ANKARA KALESİ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
100 YILLIK PARAN TEZ DEĞİLDİR
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yıldönümü yaklaşırken, bazı ulus devlet
karşıtı çevreler Atatürk’ün çağdaş cumhuriyet devletini yüz yıllık parantez
olarak ilan etmeye başladılar. Dünyanın merkezi coğrafyasında kendi konumlarına
göre özel çıkarları doğrultusunda plan ve programlar geliştirenler ile
emperyalizmin çıkarları doğrultusunda belirli projelere angaje olarak, ortalık
alanı bu gibi yaklaşımlar için hazırlamaya çalışanlar, Türk ulusunun bir ölüm
kalım savaşı verdikten sonra ilan etmiş olduğu bağımsız halk cumhuriyetini,
geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkan dünya koşulları ve konjonktürünün
dayatmış olduğu bir geçici bir siyasal yapılanma olarak görmekte ve bu
doğrultuda uluslar arası konjonktür doğrultusunda açılmış bir parantez olarak
ifade etmektedirler. Şeriat devleti peşinde koşan siyasal İslamcısından tutun
da, küresel sermayenin militanlığına soyunmuş olan neoliberal gruplara kadar,
geçici bir parantez değerlendirmesi öne
çıkarılmakta, cumhuriyetin yüzüncü yılına kadar gelemeden tasfiye edilmesi
gerektiği vurgulanarak, bu doğrultuda artık bu paranteze bir son verilmesi
gerektiği, açıkça dile getirilmektedir .
Yüz
yıl önceki koşulların ortadan kalktığı öne sürülürken, o dönemin koşulları
yüzünden açılmış olan parantezin , değişen koşullar dikkate alınarak
kapatılmasının zorunlu olduğunu, bazı inançlı militan siyaset adamları her
fırsatta söyleyerek , Türk devletinin geleceğini n olmadığını ,artık bu tür bir
devlet yapılanmasının merkezi alanda barınamayacağını bir yıkıcı tez olarak siyaset sahnesine
getirmektedirler .
Türkiye Cumhuriyeti karşıtlarının
,bu devletin geleceği ile ilgili olarak tasfiye kararı almaya hakları olmadığı gibi , Türk
ulusunun dünyanın en büyük emperyalist
güçlerine karşı büyük bir mücadele vererek
elde etmiş olduğu bağımsız bir devlet çatısı altında yaşama güvencesini de tümüyle ortadan kaldırmaya çalıştıkları
görülmektedir . Herkesin hem etnik kökeni , hem de dinsel ya da kültürel
kimliği birbirinden çok farklı olabilir . Herkes kendi kimliğine veya çıkarlarına göre farklı devlet modelleri
peşinde koşabilir . Siyasal hareketler ve örgütler bazen kendi devletlerini
kurmak üzere yola çıkabilirler, ya da koşullar ayrı bir devlet kurmaya
elverişli değilse, o zaman da var olan devlet yapısını kendi kimliklerine ya da
çıkarlarına göre değiştirmeye
kalkışabilirler . Dünya tarihi bu
çekişmenin çeşitli örnekleri ile dolu olan bir devletler mezarlığı olarak
görülebilir .
Her
devlet belirli bir aşamada dünya
sahnesine çıkmış olabilir , daha sonraki dönemde koşullar değişti ise, o zaman
da var olan devlet yapısını yeni ortaya çıkan koşullar doğrultusunda yeniden
yapılanmaya zorlayan oluşum ya da
siyasal hareketler gündeme gelebilir . Bu gibi süreçlerde halen var olan ya da geçmişten gelen devletler ,kendilerini yeni
koşullara uygun bir biçimde yenileyebilirse o zaman gelecek yüzyılda da
yollarına devam edebilirler .Kendini yenileyemeyen ya da zaman içinde zayıf
kalarak gücünü kaybeden devletler, hızla çöküşe
ya da dağılmaya doğru sürüklenmektedirler . Bu açıdan yeryüzü
haritasında yer alan bütün devletler benzeri bir gelişme sürecinden geçmişlerdir
. Tarihin ortaya koyduğu gerçekler açısından konu ele alınırsa , her devletin
tarihin belirli bir aşamasında dünya sahnesine çıktığı , geçen zaman dilimi
içinde kendini yenileyenlerin başarılı
devletler olarak yollarına devam
ettikleri , kendini yenileyemeyenlerin ise ,başarısız devletler olarak
tarihin tozlu sayfalarındaki yerlerini istemeden almak zorunda kaldıkları
görülmektedir .
Türkiye’de cumhuriyet düşmanları
Atatürk Cumhuriyetinin defterini dürme
doğrultusunda yüzüncü yıldönümüne gelmeden devletin tasfiyesini zorlarlarken
,bir de Türkiye’nin doğu bölgelerinde ayrı etnik ya da dinsel yapılanmalar
üzerinden farklı devlet modellerini devreye sokmaya çalışan kesimler , Osmanlı
İmparatorluğunun son dönemlerinde ülkeyi
kurtarmak isteyen son Osmanlı hükümetinin tehcir uygulamasını tersine çevirerek
,tehcirin yüzüncü yılında tekrar Türk ve
Müslüman kimliğinin dışında devlet yapılanmaları arayışı içine girenler , gene
bir parantezin kapatılmasından söz
etmektedirler . Osmanlı İmparatorluğu sonrasında , Misakı Milli sınırları
içerisinde güçlü bir ulusal devletin ,ya
da çağdaş cumhuriyetin yapılanmasını bir türlü kabül edemeyenler , Türkiye Cumhuriyeti
karşıtlığını parantezcilik oynayarak
sürdürmek istemektedirler .Bu doğrultuda
birinci dünya savaşı ile doğu Anadolu tehcirinin yüzüncü yıllına
gelindiği aşamada Türk devleti için
parantez eleştirileri ve suçlamalarının sayısı artmakta ,her türlü yayın
organında Türkiye Cumhuriyeti , merkezi alanda zorunluluklar nedeniyle ortaya
çıkmış olan siyasal bir parantez olarak
açıklanmaya çalışılmaktadır .
Türk
devleti açısından küçültücü ve aşağılayıcı bu tutum ve davranışların cumhuriyet
düşmanlarının sözlerinde her geçen gün daha fazla yer alması karşısında ,Türk
kamuoyunda bir parantez tartışması son aylarda giderek artmıştır . Başta
Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olmak üzere
siyaset sahnesinin diğer aktörleri de , Türk devletinin bugün gelmiş
olduğu aşamayı bir parantezci yaklaşım çerçevesinde ele alarak anlatmaya
çalışmaktadırlar . Uluslarası ilişkiler
alanında kariyer yapmış olan Türkiye’nin yeni başbakanı , biraz kamu hukuku okusaydı ya da devlet
olgusu üzerine birkaç kitap karıştırsaydı , Türkiye’nin geleceği ile ilgili
olarak kasten çıkarılmış olan parantez tartışmalarına girmeyerek , ülkeye ve devlete
zarar verebilecek bu tür tartışmalardan uzak
durmayı tercih edebilirdi .
Kasıtlı olarak parantez
kavramını Türkiye’nin geleceği
doğrultusunda kullanan kararlı kişiler
,yakın gelecekte Türkiye Cumhuriyeti gibi güçlü
ve çağdaş bir ulus devleti orta
alandan kaldırmak istedikleri için, parantez kavramını bilinçli olarak öne
çıkarmakta ve bu kavramdan hareket ederek Türk devletinin kalıcı esas devlet
olmadığını ve bu nedenle de ancak bir parantez durumu ile açıklanabilecek
geçici bir statüye sahip olduğunu ,Türk kamuoyuna genel anlamda benimsetmeye çalışan Türkiye karşıtları ,
Türklerin bağımsız devletini bir parantez kıskacı içine alırlarken , bu devletin aslında kalıcı olmadığını ve tüm parantezler gibi geçicilik gösterdiğini
,Türk kamuoyuna anlatmaya
çalışmaktadırlar . Parantez kavramının her zaman için genel doğrunun dışına
çıkan durumları ifade etmesinden yararlanmak isteyen cumhuriyet düşmanlarının ,
Türk devletini de genel doğru çizgisinin dışında kalan bir siyasal oluşum
olarak tarih sahnesine çıktığını , normal duruma dönülme noktasına gelindiğinde
bugün sınırları içinde Türk devletinin egemenlik düzeninin geçerli olduğu Misakı Milli yapılanmasının, söz konusu olamayacağını açıkça dile getirmekten çekinmemektedirler .
Normal
bir yazı düzeninde nasıl normalin
ötesindeki kelimeler ya da açıklamalar yazının içinde belirtilirken parantez
içine alınıyorsa ,Türkiye Cumhuriyetinin varlığı da istisnai durum gibi
düşünülerek ,geçicilik parantezi içinde
açıklanmaya çalışılmaktadır . Parantezci yaklaşım içinde Türk devletini
ele alanlar , parantez olarak kabül ettikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin geçici
bir devlet olduğunu , bu nedenle hiçbir zaman kalıcılık iddiasında
bulunamayacağını , tüm diğer parantez içinde belirtilen geçici durumlar gibi
,Türk devletinin de tarih sahnesinde
geçicilikten öteye gidemeyeceğini , her aşamada dile getirmekten
kaçınmamaktadırlar . Siyaset biliminin ortaya koyduğu bilgiler doğrultusunda
,ancak başarısız olan ya da zayıf kalan devletler için geçicilik ya da istisnai durum konumu öne sürülebilmektedir .
Ne var ki , bütün devletler ,geleceğe dönük bir biçimde sonsuzluk iddiasına
dayalı olarak kurulduğu için, her devletin içinde bulunduğu gerçek durum ve
koşullar genel olarak devletlerin
geleceğini belirlemektedir .
Siyaset bilimi açısından konu ele alındığı zaman ,
Oswald Spengler isimli bir bilim adamının medeniyetler teorisi olarak ortaya
konulan kuramı doğrultusunda
değerlendirme yapmak gerekmektedir . Spangler’in teorisine göre ,
devletlerin hayatı da tıpkı diğer canlılara benzemekte ve bu doğrultuda tıpkı diğer canlı varlıklar
gibi doğmakta , büyümekte ve belirli bir süre yaşadıktan sonra ölmektedirler .
Sosyoloji ve siyaset bilimi teorisi
açısından ,devletlerin de yaşayan diğer canlılar gibi böylesine bir var olma
sürecinden geçtiği görülmektedir . Her devletin
önce bir var olduğu ,bir en güçlü
ve tepe noktada varlığını güçlendirdiği ama belirli bir zaman dilimi içinde de
zayıflayarak güç kaybetme noktasına geldiği görülmekte ve bu aşamadan sonra da
çöküş ve dağılma oluşumları ile devletler tarih sahnesinden
çekilmektedirler . Yıkılan devletlerin ahalisi hemen yok olmamakta ,vatan
topraklarını oluşturan ülke de bir toprak parçası olarak varlığını devam
ettirdiği için ,aynı ülke üzerinde eski ahalinin yeniden örgütlenmesi ile
eskisinden çok farklı doğrultuda yeni devlet yapılanmaları ortaya
çıkabilmektedir .
Parantez
kavramını kullanarak Türk devletini ele alanlar , bu tezleri dikkate alarak
hemen bir devletin sonunu hızlandırılmış bir siyasal gelişmeler doğrultusunda
hazırlayarak ve sona erdiren
örneklerden yararlanarak bir devletin
geleceği ile oynayabilmektedirler Devlet karşıtlarının iyi bildikleri bu
durumları var olan devletlerin kurumları da aynı derecede iyi bildiği için
,parantez teorilerinden ya da yaklaşımlarından hemen sonuç çıkmamaktadır . Devlet güçleri , değişen siyasal ve sosyal koşulları iyi izleyerek önlemler
almaya başladığı zaman , geçicilik suçlamasıyla öne çıkan parantezciler geri
adım atma durumunda kalabilmektedirler . Aksi durumlarda ise , devlet
yapılarının devlet düşmanları tarafından çökertilerek dağıtılma aşamasına
sürüklenildiği ortaya çıkmıştır . Devletlerin büyüklüğü ya da güçlülüğü gibi
kriterler ,siyasal yapılanmaların devam
edip etmemesi ,ya da sona erip ermemesi
gibi durumlarda etkin bir role sahip bulunmaktadır .
Bir devlet yapılanmasının kalıcı
olması ya da geçici olarak kalması gibi durumlar daha çok dünya
konjonktüründeki gelişmelere göre belli olmaktadır . Bu noktada , bütün
devletlerin dünya haritası üzerindeki yerinin jeopolitik açılardan gösterdiği konum ile birlikte, büyük devletler
arasındaki hegemonya çekişmesi
sürecinde güç merkezleri arasındaki
çekişmeler ya da öne geçme gibi durumlar
da belirleyici olabilmektedir . Bu
çekişme süreci içinde , devletler birbirleriyle rekabete kalkışırlarken, hem kendilerini korumaya öncelik vermekte hem de diğer devletlerden öne geçerek kendi çıkarları doğrultusunda dünya haritasının belirli bölgelerinde emperyal
hedefler için etkili olabilmektedir . Bu gibi durumlarda ,
bazen büyük devletlerin dağılmasıyla küçük devletler gündeme gelebilmekte, ya
da bazen da bu durumun tamamen aksi bir yönde
bir devletin komşularını ele geçirerek bulunduğu bölgede daha güçlü ya
da büyük bir yeni devlet modeli
yapılanması ortaya koyduğu görülebilmektedir .
Devletlerin
parçalanmaları ya da komşuları aleyhine genişleyerek büyümeleri de , bölgesel
ya da küresel güç merkezlerinin yeni
jeopolitik konumlarına göre belirlenebilmekte , bu gibi durumların kalıcı
olabilmesi ya da kısa bir zaman dilimi sonrasında geçicilik göstermesi de
gene , siyasal güç merkezleri arasındaki çekişmelere bağlı
olduğu gibi , bunların dışında ortaya çıkan başka faktörlerin yansıması olarak
da farklı sonuçlar ortaya
çıkarabilmektedir . Bu çerçevede , bir devletin geçici bir parantez olarak belirtilebilmesi
,ya da geleceğe dönük olarak sonsuza
kadar yaşayabileceğinin ifade edilebilmesi
genel anlamda dünya düzeyindeki evrensel gelişmeler ile
açıklanabilmektedir . Konjonktürel gelişmelerin ya da güç merkezleri arasındaki
değişikliklerin küresel düzeyde çevreye yayılması ile, bir çok devletin
kaderleri belirlenebilmekte ve bu doğrultuda dünya haritası yeniden biçimlenmektedir . Devletler
arası ilişkilerde hiçbir zaman tam anlamıyla eşitlik ya da istikrar
sağlanamamakta ,bu yüzden de küçük ve orta boy devletlerin geleceği devler arasındaki çekişmelerin
gösterdiği yeni durumların etkinliği ile değerlendirilebilmektedir . İki
yüzün üzerinde bir devlet sayısı ile dünya haritası değişkenliğe her zaman için
gebe bir durumdadır .
Türkiye Cumhuriyeti , dünyanın
merkezi coğrafyasında yer alan orta boy
bir devlet olarak her zaman için evrensel alandaki güç merkezleri arasındaki
çekişmelerin ya da emperyal projelerin hedefine aldığı bir ülkedir .
Dünyanın merkezinde yer alan bir büyük devlet olan Osmanlı
İmparatorluğunun yıkılması üzerine ortaya çıkan otorite boşluğu alanında
, Türk ulusunun bir var olma savaşı vermesiyle kurulmuş olan Türk devletinin
,varlığını koruyabilmesi ya da geleceğe dönük olarak yaşam süresini sonsuza
kadar sürdürebilmesi için de, böylesine bir mücadele verilmesi gerektiği
görülmektedir ,çünkü parantezci yaklaşımlar
ile Türk devletine ömür biçilmekte ve kısa bir zaman dilimi içerisinde
bu ulusal siyasal yapının ortadan kalkacağı ya da kalkması gerektiği açıkça ifade edilebilmektedir .
İmparatorluklar devri devam ederken varlığını koruyabilen Osmanlı İmparatorluğu
, ulus devletler çağına geçilmesi aşamasından sonra giderek zorlanmış ve bir
Osmanlı ulusu yaratamadığı için, hem küçük küçük devletlere bölünerek
Balkanizasyon sürecine alet olmuş hem de bu dönemin hemen ertesinde gündeme
gelen Birinci Dünya Savaşında yenilerek teslim olmuş ve böylece devlet olma
durumu da sona ermiştir .
Osmanlı
İmparatorluğu varlığını sürdürürken , hiç kimse bu büyük devlet için parantez
ifadesini kullanarak Osmanlı hegemonyasının geçiciliği iddiasında bulunmamıştır
. Ne var ki , Birinci Dünya Savaşının sonucunda ortaya çıkan yeni güç dengeleri içinde Atlantik güçleri olan İngiltere ve Fransa’nın
Orta Doğu bölgesine gelerek ortak bir hegemonya düzeni kurmaları üzerine
,Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden geri çekilirken , geride bıraktığı
merkezi topraklar üzerinde bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti doğal bir
sonuç olarak ,ulusal kurtuluş savaşı
zaferi sonrasında dünya haritası üzerindeki yerini almıştır .Osmanlı
devleti hiçbir zaman geçici bir parantez
konumunda olmamış ama , cihan savaşı sonrasında değişen dünya koşulları
çerçevesinde teslim olarak bitme aşamasına
zorla getirilmiştir .
Osmanlı sonrası dönemde ,bu büyük
merkezi devletin üzerinde egemen olduğu on milyon kilometre karelik geniş alan
üzerinde, bütün büyük güçlerin yeni projeleri olmuş ve bu doğrultuda çekişmeler
ikinci bir dünya savaşına kadar sürüp gelmiştir . İlk proje , üzerinde güneşin
batmadığı büyük dünya imparatorluğunun patronu konumunda olan İngiltere’nin
olmuştur . İngilizler , geri çekilen
Osmanlı devletinin hinterlandı üzerinde gene İstanbul merkezli bir büyük
merkezi bölgesel yapılanma olarak Yakın Doğu Konfederasyonu adı altında dörtlü bir federasyon modelini ,kendisinin
merkezinde yer aldığı yeni bir siyasal yapılanma doğrultusunda düşünmüş ama
gücü yetmediği için ve de Fransa ile tam olarak anlaşarak ikili bir merkezi
modeli gerçekleştiremediğinden ,böylesine bir emperyal bağımlılık
projesi hazırlayıcılarının
planları doğrultusunda gerçekleştirilememiştir .
Britanya
İmparatorluğu merkezi alana tam olarak egemen olamazken , ortağı konumundaki
ikinci emperyalist imparatorluk sahibi Fransa da istediği gibi kendisine bağlı
bir büyük bölgesel yapılanmayı gerçekleştirememiştir . Birinci Dünya Savaşı
sırasında büyük bir çöküş ile yıkılan Rus Çarlığı yerine bir sosyalist devrim
sayesinde dünya sahnesine çıkmış olan
Sovyetler Birliği projesi de, dünyanın kuzey yarıküresinde bölgesel bir
devlet yapılanması ile ortaya çıkarken
,bu yeni güç merkezi yapılanmasının sıcak denizlere doğru yayılabilmesi
doğrultusunda, merkezi alanın tam
ortasında yer alan Anadolu yarımadasını
da coğrafi bölgeleri esas alarak ,yedi ayrı devletçik olarak kendi
oluşturduğu ideolojik birliğin çatısı altına alabilmeyi hedefliyordu . Bir
anlamda Sovyetler Birliğinin de Anadolu topraklarına emperyal amaçlı bakması ,
Anadolu yarımadası üzerinde geride kalan Osmanlı ahalisi olarak Türkleri tam anlamıyla ortada bırakmıştı . Kalıcı
olması gereken bir büyük imparatorluğun
bir cihan savaşı sonrasında ortadan kaybolması üzerine, en az onun kadar
güçlü olabilecek ve asırlar boyunca güçlü bir biçimde merkezi alanda devlet olarak varlığını sürdürebilecek bir yeni devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti ,Türklerin batılı
emperyal güçlere karşı verdiği bir ulusal kurtuluş savaşı sayesinde tarih sahnesine çıkıyordu .
Yirminci yüzyıla girerken Avrupa
emperyalizminin iki büyük devi olarak İngiltere ve Fransa dünyanın merkezi
coğrafyasına el koyarak ,dünyanın merkezi imparatorluğunu dağıttıkları
için tam anlamıyla bir küresel hegemonya
düzeni kurmayı hedefliyorlardı . Ne var ki , bu aşamada artık Avrupa emperyalizminin rakibi olarak
Amerikan emperyalizmi dünya sahnesine çıkarken , Japon savaşı ile çökertilen
Rusya’da ikinci bir çöküş Birinci dünya
savaşı ile gündeme getirilerek , bu durumdan yararlanan yeni bir siyasal
yapılanma sosyalist devrim görünümünde
uygulama alanına getiriliyordu . Orta Doğu’ya girmiş olan İngiliz ve
Fransız emperyal güçleri tam Kafkaslar üzerinden Hazar bölgesine doğru yöneldikleri aşamada
,Amerikan sanayicilerinin ve küresel sermayenin denetimi altındaki New York borsasından sağlanan yüz milyonlarca
dolarlık maddi destek ile , Troçki Moskova’da
Kızıl Orduyu kurarak Sovyetler
Birliğinin önünü açıyordu . Kızıl Ordu daha bütün Rusya’nın kontrolunu ele
geçirmeden, Almanya destekli Osmanlı ordusunu Azerbaycan’dan çıkartmak üzere
Kafkasya seferine çıktığı aşamada, İngiliz ve Fransız ordularının Anadolu üzerinden kuzeye doğru yönelerek Hazar bölgesine girmelerinin önü kesilmiş
bulunuyordu .
Böylece
, Birinci dünya savaşı sırasında cephelerde savaşmayan Amerika Birleşik
Devletleri , Avrupa devletleri birbirini
yok ederken ,dünyanın gelecekte merkezi konumuna gelecek Hazar bölgesini ideolojik bir yeni yapılanma ile
yönlendirerek , Avrupalı emperyalistlerin bu bölgeyi ele geçirmelerini
önlüyordu . Böylesine bir emperyal amaçlı operasyon ,geleceğe dönük Amerika ve
Avrupa emperyalizmlerinin çekişmeleri
yüzünden gündeme geliyordu . Karl
Marks’ın öngörüsü ile çok gelişmiş kapitalist ülkelerde gerçekleşmesi gereken
komünist ihtilal , Avrupa ve Amerika çekişmesi yüzünden dünyanın kuzey yarıküresinde ve kırsal alanda yayılmış
bir bir köylü toplumunda dışarıdan ithal
edilen Bolşevik kadro sayesinde gerçekleştiriliyordu . I871 Paris komününden
ders alan kapitalistler , kendi gelişmiş ülkelerinde böylesine bir komünist
ayaklanmayı önlemek üzere , hiç işçi sınıfının olmadığı bir kırsal alan ülkesinde dışarıdan destekli ve manüplasyonlu bir hareket ile
Komünist ihtilal yaratarak ,
İngiliz-Fransız ortaklığının bütün dünyayı ele geçirmesini önlüyorlardı .
İki dünya savaşı sonrasında Amerika Birleşik
Devletleri dünyanın hegemon süper gücü haline gelirken , Rusya’da kurulu
bulunan Sovyetler Birliği sanki bunun dengeleyicisiymiş gibi gösterilerek , yer
yüzü kıtalarını beş yüz yıl yönetmiş olan Avrupa’nın önde gelen emperyal
güçleri iki büyük kutbun arasına
çekilerek hapsediliyorlardı . İşte böylesine bir süreç içerisinde ,kuzey yarıküresinde
yer alan sosyalist blokun temsilcisi olarak Sovyetler Birliği’nin güney yarıküresine inmesini ve sıcak
denizlere çıkmasını önleyecek bir merkezi tampon devlete gereksinme duyulduğu
aşamada , Anadolu halkı ayağa
kalkarak bir ulusal kurtuluş savaşına
yöneliyor ve bu doğrultuda bir mücadeleyi zafere ulaştırarak , çağdaş bir
cumhuriyet devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ni kuruyordu .
Sovyet
ihtilali sonrasında bir de Anadolu
ihtilali Atatürk’ün önderliğinde Türk
ulusu tarafından gerçekleştiriliyordu . Yeni kurulan Türk ulus devleti sahip
olduğu jeopolitik konumuyla , batı emperyalizmi ile Doğu kutbu olan Sovyetler Birliği arasında
yeni oluşan bir tampon ülke olarak devreye giriyordu . Rus jeopolitiği Antalya’yı
kendi kızıl elması olarak ilan ettiği için , Türkiye gibi orta boy bir devletin merkezi alanda bağımsız bir
devlet olarak meydana çıkması , savaş
yıllarında bozulmuş olan dünya dengelerinin yeniden kurulması doğrultusunda katkı sağlıyordu .
Bu
nedenle , bazı batılı ülkeler Türklere
bu coğrafya da bağımsız bir devlet
vermek istememelerine rağmen , karşı kutup olan Sovyetler Birliği’nin güneye doğru yayılmasını önlemek üzere,
Türkiye Cumhuriyetini bir tampon devlet olarak benimsemek zorunda kalmışlardır
. Lenin ve arkadaşları batılı emperyalistleri Anadolu toprakları üzerinde
görmek istemezken , Avrupa ve Amerika ülkeleri de Sovyetler Birliği’ni
Akdeniz’de görmek istememiş ve bu
durumdan yararlanan Türk ulusu da , Osmanlı imparatorluğunun merkezi bölgesinde bağımsız bir cumhuriyet devleti kurma şansını
elde etmiştir .
Anadolu toprakları üzerinde Sevr haritasını çizerek Balkanizasyonu Orta Doğu’ya taşımak isteyen İngiltere ile
birlikte bütün batılı devletler doğu
blokuna karşı ortaya çıkan Türk devletini öncelikle bir tampon devlet olarak
kabül ederek ,Türklerin Anadolu
topraklarından Orta Asya’ya doğru
sürülmesi operasyonunu bir süre için ertelemek zorunda kalmışlardır . İşte böylesine bir
tampon devlet oluşumu ile gerçek
emperyal planların ertelenmesi
projesine ,dünya dengeleri açısından bir yüz yıllık süre tanımışlardır .
Batılıların son yıllarda Türkiye için bu yüz yıllık süre olgusunu bir parantez
olarak ortaya atmaları , yüzüncü yıla gelinmeden Türkiye Cumhuriyetini
haritadan silmeye çalışmaları nedeniyledir . Onlara göre , Sevr planının
tamamen red edilmesi anlamına gelen Türkiye Cumhuriyeti projesi , kuzey
bölgesinde oluşturulan sosyalist
blokun yayılmasının önlenmesi için,
benimsenmiş olan bir geçici uygulamadır ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından
sonra bu yapılanmanın da ortadan kaldırılması gerekmektedir . Sosyalist blokun
yaşadığı sürece , Türkiye Cumhuriyeti bir tampon devlet olarak merkezi alanı
Ruslara kaptırmamış ve daha sonraki aşamada da Nato yapılanması Türkiye’ye
taşınarak , Türk devletinin batı
ittifakının sınır karakolu konumuna gelmesine yol açılmıştır . Bu yüzden
Türkler kendi ülkelerinde büyük baskılar altında yaşamak zorunda kalmışlar ,
daha sonraki aşamada da Sovyetler
Birliği’nin dağılmasıyla birlikte
Avrasya kıtasının bütün bölgelerinde ortaya çıkan sıcak çatışmalar ,
Türkiye Cumhuriyetini bir ateş çemberinin içine çekmiştir .
Batılılar kuruluşuna yardımcı
oldukları Sovyetler Birliğinin ömrünü
varolan dünya dengeleri nedeniyle
, yüz yıllık bir zaman periyodu içinde düşündükleri için , doğu ve batı
blokları arasında yer alan Kemalist Türkiye’nin ömrünü de buna dayanarak
belirlemeye çalışmışlar ve bu yüzden Türkiye için bir çok yerde yüz yıllık
parantez tanımlaması kasıtlı bir
biçimde dile getirilmiştir . Cumhuriyet
yüzüncü yılına doğru yol alırken ve bir
asırı geride bırakırken , batılı emperyal çevreler artık yüz yıllık parantezin
kapatılması gerektiğini açıkça dile getirerek , Türkiye Cumhuriyetinin
tasfiyesine giden yolları açıktan desteklemektedirler .
Osmanlı
devletinin tarihe mal olmasından sonra merkezi alanda gerçekleştirmeyi
düşündükleri asıl projelerini bir türlü uygulayamadıkları için ,bunların önünde
koskoca bir engel olarak duran Türk devletini ortadan kaldırabilmenin arayışı
içine girerek, istemeden tanımak zorunda
kaldıkları yüz yıllık paranteze bir son vermeyi hedeflemektedirler . İki öge
arasında yer alan bir durumun ifade edilmesi olarak tanımlanan parantez kavramı
, Türkiye ile ilgili olarak kullanıldığı zaman , yirminci yüzyılın
başlarında dünya haritasının
ortalarında yerini alan ,bir siyasal yapılanmanın yirmi birinci yüzyılın
başlarında ortadan kaldırılmak istenmesinin bağlantısını açıklamak üzere
yeniden siyasal gündeme getirilmektedir . Yüz yıl öncesinin dünya dengelerinin gündeme getirdiği Türkiye Cumhuriyeti gibi
bir devlet modeline , soğuk savaş sonrasında hiç ihtiyaç bulunmadığını ve hele
küresel ya da emperyalistlerin güdümündeki bölgesel projelerde kesinlikle böyle
bir devlet modeline yer verilmemesini isteyen işbirlikçi ve mandacı çevreler ,
yüz yıllık parantezin kapatılmasını yüzleri kızarmadan talep edebilmektedirler
.
Bu yıl içinde yayınlanan bir kitapta
,Ermeni meselesinin kamuoyundaki tartışmacılarından birisiyle yapılan söyleşiler gene “yüz yıllık parantez” başlığı
altında sunulmaktadır .Türkiye’nin doğu Anadolu
bölgesinde bir Hrıstıyan devlet kurmak ve
Gregoryen Klisesinin hegemonyasını
binlerce yıllık Türk toprakları üzerine taşımak isteyen gayrimüslim lobiler ,açıktan yüz yıllık
parantez tartışmalarına kalkışarak , Atatürk’ün çağdaş ulus devletini tarihin
tozlu sayfalarına geri göndermeye çalışmaktadırlar .Türk ulusunun ve devletinin
kendisini yok edecek böylesine bir girişimin farkında olduğu ama uluslar arası
hukuk ve demokratik rejimin gerekleri doğrultusunda hoşgörülü davranarak barış içinde bir çözüm arayışı içine girdiği
son dönemlerdeki gelişmeler ile iyice açıklık kazanmıştır .
Yüz yıllık parantez olgusunu
başlığına taşıyan kitap incelendiği zaman ,açılan parantez yüzünden özgürlüklerin eksik kaldığı ve özgürlükçü
dönüşümün yarım bırakıldığı ileri sürülmektedir . Türk milliyetçiliğinin diğer
etnik kesimlerin özgürlüklerinin önünü kestiği
ve bu yüzden özgürlükçü bir
yapılanmaya gidilemediği ortaya konulmaya çalışılmaktadır . Türk ulusu
,yirminci yüzyılda yeni bir dünya düzeni kurulurken ,yeryüzü haritasında yerini almaya çalışmış
ama toplumun diğer kesimlerinin bu doğrultuda kendi yapılanmalarına
gitmelerine izin verilmemiştir . Bir anlamda dolaylı bir Sevr haritası
savunması olan kitapta , batı emperyalizminin Anadoluya Balkanizasyonu taşıması
gerektiği ve bu doğrultuda tıpkı Balkanlarda olduğu gibi
küçük küçük devletçiklerin Anadolu coğrafyasında Sevr haritası doğrultusunda
oluşturulması gerektiği ,dolaylı yollardan ifade edilmeye çalışılmaktadır .
Balkanlardaki küçük devletçikler benzeri yapılanmalar ile , Anadolu’da yaşayan
çeşitli topluluklara kendi devletlerini kurma şansının tanınmasını savunan gayrimüslim entelektüel , Türk devletinin ulusal ve üniter yapılanmasına
dolaylı yollardan karşı çıkmaktadır .
Yüz yıllık parantezi konu alan
kitabın son bölümünde başlık olarak parantezin kapanması ele alınmış ve 2015 yılına doğru gidilirken , Anadolu’nun doğu bölgesinde yeniden bir
Hrıstıyan yapılanmanın gündeme getirilmesi gerektiği açıkça vurgulanmaktadır .
Birinci dünya savaşı sırasında Doğu Anadolu’da meydana gelen kendi devletini
kurma mücadelesini Türkler ve Müslümanlar kazandığı için , Misakı Milli sınırları içerisinde ulusal ve
üniter bir devleti Türkler kurabilmiştir . Devlet kurma mücadelesini kazanan
Türkler , bugün soykırım yapmakla suçlanmakta ve bu doğrultuda yabancı
mahkemelerde yargılanarak mahkum edilmeye çalışılmaktadır . Toprak talebi ile
birlikte ayrı bir devletin Türkiye’nin doğusunda tanınması ve bu
doğrultuda Türklerin ülkenin doğu bölgelerinden geri çekilmesi açıkça
talep edilebilmektedir .
Rusların
sıcak denizlere inme hattı ile Fransızların Suriye’den Hazar bölgesine çıkma hattı olan bölgede Büyük Ermenistan
kurmak hayalleri peşinde koşanlar , Türkiye Cumhuriyetini yüz yıllık parantezin
içine kapatarak , böylesine bir devletten kurtulabilmenin hesaplarını
yapmaktadırlar . Batı ülkelerinin bir çoğunda alınan parlamento kararları ile
Türkiye geçmişteki olaylar nedeniyle suçlanmakta ,karşılıklı çekişme ve sürgünler sırasında Osmanlı devletinin var olduğu unutularak ,
Osmanlı yönetiminin kusurları ve suçları Türk devletinin sırtına yüklenmeye
çalışılarak, ciddi bir haksızlık yapılmaktadır . Osmanlı devletinden sorulması
gereken hesabın Türkiye’den sorulması , tıpkı İsrail’in Romalılar döneminde
sürgün edilmelerinin suçunu zavallı
Filistinliler’den sorması gibi ortaya
hukuka son derece aykırı bir durum yaratmaktadır . Osmanlı döneminden Türk
devleti sorumlu tutulamayacağı gibi ,Roma imparatorluğu döneminde gerçekleşen
sürgünün suçu da Filistin halkının üzerine yüklenemez . Uluslar arası hukuk
böylesine çelişkili durumları ortadan kaldırabilmek üzere günümüzde
yeni açılımlar yapmak zorundadır .
Türkiye
Cumhuriyeti , ne tez , ne anti tez,ne de parantez değildir . İmparatorlukların
tarih sahnesinden çekildiği bir aşamada ortaya çıkan çağdaş bir ulus devlet
projesi olarak Türkiye Cumhuriyeti, günümüzde uluslar arası bütün kuruluşların
hem kurucusu hem de üyesi konumuyla çağdaş uluslar ve devletler ailesinin onurlu
bir üyesi olmaya çalışmaktadır . Bir çok engel ya da manüplasyon ile karşı
karşıya kalan Türkiye Cumhuriyeti, kurucusu
büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün
söylediği gibi, ilelebet payidar
kalabilmenin çabası içerisinde olduğu için, böylesine güçlü bir devleti
yüzyıllık parantezlere sıkıştırmak mümkün değildir. Üç kıtaya yayılmış bulunan
Türk dünyası ile çeşitli ülkelerde yaşamını sürdürmekte olan üç yüz milyonun
üzerindeki Türk asıllı toplulukların Türkiye Cumhuriyetini parantez olmanın
ötesine taşıyarak, her türlü parantez kıskacının aşılmasında, Türk devletinin
en büyük yardımcısı olarak dünya sahnesinde yerlerini almaktadırlar. Türkiye
Cumhuriyeti tez, antitez ya da parantez olmanın ötesine giderek, çağdaş bir
sentez olarak, yeni dönemde bütün dünyaya örnek gösterilen bir devlet konumuyla
öne çıkmaktadır.