14 Şubat 2011 Pazartesi

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR


AB ile FİŞİ ÇEKME ZAMANI GELDİ Mİ ???
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
“Temel ilke, Türk Ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlar önünde uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Değerli arkadaşlar,
Bir röportajda, Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüze “BM’ye üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulduğunda, ŞARTLARIMIZI KOYARIZ, KABULLERİNE BAĞLI. BİZ MÜRACAAT ETMEYİZ ÜYE OLMAK İÇİN, DAVET GELİRSE DÜŞÜNÜRÜZ dediğini ve bunun üzerine BM yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen ilk ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu unutmayalım.
Güzel ülkemiz, bu kez davet edilmediği halde, yöneticilerimizin akılsızca ve öngörüsüz gayretleri ile 1959 da AB’ye üye olmak için başvurduk. 1995 yılında ise hiçbir AB adayı ülkeye uygulanmayan bir emperyalist önkoşulla ve bugüne kadar ülkemizi 250 milyar $ zarara sokan gümrük birliği anlaşması yapıldı. Üstelik o dönemdeki yöneticilerimizce en geç 3 yıl içinde AB’ye üye olacağız vaadi ile halkımız da aldatıldı.
Yıl 2011 ve sonuç ortada. Üstelik bizden sonra AB ye müracaat eden ama bizden önce üyeliğe kabul edilen ülke sayısı, son olarak Bulgaristan ve Romanya’nın kabulü ile 27 adettir. Üyelik için aynı dönemde başlık açmaya başladığımız Hırvatistan 33. başlığı açarken, biz 13. başlığı zorla geçen yıl açtırabildik (01.07.2010-Milliyet). Şimdi de yeni 2 başlık için ön koşul olarak Rumlara hava sahası ve İstanbul’da bir limanın açılması isteniyor.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye 1959 ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre Kıbrıs için garantör devlettir. Bu anlaşmalara göre Türkiye’nin üye olmadığı hiçbir kurum ve kuruluşa üye olamayacak diye anılan Güney Kıbrıs, AB ye üye yapılmıştır. Şimdi de Güney Kıbrıs, ülkemizin geleceğine ipotek koymuş durumdadır ve Alman Başbakanı Güney Kıbrıs’ı ziyareti sırasında garantör ülke olmamıza rağmen Kıbrıs’taki askerimizi işgalci olarak tanımlıyorlar.
Ne yazık ki Kıbrıs içindeki bir gurup halk da AB desteği ile 2006 da Annan Planı oylamasında YES BE ANNEM dedikten sonra halen ülkemizi Rumlar gibi işgalci olarak tanımlamaktadır.
AB ile Güney Kıbrıs Rum kesimi arasındaki ilişkiyi çok merak ediyorum. Çünkü 700.000 nüfuslu Güney Kıbrıs mı AB yi kullanıyor? Yoksa 27 ülkeyi kapsayan AB içindeki klasik Türkiye düşmanları mı, Güney Kıbrıs’ı bize karşı kullanıyor? Galiba ülkemizi parçalamaya ve güçsüz düşürmeye çalışan emperyalist güçler, bize karşı her olanağı her koşulda kullanmak amacındalar.
Yine AB öne sürdüğü yeni koşullar ile sadece Musevi Rum ve Ermenilerin azınlık olarak kabul edildiği Lozan anlaşmasına aykırı olarak yeni azınlıklar tarif etmeye çalışmaktadır. Kendi parlamentosunda 6. kez Kürt konferansı düzenleyen AB, Kürt kökenli vatandaşlarımızı da azınlık olarak bize kabul ettirmek amacındadır. Nitekim Cumhurbaşkanımızın İtalya seyahatinde de söylediği gibi Kürt kökenli vatandaşlarımız bu ülkenin azınlığı değildir.
Özellikle Kıbrıs Rum kesimi, Danimarka, Hollanda, Avusturya ve Fransa gibi ülkeler olduğu sürece ülkemizin AB üye olması mümkün değildir. Örneğin Fransa’nın başkanı SARKOZY açıkça, Türkiye’nin AB ye üyeliğine kesinlikle karşıyım ve Türkiye AB ye üye olmayacaktır demektedir. Ayrıca ülkemizin bölünmüş haritalarını kendi ders kitaplarına koyan ve Ermeni Yasasını kabul eden Fransa’ya karşı ülkemizde başlatılan BOYKOTU neredeyse unuttuk.
Değerli arkadaşlar,
55 yıldır üye olacağımızı sandığımız AB, ülkemiz insanına SCHENGEN vizesi adı altında çok eziyet çektirmektedir. Üye olmak gibi bir isteği olmayan Andora, Uruguay, San Marino, Malta, Bolivya Şili ve Ekvator gibi ülkelere vize uygulamazken, kaçak göçmen bahanesi ile Yunan sınırımıza 13 km duvar ördüren AB’nin  ülkemize vize uygulaması çifte standarttır. Üstelik 2007 de SECHGEN vizesine %71 zam yaparak 35 € dan 60 € ya çıkarması da AB’nin ülkemize nasıl baktığını göstermektedir.
Üyeliğimizin kabulü için sadece ülkemize uygulanacak olan, AB’nin öne sürdüğü hazmetme yeteneği ve ucu açık görüşmeler gibi tanımsız bir koşul kabul edilemez.
Yine 27 tane AB ülkesinin halkına reform ile üyeliğimizin kabulünün sorulacağını içeren ve kesinlikle ret kararının çıkacağı belli olan bir koşulla, ülkemizi 55 yıldır uyutan AB ye üye olmamız olanaksızdır. Bunun yerine 3. sınıf bir tercih olarak bize imtiyazlı ortaklık denilen bir çeşit MANDA olmamızı sağlayan bir teklife de evet dememiz mümkün değildir. Yani AB’nin MANDASI OLMAYACAĞIZ.
Nitekim AB müsteşarı Mikael MİLLER Diyarbakır’daki yaptığı konuşmasında Zamanı geldiğinde AB katılım sürecinde Türkiye’nin Egemenlikle alakalı konularla ilgili bazı noktalardan vazgeçmesi, feragat etmesi gerekecek. AB ile ortak bir pozisyon almak istiyorsa şeklinde gerçek niyetlerini ortaya koyacak şekilde açıklama yapmıştır (08.12.2011-Cumhuriyet).
Değerli arkadaşlar,
Güzel Ülkemizin dünyada sahip olduğu jeo-stratejik konum iyi bilinmeli ve iyi yorumlanmalıdır. Türkiye’miz gibi
Dünyanın en büyük askeri kuruluşu NATO’ya,
51 tane müslüman ülkenin temsil edildiği örgüte,
Karadeniz Bölgesi Ekonomik Güç Birliğine üye olan,
Geleceği çok güçlü 7 tane TÜRK Cumhuriyetleriyle kardeş olan,
 Asya ve Avrupa arasında doğal bir köprü olan,
Şu an bile dünyanın ekonomik güc sıralamasında 17 nci olan,
Ve askeri güç olarak da ordusu dünyada 8 nci sırada sayılan bir başka ülke var mı?
Bütün bu özelliklerimiz bir arada değerlendirilirse, ulusal birlik ve bütünlüğümüzü koruyarak daha çağdaş ve daha gelişmiş bir ülke olmak ilk hedefimiz olmalıdır. AB ülkeleriyle rekabet edecek şekilde yasal değişiklikler ve reformlar yaptığımızda onlar bizi üye yapmak ricası ile ayaklarımıza geleceklerdir.
Güney Kıbrıs’ın vetosu bahane edilerek askıya alınan ve ara verilen AB görüşmelerine, onlar 35 başlığı açmasa da biz açarız ve kapatırız diyerek kendi kendine gelin güvey olmaya kalkan yöneticilerimiz de, AB üyeliğimiz için artık umutlarını kesti galiba. Çünkü AB ile komaya giren ilişkilerimizdeki duraksama yüzünden FİŞİ AB’nin ÇEKMESİNİ ve bu yüzden de onların TARİHE HESAP VERECEKLERİNİ beyan ettiler (29.01.2011-Milliyet).
Sevgi ve saygılarımla (08.02.2011).
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
NOT: Başkanlık Diktası ile yönetilen Tunus’ta başlayan ve domino etkisi ile Mısıra ve diğer İslami ülkelere sıçrayan isyanlar sonucunda o ülkelerin fakir halkı, Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurmuş olduğu Laik Cumhuriyete sahip güzel ülkemizi örnek gösteriyor. Ne yazık ki bu sırada ülkemizdeki siyasetçiler de başkanlık sistemine geçmek için hazırlık yapıyor. Ne kadar tezat bir yaklaşım değil mi ???

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder