11 Aralık 2012 Salı

Yalçın KOÇAK


DİL'im BELA'M... (*)
Yalçın KOÇAK
Biz Anadolu doğumlu insanların, İ.Ö. 5000 yıllık bir medeniyetler beşiği toprakların üzerinde yaşıyor olmamızdan mı, yoksa Anadolu kadınından doğmaktan mı nedir?, misyon dedikleri güne, gündeme, takvime, tarihe karşı sorumluluklarımız, taahhütlerimiz adeta çeyiz sandığı gibi bohçaları açıldıkça, artarak devam ediyor.
Bu topraklar krallar, prensler, nice komutanlar, padişahlar, sultanlar ve de hazinelerini, sırlarını, kültür ve medeniyetlerini saklıyor. Her vurulan kepçeden, kazmadan adeta bir söylev, bir vasiyet, bir name fışkırıyor.
Tabi okuyabilene, idrak edebilene...
Kendi atalarımızın 1071 den çok ama çok önce Anadolu’ya sahip olduklarını bize mağaraların taş duvarlarına kazınmış tamgalar ve yazıtlar şimdi, şimdi söylüyor…
Niye?,..
Bu güne kadar bunları Avrupalı bilim adamlarına okutmuşuz, biz okumamış, okuyamamışız. Cahil ve aciz bırakılmışız. Alfabemizin mücadelesini vermemişiz, Dilimizin mücadelesini vermemişiz. Tarihimizi, destanımızı onlar yazmış. Kahramanlarımızı, hainimizi onlar bize belletmiş!.., Gelen de aynı hamam, aynı tas misali devam etmiş.
Öğretilerimizi sorgulamalıyız, öğretenlerimizi hırpalamalıyız, onları da doğruyu bulmaya, öğretmeye zorlamalıyız diye yazdık…
Biz, bize öğretilenlerle dünya egemenleriyle satranca oturamayız, ezik kalırız, mağlup başlarız dedik olmadı, yazdık.
Olanlar ortada…
Nereden başlayalım;
Elbette ki tarladan coğrafyadan, ne ekelim?..
Sorulur mu egemen İngiliz neyi ekiyorsa onu.
Yani DİL'imizi…
Yunus Emre enstitülerimizi niye kurduk, yurt dışı akraba toplulukları teşkilatımızı neden kurduk? Birilerinin bendeleştirdiklerine, hısıma, akrabaya, yandaşa, paydaşa kadro temin etmek için değil herhalde.
Dünya egemenleri (ne demekse) saymışlar; “dünyada konuşulan diller olarak” 1.Çince, 2. İspanyolca, 3.Hintçe,  4. İngilizce ve 5.Türkçe, diye tespit etmişler.
Tabi bizde, tarihimiz gibi, alfabemiz gibi, kayıp haklarımız gibi, sürgünlerimiz, tehcirlerimiz, yağmalanan değerlerimiz gibi bu işe de taraf olmamış, bu hesap yanlış biz 5. değil aslında 3. konuşulan dil ailesindeniz dememiş, diyememişiz.
Niye biliyor musunuz?,
Sıfatlarını batıdan, maaşlarını bizden alan bıyıksız adamlar yüzünden.
Sıfatı milli olmayanın, milli değerlerle ne ilgisi alakası olabilir ki zaten!...
Hz İsa'nın doğumu 6 sene noksan dedik, şimdi oraya geldiler..
Onbeş yıl önce bunu haykıran sn Aytunç Altındal’ı tazminata mahkûm ettirdiler.
Zamanımızı çaldınız, sıfır meridyen İstanbul’undur çaldınız. Grenwic'e götürdünüz. Sahte bir coğrafya kongresiyle dünyaya kabul ettirdiniz. Ama tarihi değiştiremediniz…
Doğu ve Batı Roma neyin batısı neyin doğusu?..
Tarih yalan kusuyor.
Astro fizikçilerimiz susuyor.
Tıpkı coğrafyacılarımızın sustuğu gibi,
Niye suskunlar? Sıfatlarının sahiplerini kızdırmamak için, 
İstanbul’la, Londra’nın meridyenleri arasındaki yaşayan milyonlarca insan burçlarını yanlış okuyor. Yalan’la kandırılıyor.
Uşak müzesinden çalınan Karun hazineleri broşundan çok daha kıymetli İstanbul’un gerdanlığı, zamanın sıfır noktası... Haritaların başlangıcı, borsaların açılışı, ezan'ın ve zamanın başlangıcı ve mihengi olmak..
Türkçemizin, dil'imizin mücadelesini kıyasıya vermemiz, kültür coğrafyamızı iğfal edilmekten kurtarmamız lazımdır.
2023 vizyonlarında Bavyeradan-Mançuryaya, İşkodradan-Kamboçyaya bu dilin mücadelesi verilmeli.
Tarla ve tohum müsaittir, bu tohum ve bu tarla birbirine aşinadır.
Üçüncü bin Türk asrı olacaktır.
Bu ütopik bir istek veya tespit değildir. Günün götürdüğü gerçektir. On yıllık bir dil hamlesiyle, yirmi yıl sonra ki ihracatımız bir kaç onlu trilyon dolar olacaktır.
Bırakın insanlarımız siyah beyaz gördükleri rüyalarını hangi dilden görürse görsün, bırakın analarımız kendi dilinden söylesin balasının ninnisini, bırakın mahkemeler hangi dilden isterse dağıtsın adaletini, Biz ticaretin diline bakalım, Üretelim, üretelim, satalım.
Zenginlik ve refahımızı artıralım.
Üreyelim, üreyelim çoğalalım.
İşte Avrupa üretti ama üremeyi unuttu…
İşte Afrika üredi, ama üretmeyi öğretmediler.
O da bizi bekliyor.
Haydi...
(*) Dil ile imtihan'ımız...

5 Aralık 2012 Çarşamba

ARZU KÖK

YOZLAŞAN DEMOKRASİ VE
ÇİRKİNLEŞEN POLİTİKA
ARZU KÖK
Türkiye’de demokrasi, gide­rek bir başıbozukluk, bir so­rumsuzluk, bir sistemsizlik hali­ni sergilemeye yönelmiştir. De­mokrasinin de bir disiplin oldu­ğu bilinci gün geçtikçe yitmektedir. 
Demokrasinin özgürlük kav­ramında "her kafadan bir ses çıkması ve buna tahammül edilmesi gerektiği" anlamının bulunduğu doğrudur. Ancak bunun için, ses çıkartan kafala­rın, öncelikle gerçekten "kafa" olmalarının ön koşul olduğu unutulmaktadır.  
Peyami Safa; "Avrupa bir kafadır, düşünen, bilen, yapa­bilen kafalar toplamıdır" demekteydi. Düşünen, bilen, yapabilen kafaların iş bölümüdür ki de­mokrasiyi gerçekleştirir ve yüceltir. Gerçek demokrasi, sağ­lıklı kafaların politikayı, ekono­miyi, sosyal ve kültürel hayatı organize etmesidir bir anlamda. Gerçek de­mokraside sorumluluk, toplum­sal organizasyon kuran ve işle­ten sorumluluk, toplumu oluş­turan bireylerden başlar. De­mokratik rejim ise düşünen, bi­len, yapabilen kafaların toplumsal işlevini disipline eder.
Prof. Mümtaz Turhan "Batı Medeniyetinin esas unsuru ilimdir" diyordu. İlim, demok­rasinin "onsuz olunmaz" felse­fesidir. Bilimin egemen olduğu yerde çağdaşlık tartışılmaz, öz­gürlük tartışılmaz, gerçek tartı­şılmaz. Orada herkes haddini bilir. Zira sistem, haddini bilmeyenleri dışarı atar. Demokratik disiplinin anlamı budur. Türkiye’deki kimlik bunalımının baş nede­ni, işte bu disiplinsizlikten kaynaklanmaktadır. Görünen odur;
- Batı'nın gerçek demokrasile­rinde inşaat ameleliğinden ses sanatçılığına, ses sanatçılığın­dan sinema artistliğine, film yö­netmenliğine, türkücülükten ga­zete yazarlığına, kapı bekçiliğin­den Genel Müdürlüğe geçen bir tek insan gösterebilir misiniz?
- Meslek hayatları boyunca mesleğinin gerektirdiği uğraşlar dışında başka şeylerle tanışmamış, bir tek sosyal, kültürel, bilimsel, politik esere imza atmamış insanların ülke siyasetine, toplum kaderine yön verme makamlarına eriştiklerini dünyanın neresinde görebilirsiniz? Ana dilini kurallarına göre yazamayan romancılara, şairlere dünyanın neresinde rastlayabilirsiniz? Hakkında açılmış pek çok dava bulunan kişilerin Bakan ve Başbakan olabilmeleri dünyanın neresinde var?
Bunların hiç birini aslında hiçbir topluma yakıştıramayız. Aslında burada toplumun değil, sözde toplum adına ses çıkaran sakat kafaların suçu vardır. Tüm bunlardan basın sorumludur. Üniversite ve eğitim odakları sorumludur.
Sokakların ve caddelerin çukurlardan geçilmediği, sabahları bütün marketlerin önüne bırakılan çöplerin, kirli havanın, kendi bakımsız otobüsleri tarafından kapkara egzoz dumanlarıyla daha da kirletildiği şehirlerde belediye başkanlarının, sağlıktan sorumlu yetkililerin, tıp fakülteleri otoritelerinin demokratik bilincinden söz edebilir miyiz?
Demokrasi bir sorumluluklar disiplinidir. Evet demokrasi, her kafadan ses çıkması ve buna tahammül edilmesi demektir ama ses çıkaran kafaların sağlıklı olması ön koşuldur. Bu bir gerçektir ve sürekli vurgulanmalıdır. Bu anlamda da öncelikle siyasal kurumlar kendilerini toparlamalıdır.
Kendileri; kendi bünyelerinde demokrasiyi gerçekleştiremeyen, yozlaşmış bu partiler ve yöneticileri gerçek demokrasiyi nasıl gerçekleştirecekler? Gerçekleştirebileceklerine inananınız var mı?
***
BAK, LÜTFEN: http://arzu-kok.blogspot.com,

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

DÜNYADA RÜŞVET KİRLİLİĞİ
Çevre kirliliğine orantılı olarak yükseliyor...
Değerli arkadaşlar, Dünyada Rüşvet durumunu değerlendiren Uluslararası Transparency International  Enstitüsü 2012 yılı  için Ülkelerin (CPI) değerlerini (Corruption Perception Index) yayınladı. Buna göre Dünyada rüşvetten %100 arındırılmış  temiz ülke yok.  En temiz ülkeler grubundaki Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya, Avustralya ve Kanada gibi ülkelerin puvanı bile %90-%85 arasında. 
Türkiye'nin temizlik puvanı iyileşmiş, son 10 yılda 36 dan 49 a yükselmiş görünüyor. (Hırsızı bekçi yaparsan hırsızlık azalır!) Türkiye 2012 yılında, 100 üzerinden 49 puvanla 174 Ülke arasında 54. üncü sırada. 49 puvanın anlamı şudur; Devletin yürüttüğü tüm işlerin %51 ine rüşvet bulaşıyor, veya ortalama iki memurdan biri rüşvet alıyor demektir. 
Asya Türk devletleri (Kazakistan133, Azerbaycan139, Kırgızistan154, Türkmenistan170 ve Özbekistan171) maalesef listenin sonlarındalar; Bu Ülkelerin temizlik katsayıları çok düşük, %17-%28 arasında... æ
Dünya Rüşvet haritası.... 
En kötü durumdaki Ülkeler; Somalya, Sudan, Afganistan, Kuzey Kore
Karte der Käuflichkeit: In dieser Übersicht hat die Organisation die Korruption...

21 Kasım 2012 Çarşamba

13 000 YILLIK TÜRK YURDU ANADOLU

ANKARA’NIN TAŞI VE
13 000 YILLIK TÜRK YURDU 
ANADOLU
HALÛK TARCAN
Atam, sen,
Biz Türkler Orta Asya’daki ki büyük bir içdenizin kenarında doğduk o bizim Anayurdumuzdur,.
Sonra o denizin kurumasıyla dünyanın dört bucağına dağıldık dedin…
Senin kuşağın Türk tarihini böyle öğrendi…
Bunu sen bulmuştun…
Araştırsınlar diye Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’ni kurdun. Ama 10 Kasım 1938, dokuzu altı geçe, O denizi kuruttular, dünyayı Türk yaptı dediler…
Sana inanmadılar…
Batı’ya Türk Tarihini öğrensinler diye gönderdiklerin sana ihanet ettiler…
Türkçe bilmeyenlerin yazdıklarına biat ettiler, üstüne tüy kondurmadılar.
Fakat bir Uygurlu çıktı, orada beş içdeniz vardı dedi ve saydı:
Uçuğıltır köl, Om-Oğ, Obıl uçı, Uçuğuy köl, Oğ-Ur…
İnanamadılar
Sen,
Orta Asya, Anavatan,
Anadolu, ikinci vatan,
Girit, üçüncü vatandır dedin…
Dinlemediler bile!..
Batılı bunu kabul etmez, Batı doğru söyler, söylediği doğrudur…
Bize, Batı’nın “okey”i gerektir dediler!..
Uygurlu, Orta Asya’da kaya resimleri, yazı var, atalarımız yazıyı buldu dedi…
VE yazıları okudu…
Alay ettiler…
Ama tersini ispat edemediler…
Çünkü Türkçe bilmiyorlardı!.
Anadolu’da kaya resmi, Yazı var dedi…
Bunlar M.Ö. on üç bini (13.000) gösteriyor,
Atalarımız Doğu Anadolu’ya bu tarihte ayakbastı dedi…
Yazıları okudu… 
Sinirlendiler, hayaldir bu…
Biz, Anadolu’ya 1071’de geldik Batı öyle söylüyor, dediler
Okunamayan Girit yazısını okudu…
Atalarımız yazmışlardı dedi, ayni adam, senin gerçeği keşfetmiş olduğunu ispat etti… Hiç renk vermediler.
Derken, Ankara’nın Güdül Salihli köylüsünden Cemil Söylemezoğlu haykırdı... Heyyyy…
Güdüllüler uyanan…
Biz Anadolu’da beş bin yıldan beri varız… 
Bunu servet Somuncuoğlu duydu, ekip kurdu, gittiler, gördüler
Kaya resimleri ve yazıları keşfettiler…
Tam beş bin Kaya resmi ve yazı…
Ama, Atalarımızın Türkçelerini bilmediklerinden okuyamadılar…
Okuyana – Batılı olmadığı için – başvurmadılar. Bir Göktürk yazısı tutturmuşlar gidiyorlar…
Harfler Orhun’daki yazıların ayni imiş…
Orhun öncesini bilmediklerinden orada kaldılar….
Daha çok bekleyecekler…
Çünkü, Damgaları,  harf sandılar…
A,B diye okudular, AT, ÖK diye okuyacaklarına…
Orhun’dan önce, Açıktaş, Uluğ-kem, Işub-Oq, Uw-On Etrüsk, İskit, yazılarının Varlığına sırtarını dönmüşler…
En son yazı, Orhun’a takılıp kalmışlar, Onu ilk sanıyorlar…
Zaten, Batı dillerini çok iyi biliyorlar, ama, Kırgızca, Yakut, Uygurca , kısacası Orta Asya Türkçeleri onların yabancı dilleri gibi…
Fakat,
Sezar’ın Hakkını Sezar’ a verelim...
Nihayet; Türk Tarihinin yeniden yazılması gerektiğini kabul ettiler..
Yıl 2011…
Biz bunu 1988’de söylemiştik.
Atam, sen ne diyordun,
Biz Anadolu’da en aşağı beşbin yıl önce varız..
Yıl 1930 idi.
Bunu arasınlar diye Türk Tarih Tetkik Cem’iyeti kurulmuştu…
Ama o cemiyet, Türk Tarih Kurumu, Sana inanmadı….
Türkçe bilmeyen , nalıncı keseri Batılının kalem aldığı Tarihi kabul etti…
Batı kalemi, Türk Tarihini değil, Batı çıkarları tarihini yazdı..Sevr’e yol gösterdi,
Binyetmişbiri, kabul ettirdi.
Sen ne diyordun,
Behemahâl (zaman kaybetmeden) Türk tarihi yazılmalıdır..
Biz beş bin yıldır Anadolu’dayız…
10 kasım saat dokuzu altı geçe sözünü dinlemez oldular…
Kemikleştiler
Atam, artık rahat uyu…
Söylediklerin doğru çıktı…
Hem de daha fazlasıyla…
Beşbin değil, onüçbinden beri Anadolu’dayız…
Dediğin gibi, Anayurttan dünyanın dört bucağına gittiler, Yazıları ve yazıların içeriğini Ata kültürünü öğrettiler, Dip kültürü oluşturdular…
Artık, Ok yaydan çıkmıştır…”Türk Gerçeği” ortadadır.
Ruhun Şad olsun ATAM…
Ebedî uykunu artık  rahat uyu…
Türk’lüğünü inkâr edenler seni rahat bırakırlarsa?..
Halûk Tarcan,, 10 Kasım 2012
***
Not. Kaya resmi ve yazıt, Sermet Somuncuoğlu’nun izniyle, son çıkan “Damgaları Göçü” , Ankara, Güdül kaya resimleri adlı kitabından alınmıştır…
(AC YAPI’nın bir kültür hizmetidir)
***
Teşekkürler, çok iyi tertiplemişsiniz, Ama, bana değil, dağları, taşları, mağaraları , bakırları, demirleri,camları, derileri yazıtlarıyla dolduran…Biz, tarihten önce vardık  Tarihten sonra da varız diyen Ön- Atalarımıza  teşekkür edin…Onları, tanıyın, tanıtın , yayın artık başını eğik olmasın, kendinize güvenin, çalışın , öğünün…
H.T. [HALÛK TARCAN, 22 Kasım 2012, Perşembe] 
***

Original Message --From: lale gurman
Sent: Friday, November 23, 2012 5:05 PM // Subject: 
SAYIN HALÛK TARCAN'DAN OKURLARINA..
ÖZEL....
***
Sayın okurlarıma 2012’de 4 cilt olarak basılmış ve satışa arz edilmiş kitaplarımı tanıtırım… 
Saygılarla… Haluk Tarcan
Ön-Türk Kültürü..
Türk Kültürü ve TürkTarihi doğduğu yerde, Orta Asya’da ve Doğduğu Dilde, Türkçe ‘de aranır ve araştırılır.
Resmî Tarih Batılılar tarafından, Batılı çıkarlarına göre ve genelde tercüme yoluyla araştırılmış ve yazılmıştır; eksiktir, yanlıdır ve kökenden mahrumdur.
Tarihimizin yeniden yazılması gereğini 1980’de ileri sürmüştük. Bu fikir 2012’de kabul gördü.
Ön-Türk Kültürü çalışmalarımızın ırk, kan ve kafatasçılıkla ilgisi yoktur; O, kafatasının dışıyla değil, içindeki beynin içeriğindeki elle tutulmaz, gözle görülmez olan kültürü; Ön-Ata kültürünü inceler.

Kitap 1: Saymalıtaş, Evrensel Uygarlıkların Çatısı: Milyon yıldaki Qara-Tau kültüründen
(-14binde) Ön-Türk Kültürü’nün doğuşu, TEKERLEĞİN icadı, geyik, at, köpeğin evcilleştirilmesi…tekerlekli sabanla ziraat,  ruhlar âlemi, Kaya resimleri, damgalar, yazının  burada–olası- icadı,  mezar/tapınaklar, Ön-Türk yazı ve kültürününAvrupa’dan, Kanada ve Amerika’ya yayılışı…Orta Asya kişisi nereden geldi?,  Ön-Türk Devletleri,  Doğu Asya, Çin, Kore, Japonya, Baktriyan, Uşunguy, Quşhan  devletleri, Kaybolmuş Kıtâ UM(Mu), Atlantis, Piramitler, Mumyalar...

Kitap 2: Dünya Tarihini Değiştiren Ön-Türk Kültürü . Qara-Tau kültürü (milyon yıl), Gök, Güneş, Ateş kültleri, tek Tanrı kavramı, YAZI’nın icadı,  Hıristiyanlığın doğuşu,  Türkçe ilk dil, oququ-pultlar, Hint-Avrupa dilleri teorisinin iflâsı, İlk devletler,  Bir- Oy Bïl, At-Oy Bïl, Türük Bïl, göçler vb…

Kitap 3: Anadolu’nun Esas Sahipleri Ön-Türkler : Anadolu’ya -13bindeyazı sahibi olarak Doğu’dan, 6binde ise Trakya üzerinden giriş, tüm Anadolu’yu kaplayan kaya resimleri ve yazıtlar, Ahtamar adası,  Trabzon, Uw-On’lar, İlk Ön-Türk devleti “Oy-Urum Atın”, Bizans, Astan-Bolıq, Troya, Limni, Likya, Zümran(İzmir), Batı Anadolu, Beyce Sultan, Midas,  Beldibi, Side, Kıbrıs, Urartular, Hurlar, İskitler, Hattiler, Hititler, Maitanni’ler, vb... Ön-Türkçe’nin  etki alanı, okunamamış (hâlen okunmuştur) olan Girit yazıtları, Göbekli Tepe heyecanı...

Kitap 4:  Kökenindeki Ön-Türk Kültürünü Bilmeyen Batı: QARA- TAU Kültürü, Tanrı’ya aşma, göçmen/ göçebe ayırımı, vb… Fransa, Portekiz mağaraları,Fenike yazısının kökeni, Qamunlar ( İtalyan Alpleri), İsviçre, Avusturya, Etrüskler,  “Lâtin alfabesi Etrüsk alfabesidir”, Roma’nın kuruluşu, seçim,Demokrasi, egemenlik ulusundur,
Yuğ-sen/ Roma hukuku, pusulanın icadı, Greko Romen güreş, doktorluk, Roma’nın Etrüsksüzleştirilmesi, Glozel (Oduq Ël), Basqlar, İskandinavya, Makedonya, Ök-Ërikler (Grekler), Pelaçlar, İngiltere, İrlanda, bitirirken, Batıya acıyınız… 
Kitaplar 4 cilt hâlindedir: 4 ciltlik  takım olarak ya da tek, tek ciltlerhâlinde istenebilir..
Sadece tarafımdan dağıtılmaktadır, kitapçılarda bulunmaz, adres ve telefonum aşağıdadır.
TEL: 0212 356 30 11      

14 Kasım 2012 Çarşamba

KUTLU ALTAY KOCAOVA

3 MAYIS 1944 – 18 MAYIS 1944
PLANLI BİR ZULÜM
KUTLU ALTAY KOCAOVA
"Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan mes’elesi olduğu kadar bir vicdân ve kültür me’selesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikâmette çalışacağız."
1942 – Başbakan Şükrü Saracoğlu
1942 yılında döneminde başbakanı Şükrü Saracoğlu, bu sözleri söylediğinde, dünyâ, 2. Dünyâ Savaşı’nı yaşıyor, Alman orduları, Türkiye sınırına dayanıyor ve başta Avrupa’da olmak üzere bütün dünyâda kan, gövdeyi götürüyordu.
Türkiye, savaşın şartlarında savaş dışı kalmakla berâber, bu savaş dışılık, tam bir tarafsızlık değildir. Zîrâ Almanya’nın üstün olduğu günlerde, Türkiye’de ciddî bir Alman taraftarlığı vardı. Bunda artık klasikleşmiş İngiliz ve Rus düşmanlığının etkisi olduğu kadar, hükûmet yanlısı basının da payı büyüktü.
Ancak 1942-1943 kışında Almanların, Sovyetler Birliği karşısında, Stalingrad’da uğradıkları ünlü yenilgi ve peşinden gelen Sovyet karşı saldırısı, dünyâdaki durumu olduğu gibi Türkiye’deki durumu da etkilemişti. Daha birkaç ay öncesine kadar Alman taraftârı olan birçok gazete, şimdi tam tersi istîkâmette yerini almıştı.
1944 yılının başlarında ise artık, kesinleşen Sovyet-Amerikan gâlibiyeti, Türkiye’nin üzerine de olduğu gibi çökmüş ve Türkiye, bir tercih yapmak zorunda kalmıştı. Bir iki yıl öncesindeki gibi savaşa girmeden Almanya’yı destekleyen bir tutum mu, yoksa Sovyet-Amerikan birliğini destekleyen bir tutum mu?
Mayıs 1944’de yaşanan olaylar, Türkiye’nin o günlerdeki tercihini, dünyâya îlân etmişti. Bir yanda Türkiye’deki Türkçü-Turâncıların devletten tasfiyesi, etkisizleştirilmesi ve halk nazarında îtibarsızlaştırılması amacıyla gerçekleştirilen ve “3 Mayıs 1944”le özdeşleşen “Irkçılık-Turâncılık dâvâsı”; öte yanda da 18 Mayıs 1944’de Sovyetler Birliği’nin diktatör ve eli kanlı lideri Stalin’in emriyle ata yurt Kırım’dan sürülen yaklaşık 194 000 Türk. 
Bunun dışında Kasım 1943’de sürgün edilen, yaklaşık 75 000 Karaçay Türkü; 
Aralık 1943’de 130 000 Moğol Kalmuk; 
Mart 1944’de 25 000 Balkar Türkü ve Kasım 1944’de 89 000 Ahıska Türkü. 
Yânî 1943-1944 yıllarında sürgün edilen 500 binin üzerinde Türk.
Bir yanda 500 binden fazla sayıda sürgün edilen Türk; bir yanda sindirilmeye, ezilmeye ve etkisizleştirilmeye çalışılan Türkçüler ve bir yandan da sana sığınan kardeşini Sovyet Ruslara teslîm ederek, öldürülmelerine sebep olan ve Türk askerlerinin önünde, Ruslar tarafından öldürülen 146 Âzerbaycan Türkü.
* * *
Yaşananlar açıkça gösteriyor ki, 2. Dünyâ Savaşı’nı Sovyet-Amerikan bloğunun kazanacağının bellî olması üzerine Türkiye, bir karar vermiştir. Bu karar ise Türkiye’nin dışındaki Türklerin yok edilmesi pahasına, sessiz kalmak.
Atsız ve arkadaşlarının yargılandığı 3 Mayıs 1944 yargılamaları ile 18 Mayıs 1944’de gerçekleşen Kırım Sürgünü arasında, sâdece 15 gün olması, aslâ tesâdüf olamaz. Bu durum, bize açıkça göstermektedir ki, Kırım Sürgünü’nde Türkiye’nin ve dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile hükûmetinin haberi ve izni vardır. Hattâ bu ikili bir oyundur. Bu oyunun SSCB ayağında, Kırım Türklerine sürgün ve soykırım uygulanmış; Türkiye ayağında ise buna karşı sesini yükseltebilecek tek güç olan Türkçüler, ezilmeye çalışılmıştır.
İsmet İnönü ve hükûmeti, dış Türkleri fedâ ederek, onların kanı pahasına Sovyetlerle bu kirli oyuna girmiş ve yüzbinlerce Türk’ün kanını, eline bulaştırmıştır. Aslında bu konuda, en güzel söz, Âzerbaycan Türklüğünün yetiştirdiği, büyük şâir Almas Yıldırım’a âiddir.
*
“Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.”
*
1942 yılında Türkçülüğünü haykıran başbakan Şükrü Saracoğlu, iki yıl sonra Türkler öldürülürken susuyordu. Kırım’da, Kafkasya’da, Türkistan’da, İdil-Ural’da yüzbinlerce Türk’ün kanı akarken, susuyordu. Ancak en kötüsü, bu sessizlik, çaresizlikten kaynaklanan bir sessizlik değil; planlı, bilinçli bir oyundan kaynaklanan bir sessizlikti.
http://www.kutlualtay.net/planlibirzulum.htm

5 Kasım 2012 Pazartesi

Atilla Kart, Konya Milletvekili,


“İLERİ DEMOKRASİ” 
DİKTATÖRLÜĞÜ!..
Atilla Kart, Konya Milletvekili
             “Tevil etmeye gerek görmeden ifade ediyoruz; Türkiye’de bir Diktatör var. Türkiye’de Diktatörlük rejiminin nihai dinamikleri hayata geçirilmek isteniliyor. Diktatörlüğün tüm tezahürleri Türkiye’de yaşanıyor. Tarihte yaşanan diktatörlük süreçleri Türkiye’de yaşanıyor.
             Toplum; inançlar, etnik yapılar, tarihi değerler, Cumhuriyet değerleri,  sosyal ve ekonomik gruplar üzerinden ayrıştırılıyor.  Nefret söylemi Diktatör eliyle tırmandırılıyor….
            Yaşadığımız rejimde; Siyasilerin, Muhaliflerin özel hayatları yasa dışı yollarla izleniyor, görüntüleniyor. Bu görüntüler İktidar tarafından şantaj ve tehdit aracı olarak kullanılıyor. Fail ve sorumlular bulunamıyor. Başbakan Yardımcısına suikast iddiasıyla Kozmik Odalara giriliyor. Devletin stratejik sırları deşifre ediliyor.  Ancak suikastın sorumluları bir türlü bulunamıyor. Kamuoyu gelişmelerden her nedense bilgilendirilmiyor.
Gizli sürdürülen adli soruşturmalar Hükümet’in gayri resmi organı niteliğindeki basın organlarına Kolluk tarafından servis ediliyor, Şüpheliler itibarsızlaştırılıyor, infaz ediliyor; ancak servisi yapan mekanizmalar tespit edilemiyor.
            ÖSYM odaklı; KPSS, Yargıçlık Sınavları, TUS, Komiser Yardımcılığı Sınav Soruları servis ediliyor, ancak failler bir türlü ortaya çıkarılamıyor. Yargı da karartma ortamına iştirak ediyor; Konya’da kömür ve gıda yardımlarının dağıtıldığı bilgileri içeren Sosyal Yardımlaşma Vakfı Defteri kayboluyor, failler her nasılsa tespit edilemiyor, Savcılıklar takipsizlik kararı veriyor. Enerji Bakanlığı bağlantılı olarak 1 Milyar Dolar seviyesinde kömür yolsuzluğu yapıldığına dair Hazine Raporları esas alınarak Savcılığa suç duyurusu yapılıyor. Savcılıkta dosya 3 yıldır sümenaltı ediliyor faillere ulaşılmıyor. Gece yarısı Torba Kanun uygulamasıyla bu yolsuzluğun araştırılması engelleniyor. İktidara mensup Milletvekillerinin yolsuzluk fezlekeleri kayboluyor, ortadan kaldırılıyor, bu işlemleri yapan Savcı bir türlü bulunamıyor.
Basın üzerinde oto sansür kurumsal hale geliyor, oto sansürün yeni yöntemleri gelişiyor, muhalif gazetecilerin karşısına Hükümet Komiseri niteliğinde zaptiyeler yerleştiriliyor. Muhalif olmanın sembolü karikatür sanatı, İktidar sözcülüğünün temsilciliğine dönüşüyor… Karikatür sanatı nitelik değiştiriyor.
Bu rejimde: Uludere faciasının, Suriye’de düşen uçağın, 29 Ekim kutlamalarına ilişkin istihbaratın nereden geldiği bir türlü öğrenilemiyor. Devlet eliyle karartma uygulanıyor. Deniz Yıldırım ismindeki bir Gazeteci hakkında Yargıç ve Savcı dışında birileri “tutukluluğun devamına” şeklinde yazılı not düşüyor, Deniz Yıldırım tahliye edilmiyor. Bu notu düşen, bu kararı veren illegal merci bir türlü ortaya çıkartılamıyor. Bir milletvekili veya bakan hakkında 2004 yılında İsviçre’den valiz dolusu döviz getirdiği iddiaları basında yer alıyor, ancak olay tahkik edilemiyor. Yazıdaki iddialar tekzip dahi edilemiyor…
            Bu rejimde; Başbakan hakkında İsviçre’de 8 ayrı banka hesabının olduğu iddiaları dile getiriliyor. Ancak, Başbakan ilgili ülkeden aksine bir belge alma girişiminde bulunmuyor. Kamuoyu da bunları konuşamıyor, konuşamaz hale geliyor. Suudi Arabistan Kralının, Başbakan ve Cumhurbaşkanına verdiği hediyelerin tutarı ve akıbeti bir türlü öğrenilemiyor.
Bu rejimde; Yargı’da Hakkı Manav’lar yaratılıyor. Mahrumiyet bölgelerinde 1 ay görev yapan Savcı’lar, Yargıç’lar Adalet Bakanlığı bünyesine alınıyor. Şehit düşen Doğu Beyazıt ve Ovacık Savcı’larına Koruma verilmiyor. Hükümet ile yakın ilişkileri olduğu bilinen Danıştay başkanı, suç örgütü üyeleri ile 3 kez ve ayrıca özel araçta görüntüleniyor. Ancak, hakkında yargı prosedürleri işletilmiyor ve Danıştay kurum olarak zan altında bırakılıyor. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın emek ve tasarrufları üzerinden yolsuzluk yapan Deniz Feneri sanıkları Hükümet eliyle korunuyor. Alman Yargı Organlarının tespit ve hükümlerine göre “100 Yılın Soygunu Olan” bu yolsuzluğu soruşturan Savcı’lar görevden alınabiliyor. Yolsuzluk yapanları korumak için Hükümet Üyeleri’nin “Köstebeklik” yaptığını gösteren bulgular ortaya çıkıyor. Adalet ve İçişleri Bakanı soruşturmaya müdahale ediyor, delilleri karartıyor…” devamı var: (Yorumsuz Olması Gerekti) !…
“Bu rejimde ‘Ağaoğulları’ yaratılıyor. Ağaoğulları kavramını, Kamu yönetimindeki hukuksuzluk ve haksızlıkları ifade anlamında kullanıyoruz. Bu yolla Kamu alanları, orman alanları talan ediliyor. Ancak, unutulmamalıdır ki, Ağaoğulları sonuçta Diktatör’lerin elinde patlar, toplum ağır bedeller öder. Diktatör, açlık grevinin 50. Gününde olan insanları taciz ediyor, buna tenezzül; İnsaf ve vicdanla bağdaşmayacak şekilde ölüm sınırındaki insanları rencide ediyor. Diktatör, ülkenin Cumhurbaşkanı’nı hedef alarak , “Benim Valim’e nasıl talimat verirsin….” diyerek aslında faşizan zihniyetini itiraf ediyor. “Ben Devletim” diyor. Demokrasiden, insan haklarından, Devletin sorumluluğundan nasibini almadığını bir anlamda itiraf ediyor, tescil ettiriyor. Vali’nin, Cumhurbaşkanını ve Devleti temsilen görev yaptığını kabullenemiyor. Devletin Vali’lerini, Parti’nin Vali’leri ve kendisinin çalışanı zannediyor.
İşte bu ülkede faşizan süreç yaşanırken, Siyasi İktidar bir taraftan da,  Darbeleri Araştırma Komisyonu adı altında “Sanal bir gösteriyi” sergiliyor. Bu gerçekler daha da çoğaltılabilir. Bir belgenin İngilizce fotokopisini ilişikte sunuyorum. Tercümesini yaptırdık. ABD Ankara Büyükelçiliğinin düzenlemiş olduğu 24 Kasım 2008 tarihli bu belgeye göre;
Türkiye Cumhuriyeti Emniyet Genel Müdürlüğü, Silivri ve bağlı davalarla ilgili olarak ABD Elçiliğine raporlama yapıyor, brifingler veriyor. Yaptıkları açıklama ve değerlendirmelerde, soruşturma ve yargılamalar sonucunda, şüphelilerin mahkûmiyetinden emin olduklarını dile getiriyor, ayrıntıları anlatıyorlar. Emniyet birimleri yargılama yapıyor, hüküm kuruyorlar…
            Mezkûr belgeye göre; Başbakan’ın, Silivri soruşturması ve bağlı dosyalarla ilgili olarak davayı yürütenlerle haftalık toplantılar yaptığı ifade ve tespit ediliyor. Ortaya çıkan tablonun özeti şudur: Başbakan, Silivri ve bağlı olaylarla ilgili soruşturma dosyalarının doğrudan içindedir. Kolluk gücü, Siyasi iktidarın emir ve talimatları doğrultusunda görev yapmakta; Bu çalışmalarda, ABD mercilerinin izni ve icazeti alınmakta, bilgilendirmeler yapılmaktadır. Bu tablo, aslında şaşılacak ya da yadırganacak bir tablo değildir. AKP’nin Türkiye’yi getirdiği dramatik ve kaçınılmaz sonuçtur. Esasen; bir ülkede Diktatörlük varsa, Diktatörlük rejimi kurumsal hale gelmiş ise, Diktatör kaçınılmaz olarak yurt dışı dinamiklerle ilişkiye girer. Bu ilişki türü ve niteliği konjonktüre göre, Okyanus ötesi de, berisi de olabilir.
            Bir ülke; siyasi ve ekonomik anlamda nasıl sömürgeleştirilir, nasıl ayrıştırılır?
Bu tarihi süreçten söz ediyoruz. Bu süreç öyle bir süreçtir ki, sürecin sonunda; Yargı mekanizmaları kritik davalarda delilleri araştıramazlar, delillerden korkar hale gelirler. Zira deliller araştırıldığında Yargı mekanizmasının illegal yapılanma içinde olduğu ortaya çıkar. Türkiye’de Mahkemeler, gerçeklerin ortaya çıkmasından korkmaktadır. Bunun en bariz ve acımasız örneği Balyoz Yargılamasında ortaya çıkmıştır. Böyle bir tabloda, adalet, hukuk ve toplumsal barışın tesisinden söz edilemez. Böyle bir sürecin devamında kaçınılmaz olarak intikam ve husumet tohumları yeşerecektir. Bir toplum işte böyle ayrışır, böyle ayrıştırılır.
Değerli Basın Mensupları;
Diktatör’ler; kişisel ve siyasi hırsları uğruna ve ayrıca Devlet yönetiminde yaratmış oldukları yolsuzlukları ve hukuksuzlukları kamufle etmek amacıyla, İç ve Dış Savaş dahil, Türkiye’yi her maceraya sürüklemekten kaçınmayacaklardır. Bu kaygımızı halkımızın dikkat, takdir ve sorumluluğuna tevdi ediyoruz.
Narsist bir özgüvenin; Kifayetsiz ve muhteris bir yönetim anlayışının;
Marazileşen bir kibrin yol açtığı ve açacağı kabirlerden söz ediyoruz…
Elbette umudumuzu ve kararlılığımızı kaybetmiyoruz; Halkımız 29 Ekim tarihinde Cumhuriyet’in kurulduğu Ulus Meydanından haykırmış, bu oyuna izin vermeyeceğini, demokratik yollardan hesabını soracağını, dile getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşları arasında “Ötekiyi” yaratmadan hep birlikte Haramilerin Saltanatına son verecek, yeniden Bağımsız Türkiye’yi inşa edeceğiz…” 

Atilla Kart, Konya Milletvekili, 
02.11.2012 tarihli Ankara Basın Toplantısı; 
Tam metin..

30 Ekim 2012 Salı

TÜRKLÜK ÜZERİNE ATATÜRK'ÜN SÖZLERİ...


TÜRKLÜK ÜZERİNE ATATÜRK SÖZLERİ!
TÜRK DEMEK: Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe yaşamaktır. Ne Mutlu TÜRK'üm Diyene...
BOKURT MUSTAFA KEMAL
İŞTE TÜRK MUSTAFA KEMAL,
İŞTE TÜRKLÜK ÜZERİNE SÖZLERİ!
"Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarinin tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek." Atatürk
*
"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne en aşağı 7 bin senelik, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; simsek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. " Atatürk
*
"Tanrı nasip eder, ömrüm vefa ederse; Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Bati Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım! " Atatürk
*
"İstanbul’da çıkan bir gazeteyi Kaşgar'da ki Türk de anlayacaktır." Atatürk
*
"Türkiye Türklerindir." Atatürk
*
"Kanını taşıyandan başkasına inanma!" Atatürk
*
"Dünya yüzünde, Türk’ten daha büyük,ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir." Atatürk
*
"Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler." Atatürk
*
"Milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olacaklardır." Atatürk
*
"Türk'lerin yaşadıkları her yer misak-ı milli hudutları içindedir." Atatürk
*
"Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır!” Atatürk
*
“Muhterem milletime sunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin." Atatürk
-
"Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." Atatürk
-
"Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir." Atatürk
*
"Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir." Atatürk
*
"Eğer bende bazı fevkaladelikler görüyor, buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız." Atatürk
*
"Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır." Atatürk
*
"Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye'nin istikbaline, kendi benliğine, millî ananelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." Atatürk
*
"Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde su veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır." Atatürk
*
"Türkiye bir maymun değildir ve hiç bir milleti de taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir." Atatürk
*
"Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İste parola budur." Atatürk
*
"Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük isler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." 
Atatürk
*
"Tas kırılır, Tunç erir, ama Türklük ebedidir" Atatürk
*
"Türk aleminin en büyük düşmanı komünizmdir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir." Atatürk
*
"Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz." Atatürk
*
"Millet sevgisi kadar büyük sevgi yoktur. Kurtuluş Savaşı’nda benim de milletime ettiğim birtakım hizmetler olmuştur zannederim. Fakat, bunlardan, hiçbirini kendime mal etmedim.  Yapılanın hepsi milletin eseridir dedim. Aranacak olursa doğrusu da budur. Mazide sayısız medeniyet kurmuş bir irkin ve milletin çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız lazım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük islerimiz vardır. İlmi araştırmalar da bunlar arasındadır. Benim arkadaşlarıma tavsiyem sudur: Sahsınız için değil fakat mensup olduğumuz millet için elbirliği ile çalışalım.  Çalışmaların en büyüğü budur." Atatürk
*
"Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur." Atatürk
*
"Yeni Türk yazısı, Türk'ün yaradılıştan gelen zeka ve kabiliyetini geliştirebileceğinden yeni yazımızı tarlalarında çalışan çiftçilerimize, sürüleri başında dağlarda dolasan çobanlarımıza kadar en az bir zamanda yaymaya çalışmak hepimizin vicdan ve milli haysiyet borcudur." Atatürk
*
"Kanını taşıyandan başkasına inanma!" Atatürk
*
"Milletleri yükselten bu hususa bir amil daha ilave edelim; Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu alelade bir intikam değil, hayatına, istikbaline, refahına düşman olanların zararlarını dermeyi hedef tutan bir intikamdır." Atatürk
*
"Bütün dünya bilmeli ki; karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet, aciz ve zaaftır; bu insaniyet göstermek değil, insanlık hassasının yok olduğunu ilan eylemektir." Atatürk
*
"Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük isler yaptık. Bu islerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir." Atatürk
*
"Türk Milletinin karakteri yüksektir, Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir." Atatürk
*
"Su anda, büyük Türk Milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim." Atatürk
*
"Türk, Türk olduğu için asildir. Çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy  gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz.” Atatürk
*
"Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır" Atatürk
*
"Mensup olduğum Türk milletinin san ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır." Atatürk
-
"Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli yasamak için şart saymış  bir kavmin kahraman evlatlarından ibarettir. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yasayamaz ve yaşamayacaktır." Atatürk
*
"Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz." Atatürk
*
"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir." Atatürk
*
"Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. "  
Atatürk
*
"Bana, insanlar üstünde bir doğuş yüklemeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir."Atatürk
*
"Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır." Atatürk
*
"Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Öylelerine karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim." Atatürk
*
"Evvela, millete tarihini, asil bir millete mensup bulunduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu göstermeliyiz." Atatürk
*
"TÜRK çetin isler başarmak için yaratılmıştır!" Atatürk
*
"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki ASIL kanda mevcuttur!" Atatürk
*
"Bir Türk, cihana bedeldir!" Atatürk
*
"Bu memleket tarihte Türk'tü, halde Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır." Atatürk

VE
Mustafa Kemal'in
TÜRK şiiri

Gafil, hangi üç asır, hangi asır,
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarih söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alpler' inde Oğuz torunları,
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gökteki gafletten perde,
Hakikat nerede?

23 Ekim 2012 Salı

Bayramlarınız Kutlu olsun...

KURBAN BAYRAMINIZ VE CUMHURİYET BAYRAMINIZ
HAYIRLI, MÜBAREK, KUTLU VE MUTLU OLSUN
 Karşılıklı sevgi, içten saygı, dostluk, kardeşlik ve barış kaynağı Kurban bayramı ile Hürriyet, adalet, eşitlik, demokrasi ve egemenlik timsali Cumhuriyet bayramını birlikte idrak etmenin onur, mutluluk ve sevincini yaşıyoruz.
Dönem itibarıyla bu, çok önemli ve anlamlı bir rastlantı olmakla;
Biri Manevi, diğeri Milli olmak üzere; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş günü ve kurtuluş haftasına denk gelen “iki büyük sevincinizi” birlikte en samimi duygularımla kutlar;  Bayramların size, ailenize; Türk, İslam ve İnsanlık âlemine adalet, barış, sağlık, mutluluk ve başarılara vesile olmasını diler;
Bilvesile selâm ve saygılarımı sunarım.
Mustafa Nevruz SINACI
***
U N U T M A !..
“Cumhuriyet, idraki hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister.
Ey yükselen yeni nesil!.. İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu devam ettirecek olan sizlersiniz., Cumhuriyet düşüncede, bilgide, sağlıkta güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister., Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimi ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, yolsuzluk, soysuzluk ve dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Cumhuriyet, fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Cumhuriyet fazilettir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
***
P.K. 118 [06 442] Yenişehir-ANKARA
gercek.demokrat@hotmail.com
www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com

16 Ekim 2012 Salı

RTE "Örtülü ödeneği boşalttı"

RECEP TAYİP ERDOĞAN
Örtülü ödeneği boşalttı
ER TV, SİYASET Haberi
Tarih: 16.10.2012
Örtülü ödenekte harcama rekoru Başbakan Erdoğan da.
Erdoğan, örtülü ödenek harcamasıyla rekor kırdı!.. 2011’de 391 milyon TL, 2012’nin ilk 8 ayında 587 milyon TL harcadı. Paranın nereye gittiği ise “gizli” diye açıklanmıyor.
AKP dö­ne­mi­ne ait büt­çe ra­kam­la­rı in­ce­len­di­ğin­de en dik­kat çe­ken “ör­tü­lü öde­ne­k”­e ay­rı­lan pa­ra olu­yor. Ör­tü­lü öde­nek, Baş­ba­kan ta­ra­fın­dan giz­li hiz­met gi­der­le­ri için har­ca­nan pa­ra­yı ifa­de edi­yor. Bu ra­kam AKP dö­ne­min­de ade­ta re­kor kır­dı.
2011 ve 2012’de zir­ve
AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu ya­na ör­tü­lü öde­nek için büt­çe­ye ko­nan mik­tar ile ya­pı­lan har­ca­ma ara­sın­da bü­yük oran­da fark­lı­lık­lar bu­lu­nu­yor. Ör­tü­lü öde­nek­te­ki baş­lan­gıç mik­ta­rı ile yılso­nun­da­ki har­ca­ma ara­sın­da­ki en bü­yük uçu­rum ise 2011 ve 2012’de ger­çek­leş­ti. 2011’de ör­tü­lü öde­nek için ay­rı­lan baş­lan­gıç mik­ta­rı 500 bin TL idi. Ama Er­do­ğan, top­lam 391 mil­yon li­ra har­ca­dı. Bu ra­kam, 2012’nin ilk 8 ayın­da 587 mil­yon TL ol­du. Ya­ni son 10 yı­lın en yük­sek dü­ze­yi­ne çıktı. Sadece tem­muz ve ağus­tosta ör­tü­lü öde­nek­ten 156 mil­yon TL har­can­dı. Erdoğan, iktidara geldiğinden bu yana örtülü ödenekten yaklaşık 3 milyar lira harcadı.
“Giz­li­” di­ye açık­lan­mı­yor
Ör­tü­lü öde­nek­ler­le il­gi­li sık sık so­ru öner­ge­le­ri ve­ren CHP’li Ka­mer Genç, “Büt­çe gö­rüş­me­le­rinde ör­tü­lü öde­nek­te baş­lan­gıç­ta kü­çük bir mik­tar yer alı­yor. An­cak bu mik­tar es­ki ra­kam­la 700-800 tril­yo­na ula­şı­yor­. Bu ko­nu­da­ki so­ru­la­ra da ‘giz­li­’ ol­du­ğu ge­rek­çe­siy­le bil­gi ve­ril­mi­yo­r” de­di. CHP’li Atil­la Sa­v’­ın, ör­tü­lü öde­nek­le il­gi­li so­ru­su­na ise şu cevap verildi: “Ör­tü­lü öde­ne­ğin tah­si­si il­gi­li Ba­kan­la­rın ve Baş­ba­ka­n’­ın so­rum­lu­ğun­da­dır.”
LİBYA’YA ÖRTÜLÜDEN 300 MİLYON DOLAR!..
Ör­tü­lü öde­ne­ğin, ka­pa­lı is­tih­ba­rat ve ka­pa­lı sa­vun­ma hiz­met­le­ri, dev­le­tin mil­li gü­ven­li­ği ve yük­sek men­fa­at­le­ri ile dev­let iti­ba­rı­nın ge­rek­le­ri, si­ya­si, sos­yal ve kül­tü­rel amaç­lar için kul­la­nıl­ma­sı ge­re­ki­yor. Ör­tü­lü öde­nek pa­ra­sıy­la giz­li ope­ras­yon­lar da ya­pı­lı­yor. Lib­ya­’da Mu­am­mer Kad­da­fi dö­ne­mi­ni bi­ti­ren Lib­ya­lı mu­ha­lif­le­re ve­ri­len 300 mil­yon do­la­rın da ör­tü­lü öde­nek­ten har­can­dı­ğı id­di­alar ara­sın­da.
MUHALİFLERE PARA GÖNDERİLDİ İDDİASI
Ya­sa ge­re­ği ör­tü­lü öde­ne­ğin ne­re­ye har­can­dı­ğı açık­lan­mı­yor. Bel­ge­le­ri de har­ca­ma son­ra­sı im­ha edi­li­yor. Ör­tü­lü öde­nek ta­ma­men Baş­ba­ka­n’­ın ini­si­ya­ti­fin­de. An­cak bu sa­de­ce “Baş­ba­kan ta­ra­fın­dan kul­la­nıl­dı­ğı­” an­la­mı­na gel­mi­yor. Baş­ba­ka­n’­ın em­riy­le di­ğer ba­kan­lık­lar ve ku­rum­lar da ör­tü­lü öde­nek­ten ya­rar­la­na­bi­li­yor. Bu ku­rum­la­rın ba­şın­da Mil­li İs­tih­ba­rat Teş­ki­la­tı (MİT) ge­li­yor. Son gün­ler­de ise Su­ri­ye­li mu­ha­lif­le­re ör­tü­lü öde­nek­ten pa­ra gön­de­ril­di­ği id­di­ala­rı ko­nu­şu­lu­yor.
HANGİ BAŞBAKAN
ÖRTÜLÜ ÖDENEKTEN 
NE KADAR HARCAMA YAPTI?
Tansu Çil­ler
5.3 mil­yon li­ra pa­ra har­ca­dı
1993 yı­lın­da Baş­ba­kan ol­du. 1996 Mar­t’­a ka­dar Baş­ba­kan­lık yap­tı. İk­ti­dar­da ol­du­ğu son iki yıl­da top­lam 5.3 mil­yon li­ra ör­tü­lü öde­nek har­ca­ma­sı ya­pıl­dı. Çil­le­r’­in, do­lan­dı­rı­cı ol­du­ğu or­ta­ya çı­kan Sel­çuk Par­sa­da­n’­a örtü­lü öde­nek­ten pa­ra kap­tır­dı­ğı id­di­a edil­miş­ti.
Necmettin Erbakan
6.3 mil­yon li­ra­lık har­ca­ma yap­tı
Re­fah- Yol hü­kü­me­ti dö­ne­min­de Ha­zi­ran 1996- Ha­zi­ran 1997 ara­sı Baş­ba­kan­lık yap­tı. O bir yıl­da da ör­tü­lü öde­nek­ten 6.3 mil­yon TL har­ca­dı. Ör­tü­lü öde­nek­ten Çe­çen­le­re pa­ra ak­ta­rıl­dı­ğı id­dia edil­miş­ti. Er­ba­kan, par­ti­si­ne “Bu ko­nu­da ko­nuş­ma­yı­n” ta­li­ma­tı ver­miş­ti.
Mesut Yılmaz
Ör­tü­lü büt­çe­sin­den 8.8 mil­yon TL git­ti
Ana­va­tan Par­ti­si es­ki Ge­nel Baş­ka­nı Me­sut Yıl­maz, Ha­zi­ran 97’den Ocak 1999’a ka­dar Baş­ba­kan­lık kol­tu­ğun­da otur­du. Sa­de­ce 1998 yı­lın­da ör­tü­lü öde­nek­ten 8.8 mil­yon TL har­ca­dı. Mesut Yıl­maz dö­ne­mi­nde yapılan ör­tü­lü öde­nek har­ca­ma­la­rı da çok ko­nu­şul­du.
Bülent Ecevit
170 mil­yon TL’­lik öde­nek kul­lan­dı
Ocak 1999’da­ki se­çim­ler­den son­ra Baş­ba­kan ol­du. AKP dö­ne­mi­ne ka­dar da Baş­ba­kan­lık kol­tu­ğun­da otur­du. İk­ti­dar­da­ki 3 yıl­da top­lam 170 mil­yon TL ör­tü­lü öde­nek har­ca­ma­sı yap­tı. Bülent Ece­vit dö­ne­min­de en çok kay­nak ise is­tih­ba­rat har­ca­ma­la­rı­na ak­ta­rıl­dı.

6 Ekim 2012 Cumartesi

BEHZAT ŞAŞAL


DİN ÜZERİNDE YAPILAN 
BÜYÜK YANLIŞLIKLAR
İnsanoğlunun toplumsal yaşama geçişinden bugüne dek olsun, bundan sonraki yaşamımızda olsun, yaşamı üzerindeki en büyük etkenlerden birisi ve belki de birincisi DİN ve DİNİ İNANÇLARdır. Ve yine toplumlar arasındaki birçok savaşların temel kaynağı olarak din faktörü rol oynamıştır veya en azından öyle gösterilmiştir.
İnsanoğlunun DİN üzerinde yaptığı en büyük yanlışlık tek DİNİ çoğul DİNLER haline dönüştürmesidir. Çünkü dünyamızda dinler değil bir TEK din vardır. o din de birliğe yani TEK’liğine inanılan Allah’ın koyduğu, vaaz ettiği dindir.
Bütün insanlar bir Tek Allah varlığına inanmakta ve bütün insanlık hangi din inancı görüntüsü altında olursa olsun, o bir “tek” Allah’a dua ve ibadet etmektedir. Çünkü ortada bir başka Allah yoktur.
Ortada bir Tek Allah olduğuna ve bütün insanlık da bu bir tek Allah’a inandığına göre bu değişik din ve dinler anlayışı nereden çıkmıştır?
Bu, insanoğlunun elle tutup gözle gördüğü şeylere daha fazla değer vermesinden ve ona inanma duygusundan kaynaklanmaktadır. Çok din inancı; insanların, gözle görüp elle tutamadığı Allah’a değil, elle tutup gözle gördüğü onun peygamberlerine daha fazla önem verip ona inanmalarından kaynaklanmıştır. İnsanlar peygamberlerine öylesine inanıp ona öylesine bağlandılar ki, peygamberler inanç dünyasında Allah inancının önüne geçti. İnsanlar savaşları veya toplumları Allah inançlarına göre değerlendirdiler. Ve “senin peygamberin, benim peygamberim” girdabı içine girdiler. Peygamberlerin Allah tarafından görevlendirilmiş bir insan olduğunu unuttular. Peygamberlerini Allah yerine koydular. Yaşamlarını ve savaşlarını Allah’a göre değil Peygamberlerine göre düzenlediler ve değerlendirdiler. Bunun sonucu olarak insanoğlu şu gerçeği gözünden kaçırdı. Bütün peygamberlerin aynı Allah’ı anlatıp öğretmeye çalıştığı gerçeği unutuldu. Nihayetinde peygamberler de bizim gibi birer insandı. Yalnız bizlerden üstün özellikleri olan insanlardı ki Allah onları aramızdan peygamber olarak seçip görevlendirmiştir. Ama ne kadar üstün özellikleri olurlarsa olsunlar nihayet onlar da birer insandı. İnsanda bulunan bütün zaaflar, hatalar, kusurlar az da olsa onlarda da vardı. peygamberimiz Hz. Muhammed bu durumu hadislerinde defalarca ve ısrarla belirtmiştir. Örneğin “Ancak bir kulum (insanım) ben, dininize ait bir şeyi emredersem o emri yerine getirin, fakat kendiliğimden, kendi reyimle dünyanız için bir buyruk verirsem, insanım ancak (yanılabilirim) demiştir. (Celaleyn: C. 1 s. 85).
“Ancak bir kulum ben, bir kul gibi yerim, kul gibi içerim, kul gibi otururum” (Celaleyn: C1 s. 80).
“Ben Kureyş kabilesinden, kurumuş etle geçinen bir kadının oğluyum ancak” (Şifa C. 1 s. 103).
Hz. Muhammed ve diğer bütün peygamberler birer insandı. Ve insanların bir özelliği de sevdiği kişileri kusursuz, eksiksiz görüp onu alabildiğine yüceltmesi, sevmediklerini ise yine olmadık kusurlar hatalar bularak suçlamasıdır. İşte, insanları dinler ve peygamberler arasında oluşturduğu olay budur. İnananlar ve sevenler inandıkları ve sevdikleri peygamberlerini olabildiğince yükseltip yüceltmesi, inanmadıkları ve sevmedikleri peygamberi ise yine olabildiğince aşağılayıp değersizleştirme gayreti ve hatta yarışı içinde bulunmuşlar ve bulunmaktadırlar. İşte dinler arası ayrılıklar, düşmanlıklar ve savaşların kaynağı; insanoğlunun peygamber olarak inandığı, sevdiği kişileri abartılı olarak yükseltmesi, sevmesi, buna karşılık başka peygamberleri de abartılı olarak değersizleştirmesi, aşağılamasından kaynaklanmaktadır.
Bu durumu günlük sosyal yaşamımızda da rahatlıkla görebilirsiniz. Bakınız sosyal yaşamımıza, partiler, dernekler, kulüpler ve benzeri sosyal kuruluşlar genellikle genel başkanları ile birlikte değerlendirilir. Öylesine ki genel başkan kim ise, o kuruluş o kişi ile bütünleştirilir, birleştirilir ve özdeş hale getirilir. Örneğin bir parti, bir kulüp veya dernek tenkit edildiğinde genel başkan, genel başkan tenkit edildiğinde parti, kulüp veya dernek tenkit edilmiş olur. onları birbirinden ayıramazlar, birbirlerine kaynaşmış gibi birlikte değerlendirilirler. İşte din ve dini inançlar alanında da aynı hata, aynı yanlışlık yapılmaktadır. Peygamber denilen kişiler, yaymakla görevlendirildikleri dini ve dini inançlarla öylesine bütünleştirilip özdeş hale getirilmiştir. Sevmediği ve inanmadığı dini ve dini inançları yıpratmak isteyen kişiler, doğrudan doğruya peygamberleri hedef almakta, peygamberleri tenkit edilerek o peygamberin yaydığı din ve dini inançlar yıpratılmaktadır. Ve bu arada yapılan en büyük hata ve yanlışlık, peygamberlerin din adına ortaya koydukları ana felsefe ana amaç gözden kaçırılmakta, dikkate alınmamaktadır.
Örneğin, peygamber olsun veya olmasın, din veya dini inançların temsilcisi kabul edilen kişilerin, yaymak istedikleri dini ve dini inançlarını bakın nasıl ifade etmişler. Lütfen, dinlerin birer anayasası olarak kabul edebileceğimiz bu maddeleri süratle okuyup geçmeyiniz, hepsinin üzerinde teker teker düşününüz, hem de günlerce düşününüz. Yanlışlarınızı, yanılgılarınızı ve hatalarınızı görünüz.
Dinlerin Ortak Noktası
TAOİZM: Komşunun kazancını kendi kazancın gibi, onun zararını kendi zararın gibi kabul et.
(Ta’i Shang Kan Ying Pien)
HİNDUİZM: İşte en yüksek kanun budur. Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma.
(Maha Borate 5 – 1517)
BUDİZM: Sana acı veren şeyle başkalarını incitme.
(Undanavarga: 5 – 18)
KONFİÇYÜSLÜK: Sana başkalarının yapmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma.
(Analeots: 5 -23)
ZERDÜŞLÜK: Yalnız kendisi için kötü olan şeyi komşusuna yapmayan insan iyi insandır.
(Dadistan- I Dimik: 945)
YAHUDİLİK: Sana ıstırap veren şeyi başkalarına yapma. Tevrat’ın esası budur. Gerisi güzel laftan ibarettir.
(Talmud)
HIRİSTİYANLIK: İnsanların senin gibi yapmalarını istediğin her şeyi sen de onlar için yap. Bu peygamberler kanunudur.
(Mata İncili: 7 – 12)
İSLAMİYET: Kendiniz için sevmediğiniz şeyi kardeşiniz için de sevmedikçe hiçbiriniz mümin olamazsınız. (veya)
* İman etmedikçe mümin olamazsınız, insanları sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.
(Hadis-i Şerif)
Gördüğünüz gibi bütün din ve dini inanç önderleri yaklaşık aynı sözleri söyledikleri halde, din ve dini inançları arasındaki bu farklılıklar, bu düşmanlıklar nereden kaynaklanıyor?
Bu ayrılık ve düşmanlıklar, din ve dini inançların Allah’ın buyrukları olarak değil de, kişilerin din ve dini inançları haline dönüştürmemizden kaynaklanmaktadır. Israrla vurguluyorum, lütfen sözlerimi yanlış değerlendirmeyin, partiler, dernekler, kulüpler gibi kuruluşları ve özellikle din ve dini inançları, peygamber bile olsa, insanlara, kişilere bağımlı hale getirmeyin ve o şekilde değerlendirmeyin. Kuruluşlar, din ve dini inançlar devamlı ve evrenseldir, fakat insanoğlu bireysel ve geçicidir.
Özellikle evrensel ve sonsuzluk özelliğine sahip din ve dini inançlar, bireysel ve geçici olan insanoğluna bağımlı hale getirilmemelidir. Sosyal yaşamınızda çevrenize bir bakın, partilerin, kulüplerin ve dernekler gibi kuruluşların başından kaç genel başkan geldi geçti.
Geçici olan varlıklarla devamlı olan kuruluşları özdeş hale getirme hatası ve yanlışı içinde bulunuyoruz. Bunun sonucu olarak da din ve dini inançlar, Allah ile değil kişilerle bütünleşip özdeş hale gelmektedir. Örneğin, Musevilik Musa peygamberin, Hıristiyanlık Hz. İsa’nın, İslamiyet de Hz. Muhammed’in dini gibi bir görüntü almıştır. Dolayısıyla dinler Allah’ın dini değil, kişilerle özdeşleşen dinler halinde kabullenildi ve değerlendirildi. Bu durumda da insanlar ve toplumlar arasında, “Benim peygamberim senin peygamberinden daha üstün” iddialaşması ve münakaşası ortaya çıktı. Bu zıtlaşma zamanla düşmanlığa dönüştü. Allah’ın dinine değil peygamberlere inanışın getirdiği ayrılık insanlara din savaşları yaptırdı ve ne yazık ki hala yaptırıyor.
Bu durum insanlığın büyük bir yanılgı ve yanlışlara sürüklenmesine neden oldu. Peygamber de olsa kişilere ait din olamaz. Din Allah’a aittir ve Allah o kişileri, o dini duyurmak için görevlendirmiştir. Yani, peygamberler dinlerin sahipleri değiller dinin esas sahibi tarafından görevlendirilmiş kişilerdir. Yani bir başka deyişle Allah’ın görevlendirdiği öğretmenlerdir.
Bu duruma göre biz, dinin asıl sahibi olan Allah’ı bir kenara bırakıyor, Allah’ın dinini peygamberlere mal ediyoruz ve Allah için değil peygamberler için savaşıyoruz.
Çok değil biraz dikkatli düşünürsek bütün peygamberlerin insanlığa aynı Allah’ı anlattığını göreceğiz.