçevesinde Türklerin isimlerinin Bulgar adlarıyla değiştirilmesi kampanyası dönemin Bulgar yetkilileri tarafından “Soya Dönüş Süreci” olarak adlandırmıştır. Öne sürülen asılsız iddialara göre Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanlar, Türk asıllı değil, zorla Türkleştirilmiş Bulgarlardır (yani Slavlardır). Kendilerinin uyguladığı zorunlu asimilasyonu haklı çıkartmak için bu yola başvurulmuştur.

(4) Bulgarca’dan çeviren Prof. Dr. Zeynep ZAFER

23 Şubat 2011 Çarşamba

HOCALI KATLİAMI'NA LÂNET

Azerbaycan
 
Kırım’dan Kars’a kadar...
26 Şubat 1992’de Rus destekli Ermenilerin Hocalı’da katlettiği 613 Türk, Azerbaycan’dan Kırım’a Kazakistan’dan Kars’a törenlerle anılıyor.
Türküz diye öldürüldük
Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Hasan Sultanoğlu, “Hocalı’daki bu vahşeti sadece Türk olduğumuz için yaşadık” dedi. 
Katliamın acıları unutulmadı
Hocalı Katliamı’nda hayatlarını kaybedenler Kars’ta anıldı. Azerbaycan’ın Kars Başkonsolosluğu tarafından yapılan yazılı açıklamada, “Hocalı’da yaşanan vahşet büyük bir insanlık suçudur” denildi
Haber :  Fatih ERBOZ
Azerbaycan’da yaşanan Hocalı Katliamı’nda hayatlarını kaybedenler Kars’ta anıldı. Azerbaycan’ın Kars Başkonsolosluğu tarafından yapılan yazılı açıklamada, Hocalı Soykırımı’nı hatırlatan 26 Şubatın, 1992 yılından itibaren Azerbaycanlılar için artık “sıradan bir gün olmadığı” belirtildi. Katliamın Ermeni milliyetçiliğinin Azerbaycanlılara, Azerbaycan Türklerine yönelik tarihsel kin ve nefretinin yansımalarından sadece biri olduğu ifade edilen açıklamada şöyle denildi:
Ağır silahlarla saldırdılar
“Bu tarih, aynı zamanda sadece Azerbaycanlılar için değil, insanlık onuru taşıyan her bir duyarlı toplum bireyi açısından da derin bir acı ve vahşete işaret etmektedir. 25 Şubat 1992 gecesini 26 Şubat’a bağlayan tarihte Ermenistan silahlı güçleri Dağlık Karabağ bölgesinin merkezi olan Hankendi ilinde bulunan eski SSCB’ye ait 366. Motorize Alay’ın desteği ile Hocalı ilçesini işgal etmiş, etnik Azerbaycanlılara yönelik sistematik bir temizleme operasyonu gerçekleştirmiştir. O gece Hocalı’da bulunan yüzlerce sivil vatandaş abluka altına alınarak önce ağır zırhlı silahlardan yoğun saldırılara maruz kalmış, arkasından piyade güçler ilçe merkezine inerek kadın çocuk, yaşlı genç demeden önlerine geleni öldürmüş, işkence uygulamışlardır.”
Bir gecede yok ettiler
Açıklamada şöyle devam edildi: “Hocalı Katliamı, Ermeni katiller tarafından insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Hocalı’da yaşanılan vahşetin bilançosu oldukça ağırdır. Neredeyse bir gecede yeryüzünden kaybolan Hocalı’da 613 sivil vatandaş kurşunlanarak ve çeşitli işkencelere maruz kalarak öldürülmüştür. Resmi rakamlara göre o gece, Hocalı’da öldürülenler arasında 106 kadın, 83 çocuk bulunuyordu. 8 aile tamamen yok edilmiştir. 25 çocuk hem annesini, hem de babasını kaybetmiştir. 130 çocuğun ya annesi ya da babası, katliam sırasında öldürülmüştür. 56 kişi üzerinde büyük acımasızlıkla işkence uygulandığı tespit edilmiştir. Bundan başka 487 kişi yaralanmıtır.”
Tanıtım çalışmaları sürüyor
Katliamın 19. yıl dönümünün Uluslararası Soykırım Suçlarının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesinin 60. yılına denk geldiğinin de vurgulandığı açıklamada, şunlar kaydedildi: “Bu bağlamda 26 Şubat 1992 Hocalı Soykırımı’nın uluslararası kamuoyu önünde gerekli düzeyde anlatılması için Azerbaycan Cumhuriyeti devleti ve toplumu tarafından sürdürülen yoğun tanıtım çalışmaları aynı hızla devam ediyor. Bu konudaki girişimlerden en etkili olanı 8 Mayıs 2008’de İslam Konferansı Örgütü Diyalog ve İşbirliği Gençler Forumu Genel Koordinatörü Sayın Leyla Aliyeva tarafından başlatılan Uluslararası Bilgilendirme Kampanyası’dır.”
Türk olduğumuz için katledildik
Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği tarafından düzenlenen, “Karabağ’ın İşgali ve Hocalı Soykırımı” panelinde konuşan Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Hasan Sultanoğlu, Hocalı’da insanlığa karşı büyük bir cinayetin işlendiğini öne sürerek, “1993’te Türk olduğumuz için böyle bir vahşet yaşadık” dedi. Panele Azerbaycan Türk Kadınlar Birliği Başkanı Tenzile Rüstemhanlı, Azerbaycan Milletvekilleri Ganire Paşayeva, Elmar Memmedov ve Sabir Rüstemhanlı, Azerbaycan’ın İstanbul Başkonsolosu Hasan Sultanoğlu, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM) Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran ile Kırıkkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şenol Kantarcı konuşmacı olarak katıldı. Hocalı’da yaşanan vahşetle ilgili fotoğraf gösterimi sırasında Azeri milletvekilleri duygusal anlar yaşayarak, gözyaşlarını tutamadı. Azerbaycan Türk Kadınlar Birliği Başkanı Tenzile Rüstemhanlı ile Azerbaycan Milletvekili Sabir Rüstemhanlı sık sık gözyaşlarını sildi.  
Dünya vahşete seyirci kaldı
Azerbaycan’ın Yukarı Karabağ bölgesindeki Hocalı şehrinde yapılan katliamda hayatını kaybedenler, Kazakistan’ın başkenti Astana’da da anıldı. Anma programı, Kazakistan Azerileri Kültür ve Yardımlaşma Derneği ile Azerbaycan’ın Kazakistan Büyükelçiliği tarafından düzenlendi. Türkiye’nin, Astana Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi Bilal Yeşiltaş, Askeri Ataşe Yardımcısı Atilla Gök ile Üçüncü Katibi Orçun Çelik tarafından temsil edildiği programda, Türkiye’ye şükran duyguları dile getirildi. Kazakistan Azerileri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Burgara Camahov, Yukarı Karabağ sorunu ile ilgili olarak Türkiye’nin sürekli desteğini gördüklerini ifade ederek, “Türkiye’nin de kendi sorunları var. Buna rağmen onlar bize her zaman destek çıkmıştır. Allah onları korusun, onlara güç versin” dedi. Ermenistan’ın Rusya’nın da desteğini alarak Hocalı’da aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların bulunduğu yüzlerce kişiyi katlettiğini, bunun bir soykırım olduğunu ifade eden Camahov, dünyanın da buna seyirci kaldığını söyledi.
Musayev o akşamı anlattı
Hocalı’da yapılan katliamı bizzat yaşayan Vali Musayev, o akşam olanları anlatırken gözyaşlarına boğuldu. Ermeni askerlerinin, cami ve ibadethaneler başta olmak üzere hiçbir değere önem vermeden katliam yaptığını anlatan Musayev, çok sayıda yakınını kaybettiğini ifade etti. 26 Şubat 1992’de Azerbaycan’ın Yukarı Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşayan Azeriler, Ermenistan askerleri tarafından katledilmişti. Tarihe Hocalı Katliamı olarak geçen olayda, Azerbaycan Cumhuriyetinin resmi açıklamasına göre, 106’sı kadın, 83’ü çocuk 613 sivil hayatını kaybetmişti.
‘Hocalı’ya adalet’ yürüyüşü
Kırım’daki yürüyüşe katılan gençler, Türk ve Azerbaycan bayraklarını taşıdı.
Ermeniler tarafından 19 yıl önce Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında katledilen Azeri Türkleri, Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde düzenlenen etkinliklerle anıldı. “Hocalıya Adalet” etkinlikleri çerçevesinde; İslam Konferansı Gençler Forumu, Ukrayna Azerbaycanlı Gençler Birliği ve Kırım Azerbaycan Birliği Cemiyeti üyeleri Kırım’ın başkenti Simferopol şehrinde toplu yürüyüş yaptı ve Simferopol Merkez Kütüphanesi’nde anma merasimi düzenlendi. Ukrayna Azerbaycanlı Gençler Birliği üyeleri, Türk ve Tatar gençler; “Ermeniler Hocalı’da yaptıkları vahşet için tarih önünde cevap vermeliler” diyerek yürüyüş yaptı. 
Davamızdan vazgeçmeyeceğiz
Yürüyüş sonunda gençler Kırım’da yaşayan Azeriler, yerli ve yabancı öğrencilerin de inisiyatifiyle düzenlenen anma merasimine geçildi. Bir açıklama yapan Ukrayna Azerbaycanlı Gençler Birliği Başkanı Anar Tahirov, “Hocalı’daki insanlık dramı, saygın uluslararası insan hakları örgütleri tarafından belgelendirilmiş olmasına rağmen adalet yerini bulmadı. Adalet yerini bulana kadar eylemlerimize devam edeceğiz” dedi.

15 Şubat 2011 Salı

Prof. Dr. Nurullah Aydın

Prof. Dr. Nurullah Aydın
ABD YENİ PLANI UYGULAMAYA KOYDU MU?
ABD ve Avrupa istikrarsızlıklardan beslenir.
İngiliz Daily Telegraph gazetesine göre, Mısır'da yönetimi sallayan isyan, üç yıl önce ABD'de hazırlandı. 2008 yılında ABD'nin Kahire'deki elçiliğinin yardımıyla, Mısır'ın önde gelen bir rejim muhalifi Newyork'a gelerek, ABD sponsorluğunda eylemciler için düzenlenen bir zirveye katıldı. Aynı yıl Aralık ayında Kahire'ye dönen rejim karşıtı eylemci lider, Amerikalı diplomatlara, birleşen muhalif grupların Mübarek'i devirme plânı hazırladığını bildirdi.
Wikileaks'in son belgeleri ise Mısır'daki sokak hareketlerinin ABD tarafından finanse edildiğini gösteriyor. ABD Büyükelçiliği'nden Washington'a gönderilen belgeler, ABD Uluslararası Gelişim Ajansı'nın (USAID) 2008'de 66.5 milyon, 2009'da ise 75 milyon dolarlık yardımlarla Mısır'daki siyasi gruplara destek verdiğine işaret ediyor.
Norveç'in Aftenposten gazetesinin yayımladığı ikinci belge, ABD'nin Mısır'daki muhalif hareketin güçlenmesi için harcadığı paranın hem Mısır hükümeti tarafından yürütülen programlara, hem de Mısırlı ve ABD'li sivil toplum örgütlerine verildiğini ortaya koydu.
Mısır Uluslararası İşbirliği Bakanı Fayza Abou, yapılan yardımlar hakkında ABD Büyükelçiliği'ne bir mektup gönderdi. Abou mektubunda, USAID'in "resmen sivil toplum kuruluşu olarak kayıt ettirilmemiş 10 örgüte verdiği yardımları kesmesini" istedi.
Obama, yıllarca emrieri olan Mübarek'i devirmiş ve ABD güdümlü ordu'yu Mısır'ın başına getirmiştir. Meclis'i, Hükümet binalarını ve devlet televizyonunu ele geçirmeye çalışan protestoların "barışçıl" olduğunu söylediğine göre tarafını da açıkça belli etmiş oluyor.
Brandeis Üniversitesine bağlı Crown Ortadoğu Çalışmaları Merkezi ve German Marshall Fund uzmanı Joshua Walker, "Amerikan ilkeleri, göstericilere derhal destek verilmesi ve daha fazla demokrasi çağrılarıyla dayanışma içinde olunmasını göstermesine karşın, bu devrimlere ‘Amerikan yapımı' etiketinin yapıştırılması, bizim ve sahadaki insanların istediklerine ters. Adımlarımızı hafifçe atmalıyız ve kamuoyu önünde çok dikkatli konuşmalıyız. Özel olarak çok sayıda sohbetin yapılıyor olduğunu düşünüyorum, ancak ABD'nin, ortalık yatışana kadar, tüm taraflara itidal çağrısında bulunarak kamuoyu önünde yapabileceği her şeyi yaptığını düşünüyorum" diyor..
Yani Walker'e göre; "Bu sözde devrimleri bizim kışkırttığımız bu kadar da açık edilmesin! Devrim için gösteri yapan insanları, Tunus'un, Mısır'ın ezici çoğunluğuna karşı güç durumda bırakıyorsunuz!"
Bütün veriler, Tunus, Mısır, Cezayir, Mısır, Ürdün, Yemen hatta Suudi Arabistan'da başlatılan bu sözde demokrasi hareketlerinde, Yugoslavya'nın çökertilmesi ve parçalanmasında kullanılan yöntemlere başvurulduğunu gösteriyor.
ABD'nin Genişletilmiş Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi'nin başarısız olmamıştır. Rafa kaldırılmamıştır.
Bunları yazanlar, çizenler konuşanlar, Türkiye'yi uyutmaya çalışıyor.
Denilebilir ki Diktatörlere karşı, halkın yanında olmak gerekmez mi?"
ABD'nin paralı askerleri her yerde vardır.. Büyük ve ince eleyerek sık dokuyarak hazırlanan plan gereği eğitilen kişiler zamanı geldiğinde harekete geçirilmektedir.
İşbirlikçilere özgürlük savaşçısı payesi vermek için özel yetiştirilmiş kalemşörler ve papağanlar'ın olduğu göz ardı edilmemelidir.
ABD'nin girdiği her yerde özgürlükleri sonsuza kadar boğan sistem kurulmaktadır.
Türkiye'de de aynı örgütlenme uzun yılların çalışması sonucu oluşturulmuştur.
Tunus, Yemen, Mısır, Cezayir'de sokak hareketlerinin eş zamanlı çıkması, örgütlenmenin ve harekât planlarının tek merkezden yönetildiğini göstermiyor mu?
Değişim sözcüğü SSCB'yi, Yugoslavya'yı dağıtmıştı. Sıra hangi ülkelerde?
Değerli okuyucularımın kandilini tebrik eder hayırlara vesile olmasını dilerim.
Günün SöZÜ: Halk günlük düşünür anlık etkilenir.
Prof. Dr. Nurullah Aydın
Gazi Ü. İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü Öğr. Gör.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR


AB ile FİŞİ ÇEKME ZAMANI GELDİ Mİ ???
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
“Temel ilke, Türk Ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlar önünde uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Değerli arkadaşlar,
Bir röportajda, Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüze “BM’ye üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulduğunda, ŞARTLARIMIZI KOYARIZ, KABULLERİNE BAĞLI. BİZ MÜRACAAT ETMEYİZ ÜYE OLMAK İÇİN, DAVET GELİRSE DÜŞÜNÜRÜZ dediğini ve bunun üzerine BM yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen ilk ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu unutmayalım.
Güzel ülkemiz, bu kez davet edilmediği halde, yöneticilerimizin akılsızca ve öngörüsüz gayretleri ile 1959 da AB’ye üye olmak için başvurduk. 1995 yılında ise hiçbir AB adayı ülkeye uygulanmayan bir emperyalist önkoşulla ve bugüne kadar ülkemizi 250 milyar $ zarara sokan gümrük birliği anlaşması yapıldı. Üstelik o dönemdeki yöneticilerimizce en geç 3 yıl içinde AB’ye üye olacağız vaadi ile halkımız da aldatıldı.
Yıl 2011 ve sonuç ortada. Üstelik bizden sonra AB ye müracaat eden ama bizden önce üyeliğe kabul edilen ülke sayısı, son olarak Bulgaristan ve Romanya’nın kabulü ile 27 adettir. Üyelik için aynı dönemde başlık açmaya başladığımız Hırvatistan 33. başlığı açarken, biz 13. başlığı zorla geçen yıl açtırabildik (01.07.2010-Milliyet). Şimdi de yeni 2 başlık için ön koşul olarak Rumlara hava sahası ve İstanbul’da bir limanın açılması isteniyor.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye 1959 ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre Kıbrıs için garantör devlettir. Bu anlaşmalara göre Türkiye’nin üye olmadığı hiçbir kurum ve kuruluşa üye olamayacak diye anılan Güney Kıbrıs, AB ye üye yapılmıştır. Şimdi de Güney Kıbrıs, ülkemizin geleceğine ipotek koymuş durumdadır ve Alman Başbakanı Güney Kıbrıs’ı ziyareti sırasında garantör ülke olmamıza rağmen Kıbrıs’taki askerimizi işgalci olarak tanımlıyorlar.
Ne yazık ki Kıbrıs içindeki bir gurup halk da AB desteği ile 2006 da Annan Planı oylamasında YES BE ANNEM dedikten sonra halen ülkemizi Rumlar gibi işgalci olarak tanımlamaktadır.
AB ile Güney Kıbrıs Rum kesimi arasındaki ilişkiyi çok merak ediyorum. Çünkü 700.000 nüfuslu Güney Kıbrıs mı AB yi kullanıyor? Yoksa 27 ülkeyi kapsayan AB içindeki klasik Türkiye düşmanları mı, Güney Kıbrıs’ı bize karşı kullanıyor? Galiba ülkemizi parçalamaya ve güçsüz düşürmeye çalışan emperyalist güçler, bize karşı her olanağı her koşulda kullanmak amacındalar.
Yine AB öne sürdüğü yeni koşullar ile sadece Musevi Rum ve Ermenilerin azınlık olarak kabul edildiği Lozan anlaşmasına aykırı olarak yeni azınlıklar tarif etmeye çalışmaktadır. Kendi parlamentosunda 6. kez Kürt konferansı düzenleyen AB, Kürt kökenli vatandaşlarımızı da azınlık olarak bize kabul ettirmek amacındadır. Nitekim Cumhurbaşkanımızın İtalya seyahatinde de söylediği gibi Kürt kökenli vatandaşlarımız bu ülkenin azınlığı değildir.
Özellikle Kıbrıs Rum kesimi, Danimarka, Hollanda, Avusturya ve Fransa gibi ülkeler olduğu sürece ülkemizin AB üye olması mümkün değildir. Örneğin Fransa’nın başkanı SARKOZY açıkça, Türkiye’nin AB ye üyeliğine kesinlikle karşıyım ve Türkiye AB ye üye olmayacaktır demektedir. Ayrıca ülkemizin bölünmüş haritalarını kendi ders kitaplarına koyan ve Ermeni Yasasını kabul eden Fransa’ya karşı ülkemizde başlatılan BOYKOTU neredeyse unuttuk.
Değerli arkadaşlar,
55 yıldır üye olacağımızı sandığımız AB, ülkemiz insanına SCHENGEN vizesi adı altında çok eziyet çektirmektedir. Üye olmak gibi bir isteği olmayan Andora, Uruguay, San Marino, Malta, Bolivya Şili ve Ekvator gibi ülkelere vize uygulamazken, kaçak göçmen bahanesi ile Yunan sınırımıza 13 km duvar ördüren AB’nin  ülkemize vize uygulaması çifte standarttır. Üstelik 2007 de SECHGEN vizesine %71 zam yaparak 35 € dan 60 € ya çıkarması da AB’nin ülkemize nasıl baktığını göstermektedir.
Üyeliğimizin kabulü için sadece ülkemize uygulanacak olan, AB’nin öne sürdüğü hazmetme yeteneği ve ucu açık görüşmeler gibi tanımsız bir koşul kabul edilemez.
Yine 27 tane AB ülkesinin halkına reform ile üyeliğimizin kabulünün sorulacağını içeren ve kesinlikle ret kararının çıkacağı belli olan bir koşulla, ülkemizi 55 yıldır uyutan AB ye üye olmamız olanaksızdır. Bunun yerine 3. sınıf bir tercih olarak bize imtiyazlı ortaklık denilen bir çeşit MANDA olmamızı sağlayan bir teklife de evet dememiz mümkün değildir. Yani AB’nin MANDASI OLMAYACAĞIZ.
Nitekim AB müsteşarı Mikael MİLLER Diyarbakır’daki yaptığı konuşmasında Zamanı geldiğinde AB katılım sürecinde Türkiye’nin Egemenlikle alakalı konularla ilgili bazı noktalardan vazgeçmesi, feragat etmesi gerekecek. AB ile ortak bir pozisyon almak istiyorsa şeklinde gerçek niyetlerini ortaya koyacak şekilde açıklama yapmıştır (08.12.2011-Cumhuriyet).
Değerli arkadaşlar,
Güzel Ülkemizin dünyada sahip olduğu jeo-stratejik konum iyi bilinmeli ve iyi yorumlanmalıdır. Türkiye’miz gibi
Dünyanın en büyük askeri kuruluşu NATO’ya,
51 tane müslüman ülkenin temsil edildiği örgüte,
Karadeniz Bölgesi Ekonomik Güç Birliğine üye olan,
Geleceği çok güçlü 7 tane TÜRK Cumhuriyetleriyle kardeş olan,
 Asya ve Avrupa arasında doğal bir köprü olan,
Şu an bile dünyanın ekonomik güc sıralamasında 17 nci olan,
Ve askeri güç olarak da ordusu dünyada 8 nci sırada sayılan bir başka ülke var mı?
Bütün bu özelliklerimiz bir arada değerlendirilirse, ulusal birlik ve bütünlüğümüzü koruyarak daha çağdaş ve daha gelişmiş bir ülke olmak ilk hedefimiz olmalıdır. AB ülkeleriyle rekabet edecek şekilde yasal değişiklikler ve reformlar yaptığımızda onlar bizi üye yapmak ricası ile ayaklarımıza geleceklerdir.
Güney Kıbrıs’ın vetosu bahane edilerek askıya alınan ve ara verilen AB görüşmelerine, onlar 35 başlığı açmasa da biz açarız ve kapatırız diyerek kendi kendine gelin güvey olmaya kalkan yöneticilerimiz de, AB üyeliğimiz için artık umutlarını kesti galiba. Çünkü AB ile komaya giren ilişkilerimizdeki duraksama yüzünden FİŞİ AB’nin ÇEKMESİNİ ve bu yüzden de onların TARİHE HESAP VERECEKLERİNİ beyan ettiler (29.01.2011-Milliyet).
Sevgi ve saygılarımla (08.02.2011).
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
NOT: Başkanlık Diktası ile yönetilen Tunus’ta başlayan ve domino etkisi ile Mısıra ve diğer İslami ülkelere sıçrayan isyanlar sonucunda o ülkelerin fakir halkı, Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurmuş olduğu Laik Cumhuriyete sahip güzel ülkemizi örnek gösteriyor. Ne yazık ki bu sırada ülkemizdeki siyasetçiler de başkanlık sistemine geçmek için hazırlık yapıyor. Ne kadar tezat bir yaklaşım değil mi ???